MERVE YILMAZ ORUÇ / merve.oruc@aksam.com.tr
İnsanın en uzun seyahati hangisidir? Yazar Selcen Gür bu soruya cevap olarak 'Kendinden kendine olanıdır' diyor... Peki bu yolculukta gerçekten mutlu muyuz? Özellikle de büyük metropollerde yaşayan, hiçbir şeye yetişemeden evine dönen insanlar ne kadar mutlu? Pozitif düşünmek yeterli? Tüm bunlara kafa yoran yazar Selcen Gür, hayatı güzelleştirmenin yollarını arayan insanlara bir kapı aralıyor, kaleme aldığı Plaza Sufisi adlı kitabıyla. Hayatın; ânı yaşa, kendini şımart, mutlu ol gibi komutlarla güzelleşmediğini, bu kalıpların kalbimize ve ruhumuza dokunmadığını, sosyal mecralardaki kalabalığa rağmen yaşanan yalnızlığı hatırlatan Plaza Sufisi kitabı; kadim öğretilerin yol göstericiliğinde ruhuna iyi gelecek aşkı ve hakikati arayanlara Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi büyük sufiler ve V.E.Frankl, Csikszentmihalyi, M.Seligman gibi çağımızın yazarları ışık tutuyor.
POZİTİF PSİKOLOJİDEN TASAVVUFA UZANAN YOL
Öncelikle kitabın isminden başlayalım konuşmaya. Aslında sufi ve plaza pek yan yana gelemeyecek iki kelime... Plaza Sufisi ismi nasıl ortaya çıktı?
Kitapta 'plaza' kelimesini günümüz insanını, bizi tarif etmek için kullandım. Bizler büyük şehirlerde ruhen ve bedenen sıkışmış bir şekilde yaşarken her gün yeni gelişmelere maruz kalıyoruz. Teknoloji ve bilimde pek çok alanda büyük ilerleme kaydedilirken sağlık, beslenme, barınma ve konfor anlamında bizden önceki nesillere göre daha iyi durumdayız. Ancak mutluluk ve hayattan duyduğumuz tatmin anlamında daha iyi bir noktada değiliz. Tüm dünyada depresyon oranları artıyor. Bu çelişkiden ve bir plaza çalışanı olarak kendi hayatımdan yola çıkarak, pozitif psikolojiden tasavvufa uzanan bir okuma ve araştırma sürecine girdim. Tam üç yıl sürdü. Dale Carnegie'den mutluluğun sırlarını okurken Sülemi'nin yüzyıllar önce aynı şeyleri söylediğini gördüm. Hacı Bektaş ve Yunus Emre'den Melamilik'e uzandım. Mevlana'nın yüzyıllar önce plasebo ve nosebo'ya işaret ettiğini fark ettim. Pozitif psikolojide bahsedilen erdemlerle Ahmet Yesevi'nin hikmetlerinde karşılaştım. Böyle böyle sayfalarca okudum ve tüm bu öğretilerin buluştuğu noktaları bu zaman zarfında kitaba aktarmaya çalıştım. Yüzyıllar önce yeşermiş olan tasavvuf öğretisinin bugünün insanına da hitap edebildiğini, ilham verebildiğini gördüm. Sonuçta insan, plazada da olsa; nefsiyle, hırsıyla, merhametiyle ve öfkesiyle özünde yüzyıllar öncekiyle aynı insan. Plaza Sufisi ismi de işte buradan doğdu.
Bu kitap niçin yazıldı?
Modern dünya bize mutluluk reçetesi yazarken 'Bol bol tüket ve haz peşinde koş' diyor. Tükettiğimiz halde mutlu olamayınca daha fazlasına ihtiyacımız olduğu yanılgısına kapılarak daha çok tüketmenin ve hazzın peşine düşüyoruz. Bir kısır döngü içinde ve sürekli 'mutlu olmalıyım' dayatmasıyla yaşamaya çalışıyoruz. Görünen o ki bu reçete pek işe yaramıyor. Mutluluğu yanlış anlamış olabileceğimizi, dolayısıyla yanlış yerlerde aradığımızı göstermeyi arzu ettim. Tasavvufun ve pozitif psikolojinin buluştuğu noktalara ışık tutmaya gayret ettim. Her ikisi de mutluluğun yolunun anlamlı ve erdemli bir yaşamdan geçtiğini vurguluyor. Anlamlı ve erdemli bir yaşam sürerken hüzün ve acılara rağmen hayatta tatmin duygusu bulabileceğimize işaret ediliyor. Bu kitabı, sadece mutluluğa takılı kalmadığımız, hedeflerden ziyade değerleri önemsediğimiz, anlamlı ve erdemli bir yaşam nasıl mümkün olabilir? sorusunu merkeze alarak yazdım. Bu konuda sufilerden nasıl ilham alabileceğimize kafa yordum.
SEN DEĞERLİSİN TELKİNİ YALNIZLAŞTIRIYOR
Tasavvuf ve psikolojiyi birlikte harmanlıyorsunuz. Bugünün insanı özellikle beyaz yaka, plaza çalışanı veya Z kuşağı daha çok yoga, meditasyon gibi spiritüel yollardan mutluluk, huzur arıyor. Ama siz biraz farklı bakıyorsunuz sanırım...
Modern psikoloji ve psikiyatrinin insandaki arazları giderme ve zihin sağlığı anlamında çok büyük gelişmeler kaydettiği aşikâr. Ancak bir şeyler eksik kalıyor kanımca. Yani sizi eksiden alıyor ve belli bir noktaya kadar getiriyor, tamam. Peki ya sonra? Biliyorsunuz günümüzde sık sık 'Kendini şımart/ Sen değerlisin/Sen en iyisini hak ediyorsun' gibi sloganlar duyuyoruz. Ancak günün sonunda bu tür telkinlerin bizi daha da yalnızlaştırıp bencilleştirdiğini görüyoruz. Bizler aynı zamanda manevi yönü ve ihtiyaçları olan varlıklarız. Bu yönümüz beslenmediğinde yalnız ve mutsuz hissedebiliyoruz. Bugün büyük şehirlere baktığınızda yeni nesil spiritüel öğretilere olan talebi görürsünüz. Aile dizimi, dolunay çemberleri, sessizlik kampları ve daha birçok farklı yöntemle insanlar manevi ihtiyaçlarını tatmin etmeye çalışıyor. Ne var ki bu tür öğretiler ya kendi kültürel kodlarımızla uyuşmadığı için ya da gönlümüze ve aklımıza tam hitap edemediği için bir süre sonra bizi tatmin etmemeye başlıyor. Hemen yeni bir arayışa yöneliyoruz.
Bu noktada mı sufiler bize ışık tutuyor?
Anadolu tasavvuf anlayışı ait olduğumuz coğrafyanın kültür ve inanç sisteminden doğmuş bir öğreti. Haliyle bizim insanımızın kültürel ve manevi dünyasına hitap edebiliyor. Kitapta yer verdiğim sufiler de sadece Anadolu'da değil, dünyanın pek çok yerinde öğretileri ve felsefeleriyle iz bırakmış. Bu büyük sufilerin tek ve nihai amacı 'mutluluk' olmadığı için, bizim gibi orada takılı kalmamışlar. Mutluluğu, tekâmül yolculuğunun bir getirisi olarak görmüşler. En önemlisi de sadece kendi tekâmül yolculuklarıyla yetinmemişler, tüm çevrelerine bu ışığı yaymaya çalışmışlar. Bu kitapta ben de sufilerin günümüz insanına yol gösterebilecek bakış açılarına ve erdemlerine yer verdim, mutluluk sırlarını anlatmaya çalıştım. Bu yolculuğun anahtar kavramlarını kendini bilme, kabul, sabır, öz şefkat, nefs, şükür, tevekkül ve tevhid gibi başlıklar altında açıklamaya çalıştım. Kendimizi daha iyi hissetmek için bu kavramları gündelik hayatımızda pratik etmemizin faydalı olacağına inanıyorum.
BİR YAŞAM FELSEFESİ SUNUYOR
Yüzümüzü kendimize dönmemiz gerektiğini söylüyorsunuz...
Üzerinde yaşadığımız coğrafyada yeşermiş bir öğreti olduğu için özellikle Anadolu tasavvufunu önemsiyorum. Yoga ve meditasyon da insanın ruh ve beden sağlığına hizmet eden pratikler. Bunlardan gördüğümüz faydanın yeri ayrı, 'gönül bilgisi' olan tasavvufun yeri ayrı. Tasavvuf bir yaşam felsefesi sunuyor insana ve sanıldığı gibi inzivada yaşamaktan ve 'bir lokma bir hırka'dan ibaret değil. Özellikle de bizim gibi kültürlerde 'Hayatından toksik insanları çıkar', 'Kendini şımart' gibi sloganlar biraz havada kalıyor. Sonuçta insan paylaştıkça, başkalarının hayatına katkı sağladıkça ve anlam üretebildiği sürece mutlu olabilen bir varlık. Sadece bize benzeyeni, bizimle aynı görüşte olanı benimser ve değer verirsek, bu sadece kendimizi sevmekle aynı kapıya çıkmaz mı? Oysa tasavvuf düşüncesinde amaç, zıtlık ve farklılıklar içinde gerçek olan 'tekliği' ve 'birliği' görebilmek, saygı göstermek ve iç dünyamızda bizi esir alan negatif duygu ve düşüncelerden kurtularak özgürleşmektir.
SIRTIMIZI TOPRAKLARIMIZIN MANEVİ KÜLTÜRÜNE YASLAMALIYIZ
Okuyucularımıza nasıl bir mesajınız olur?
Tek bir kaynaktan beslenmenin ve diğerlerine sırt çevirmenin insanı dar bir çerçeveye hapsettiğine inanıyorum. Bu yüzden insanın farklı kaynaklardan istifade ederek kendi sentezini yaratmasını kıymetli buluyorum. Ancak kendi sentezimizi yaratabilmemiz için öncelikle kendi kültürel ve manevi kaynaklarımızı bilmemiz ve kendimizi tanımamız gerekiyor. Özümüzü bilmeyi, sırtımızı kendi topraklarımızın manevi kültürüne yaslamayı ve farklılıklara düşmanlık beslemek yerine onların iyi taraflarından nasıl ilham alabileceğimize bakmayı önemsiyorum.