Paris 2024 Olimpiyatları ve insanın ölümsüzlüğü

Kimi zaman pagan ateşi, kimi zaman kadın sporcunun sayısı olimpiyatlardaki yeri-gücü, kimi zaman sporcunun taytı, şortu, şimdiki zaman LGBT seviciliği, ama her zaman bir yapı bozumu, bir insanlık bozumu.

AYŞE SÖZEN / cumartesi@aksam.com.tr

Paris 2024 Yaz Olimpiyatları başladığından beri içimde kımıl kımıl kendime de bir türlü açıklayamadığım bir küçük huzur kaybı, bir garip sorgulama, bir tuhaf dışlanmışlık hissi. Bir taraftan Olimpiyat açılışlarını birlikte izleme ritüelleri, bir taraftan Olimpiyatlara gidecek 102 sporcumuz; gururumuz, heyecanımız, bir taraftan hemen hepimizin çeşitli klasmanlardaki müsabakaları profesyonel bir sporcu edası ile izlememiz...

Atıcılıktan boksa, güreşten haltere, voleyboldan yüksek atlamaya ve dahi ata sporumuz okçuluğa bir sıçrayışın, bir yükselmenin, bir yücelmenin efsane gelişimi bu ne de olsa. Tüm hesaplaşmaların bittiği, bir millet olarak tek vücut olduğumuz, bayrağımız göndere çekilirken duyduğumuz kutsal heyecanlarla ilk kez "asgari" olmayan müşterek bir ortaklık yaşamamız. Ama içimde bir türlü dinmeyen fısır fısır bir söylenme; her duyduğumda kafasına bir yumruk vurup susturduğum, hemen herkes gibi davranmaya çalışıp heyecanlı gibi davranmam, bir gayret ha gayret en anlamadığım spor dallarını en anlarmış gibi izleme çabam, en çok da sağa sola öyle görünmeye çalışmam.

Eh Olimpiyatların açılış törenindeki LGBT şovları, İsa'nın son akşam yemeği tablosuna dokundurmalar ve oradan başlatılan kutsala dokunma tartışmaları, organizasyonun bozukluğu, sporcuların yemeklerden şikâyeti, madalyaların renginin bir günde bozulması derken bir türlü anlam veremediğim huzursuzluğum anlamlandı diyecek olsam da yetmeyen, içimde açıklanamayan bir paradoks.

İNSANLIK ÖLÜRKEN OYUNLAR OYNANDI

Hiç yok mu Olimpiyatları neden böyle seviyoruz; Olimpiyatlar aslında nedir diyen? Bir yanda "insan", "ah insan", "ah insanlık" ölürken biz neden oyunlar oynuyoruz diye soran yok mu? Tam Filistin, Gazze diyeceğim orada bir duruyorum, kanıksadık ya kanı revanı, oyunlar oynamaya başladık ya! Ah o müsabakaların heyecanı ah o hayat devam ediyor sedaları.

Bu kör karanlığında kaybolduğumda önüme bir yazı düştü. Gazeteci Oray Eğin, Amerikan seçimleri falan dememiş New York'tan koşarak Paris'e gitmiş olimpiyatları izliyordu. Kendisinin demesi ile hiçbiri spora olan sevgisinden ya da merakından değil her sabah uyanıp o gün erkeklerin tayt ya da mayoyla yarıştığı müsabakalardan hangisi varsa onu izlemek için televizyon başında. Yüksek atlamacı Ersu Şaşma'nın olağanüstü performansını köşesine taşıyan Eğin şunları diyordu "Şaşma'nın atlayışı bir tür bale, sinematografik bir an, muazzam bir koreografi ve mimarinin ürünü. İnsanüstü bir sıçrayış; biz ölümlüler ile süper kahramanları ayıran bir gizli güç. Bu dünyanın ötesinde, ilahi, paranormal bir tecrübe o atlayış ânı. Böyle atlayabilen biri biz sıradan insanlardan çok daha üstün bir türe mensup olmalı, kesinlikle aynı gezegenden değiliz ve benzer bir gen haritasına sahip değiliz."

KUTSANAN BAŞARILAR BİR İLLÜZYON MU?

Eğin hakikaten izlediği sürrealist sahneyi etkileyici bir dille anlatıyor. Olimpiyat sporunun bedene ve kaslara verdiği insanüstü gücü, beşeri kutsamayı, bizi ondan ayıran çizgiyi çizişini hayranlık üstü bir hayretle anlatıyor. Olimpiyat sporcusunun bir Yunan heykeline dönüşüşünü, mitoloji tanrılarının insan bedenine istiva etmesini, kasın estetik tezahürü ile birlikte sergilenmesini, bunun biz fanilere hissettirdiği hazzı adeta şakıyor. Şaşma'nın kırdığı rekor ve spor başarısı yadsınamaz. Ve gerçek bir başarı öyküsüdür. Ancak nicedir ki bu kutsanma bir kekremsi tat bırakıyor ağızlarda.

Tam da o anda sığındığı okulun üzerine düşen bombayla tüm ailesini kaybeden Filistinli bir yavrunun, kaslarının her bir telinin korkudan tir tir titrediği, altın yaldızlı ısıtıcı bir folyoya sarılmış videosu önümüze düşüyor. Aman dur şimdi, yeri mi? Bak şimdi altın madalya geliyor o güçlü estetik kaslar havaya fırladığında kütle ağırlığının yer çekimine galip gelmesi, o tanrısal sıçrayış tam ekran karşımızda.

ASIL ÖLÜMSÜZ KİM?

Her bir olimpiyat sporcusunun rekoru sonsuzluğa ve ölümsüzlüğe atılan bir imza adeta. Olimpiyat sporcusu kaslarını ölümsüzleştirmek için kim bilir günde kaç saat çalışıyor?

O anda "Şehitler Ölmez" sloganları ile birlikte "Allah yolunda öldürülenler için 'ölüler' demeyin. Hayır onlar diridirler, fakat siz bilmezsiniz" ayet-i kerimesi Heniye'nin o hiç ölmemiş hissi veren gülümseyen fotoğrafı ile birlikte hayalime dikiliveriyor. 5 yaşındaki Hind'in içinde olduğu arabaya açılan 355 el ateş, telefondaki 'Korkuyorum kurtarın beni' yakarışları, Badr'in İsrail hapishanesinden çıktıktan sonra Parkinson vari bir titreme ile onu ölümlülere karıştıran zavallı kasları, kafasına yediği darbelerden dolayı dosdoğru bakabilmek için kontrol edemediği göz kasları...

BADR'İN ELLERİ

Doktora tezimi hazırlarken yaptığım bir araştırmada Türkiye'nin İslamcılarının güzellik yarışmaları veya olimpiyatlar gibi Avrupa merkezli beynel minel organizasyonlara getirdikleri eleştiriler de arama motorunda gezinirken bir anda çıkıverdi karşıma. Rahmetli Akif Emre 12 sene önce olimpiyatlar üzerine yazıp çizdiği bir köşe yazısında "Olimpiyat bizim neyimiz olur?" diye sorarken Avrupa merkezli evrensellik dayatmasında bu oyunların yerini şöyle anlatmış:

"Olimpiyat fikri, modern Avrupa'nın evrensellik iddiasını temellendirdiği sembolik değeri hayli yüksek bir mittir. Olimpiyat ateşi, olimpiyat oyunlarından önce Yunanistan'dan yola çıkarak tüm dünyayı dolaşır. Böylece Avrupa merkezli pagan evrensellik ateşi, tüm kalpleri tutuşturan bir kardeşlik ateşine dönüşür."

OLİMPİYATLAR: BİR TÜR YAPI BOZUMU

"En sofistike sporlarda kırılması zor rekorlarda beyin, kas ve eğitimin birleşmesi ile gerçekleşen başarılar, aslında hem Avrupa'nın üstünlüğü fikri çerçevesinde hem de bireysel bağlamda beyaz insanın yeteneğini başarıya dönüştürme öyküsü olarak popüler kültürde çoktan yerini aldı"

"İnsanı doğasından uzaklaştıran o rekor çılgınlığı", "Beyaz adamla sınırlı kalmayan ölümsüz sporcular; ancak beyaz adamın onu eğitmesi ile...", "anlık spor karşılaşmalarındaki çarpıcı, hayret ve hayranlık uyandırıcı başarıların yanıp sönen heyecan alevinden arta kalan tüketim iştahı" olimpiyat oyunlarına dair hatırlatmaları yazarın.

Katılırız ya da katılmayız ancak olimpiyatları tartışmaya açmayan tabu bir diskurdan izlemek zorunda mıyız? Hem de içinden geçtiğimiz bu insanlık dramında. Spora duyacağımız sevgimiz bir yana, olimpiyatların felsefesini anlamak, bir Müslüman bakışından ölüm nedir, ölümsüzlük nedir bilmek vazifemiz. Görünüşe göre her dört yılda bir düzenlenen Olimpiyatlar her devrin Avrupa-ruhuna göre yeni bir sembol ve dayatma ile karşımıza yeniden yeniden hazırlanarak çıkmakta. Kimi zaman pagan ateşi, kimi zaman kadın sporcunun sayısı olimpiyatlardaki yeri-gücü, kimi zaman sporcunun taytı, şortu, şimdiki zaman LGBT seviciliği, ama her zaman bir yapı bozumu, bir insanlık bozumu.

HANGİ SPOR KALP KASINI ÇALIŞTIRIR?

Hangi sporda hangi kas çalışır, kasların gücü, boksta ve yüzmede büyüklüğü, sırıkla atlamada inceliği ve zarafeti o kasların, kalp kası çalıştıran bir olimpiyat sporu var mı soruları beyin kaslarıma hükmedememenin verdiği acizlikle tüm benliğimi işgal ediyor.

Altın, gümüş, bronz madalyalar sahiplerini bulurken olimpiyatlarda, gökten bir bir 40 bin şehidin madalyonlara asılı fotoğrafı iniyor. Gökyüzüne bir merdiven dayasak uzanıp yetişebilir miyiz şehitlere yoksa bir olimpiyat sıçrayışı, yeni bir rekor mu lazım?

Açılışında İsa'nın son akşam yemeği sembolleri ile ölümsüzleşmek isteyen Paris 2024 Yaz Olimpiyatları kapanışında kaç "ölümsüz" rekortmen çıkardı bakacağız. Aynı anda "kötülüğün sıradanlığı" galip gelirken cihana, gülümseyen kaç Gazzeli bebek mağlup olacak tende cana sayacağız.