Pandemide kurallara uymayan kul hakkına girer!

Pandemi döneminde ilahiyatçılara sorulan sorular da farklılık göstermeye başladı. ''Kovid 19 olan biri oruç tutabilir mi?'', ''Oruçluyken aşı yaptırılabilir mi?'' en sık sorulan sorular. İlahiyatçı Ümit Özdemir'e pandeminin kul hakkı boyutundan başlayıp son kitabı Tıp ve Din'de ele aldığı konulara uzanan sorular yönelttik. İşte cevapları...

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Sağlıkla ilgili konular fıkıh ilminin önemli konu başlıklarından. Özellikle Ramazan'da bu noktada ilahiyatçılara çok fazla soru yöneltilir. Pandemi ile ilgili en çok sorulan sorular neler?

Tıp ve din, tarih boyunca insanlık tarafından en çok önemsenen ve en az insanlık tarihi kadar eski olan iki önemli konu. Pandemi döneminde de bu durum daha da arttı. Her Ramazan sorulan sorulara "Kovid 19 olan biri oruç tutabilir mi?" ve "Evde teravih namazı kılınabilir mi?" eklendi.

Kovid 19 olan bir insanın oruç tutması, onun hastalık boyutuna göre değişen bir durumdur. Hafif geçiyor ve herhangi bir sorun yaşamıyorsa, onun oruç tutmasında herhangi bir engel bulunmamaktadır! Bununla beraber hastalığından sebep bir ruhsat oluşmaktadır! Dilerse bunu kullanarak oruç tutmayıp daha sonra tutmadığı gün sayısınca kazasını yapabilir. Çünkü; İslam dini insan sağlığına ve hayatına çok önem vermektedir. Bir diğer soru ise evde teravih namazı kılınması meselesidir. Teravih namazının cemaatle kılınması Hz. Peygamberin (s.a.v)'in uygulamasıyla sabittir. Ancak daha sonra farz olur düşüncesiyle cemaate kıldırmaktan vazgeçmiştir. (Buhari, Salatü't-Teravih, 1; Müslim, Salatü'-Müsafirin, 177.) Dolayısıyla pandemi sürecinde teravih namazlarımızı evimizde kılmanın hiçbir sakıncası yoktur.

Pandemide uyulması gereken maske-mesafe-hijyen kuralına 'kul hakkı' bahsinden çok fazla bakılmıyor. Bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda İslam dini Müslümanlara nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

İslam dini insan hayatını koruma altına alarak zarar verilmesini ve haksız yere öldürülmesini kesinlikle yasaklar ve bir insanın öldürülmesini bütün insanlığın öldürülmesiyle eş değerde tutar. (Maide, 32) Bu sebepten, özellikle bulaşıcı hastalıkların yaygın olduğu dönemlerde sorumluluklarımızın farkında olmalı ve uyarıları tam anlamıyla dikkate alarak yerine getirmeliyiz. Aksi takdirde hastalanıp hem kendimizi hem de başkalarını tehlikeye atabilir ve insanların zarar görmelerine hatta ölümlerine sebep olabiliriz. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de "kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara, 195.) ve "başkalarına zarar vermeyin" (Hud, 85.) gibi uyarılar yapılmakta ve Müslümanların bu konuda dikkatli olmaları istenmektedir. Çünkü ister kasıtlı ister kasıtsız olsun ihmalkârlık sonucu bir insanın zarar görmesine sebep olmak dinimizce kul hakkı kapsamındadır. Nitekim kul hakkının bağışlanması da hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. Hak sahibi de hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe kişi affedilmemektedir. Bu konuda Hz. Peygamber kul hakkına giren kişilerin ahirette sevaplarından alınarak hak sahiplerine dağıtılacağını, eğer sevapları bu hakları ödemeye yetmezse hak sahiplerinin günahlarından alınarak onların günahlarına ekleneceğini ve bu kişilerin de müflis (borçlu) olarak cehenneme gireceklerini söylemiştir. (Müslim, Birr, 59; Buhari, Mezalim, 10.) Görüldüğü gibi kul hakkı, kişinin Cennet ya da Cehenneme gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir rol oynamaktadır. Hem dünyada hem de ahirette bizlere sıkıntı olabilecek bu gibi durumlarla karşılaşmamak için sorumluluklarımızı yerine getirmeli ve uyarılara dikkat etmeliyiz.

Tıp ve Din adlı kitabınızda güncel pek çok meseleye yer vermişsiniz. Aşı konusunda insanların kafası karışık. Aşıyı reddetmek doğru bir davranış mı?

Aşıyı reddeden insanların sebepleri arasında bu aşıların yurt dışından geliyor olması, içeriği hakkında herhangi bir bilginin kendileriyle paylaşılmaması ve en önemlisi de aşı olan insanların da kovid 19 hastalığına yakalanıyor olması var. Ben de aşı hakkında pek olumlu şeyler düşünmüyorum! Bu düşüncemin sebebi belki yeteri kadar bilgilendirilmemiş olmam da olabilir ancak şunu samimiyetle ifade edebilirim ki bu aşılar yerli olsa ve bizim bilim insanlarımız tarafından üretilmiş olsa o zaman iş değişir. Aşı ile ilgili merak edilen bir diğer soru da "Aşı yaptırmak orucu bozar mı" sorusu. Burada yapılacak en doğru iş, aşı sırası gelenlerin iğnelerini iftardan sonraya bırakmalarıdır. Çünkü bu, İslam hukukçuları arasında tartışmalı bir durumdur.

SÜT BANKALARI İLE SÜT AKRABALIĞI OLUŞUR

Tıp ve Din kitabınızda ele aldığınız konulardan biri de süt bankaları ve sperm bankalarından alınan spermle çocuk sahibi olmak. Bu konulara İslam fıkhının yaklaşımı nedir?

Öncelikle süt bankalarını ele alalım. Günümüzde bazı ülkelerde ihtiyaç sahibi bebeklere verilmek üzere kadınlardan alınan sütlerin muhafaza edildiği süt bankaları kurulmuş ve yaygınlaşmıştır. Ancak bu durum beraberinde ciddi bir problemi de ortaya çıkarmıştır. Bu problem birbirini tanımayan ve belki de ileride birbirleriyle evlenecek olan sütkardeşler problemidir. Nitekim Kur'an'da kişinin sütannesi ve sütkardeşleriyle evlenmesi yasaklanmıştır. (Nisa, 23.) İslam Hukuku'na göre kişinin sütannesi, sütbabası, sütkardeşleri ve diğer bazı süt akrabalarının, öz annesi ve akrabaları gibi olmaları, ilgili ayet ve sahih hadislerle sabit bir hükümdür. Çocuğun doğal olarak başka bir gıdayla beslenip gelişemediği bir dönemde onu emziren kadın, tıpkı onu doğuran annesi gibi hayatının devamına sebep olur ve emziren kadın da çocuğun annesi kabul edilir. Onunla ve diğer bir kısım yakınlarıyla, sütü emen çocuğun evlenmesi haram kılınmaktadır. Genel olarak İslam hukukçularının görüşüne göre çocuk iki yaşını doldurmamışsa midesine inen bir yudum süt bile bu akrabalığı oluşturur.

Süt akrabalığı, bebeğin memeden sütü emmesiyle oluştuğu gibi kadından alınan sütün ona içirilmesiyle de oluşmaktadır. Dolayısıyla süt bankalarından temin edilen sütün emme yaşındaki çocuklara verilmesiyle süt akrabalığı oluşur. Bu nedenle süt akrabalığında herhangi bir karışıklığa meydan vermemek ve dinen haram sayılan bir evliliğe sebep olmamak için süt verenlerle süt emenlerin kimliklerinin kayda alınması ve bu konuda titizlik gösterilmesi şarttır. Süt bankasına farklı kadınlar tarafından verilen sütlerin karıştırılmış olması da bu hükmü değiştirmez. Dolayısıyla süt bankalarının caiz olduğunu söylemek mümkün değildir!

DİNEN DE AHLAKEN DE DOĞRU DEĞİL

Sperm bankaları, Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede faaliyette. Bu bankalara evlenmeden, kimliği belirsiz bir erkeğin sperminden çocuk sahibi olmak için müracaat edenler vardır. Spermleri yetersiz olan kocanın, karısını başka bir erkeğin spermiyle dölleyerek hamile bırakması gibi amaçlarla da kullanılmaktadır. Ancak bu hem dinen hem de ahlaken doğru olmayan ve doğan çocukların hakları açısından da kabul edilemeyecek bir durumdur. Batı'da da ciddi kaygılara yol açan bu mesele, sadece din adamları ve dindar kesimlerce değil birçok sosyal bilimci ve düşünür tarafından da ağır biçimde eleştirilmektedir.

İslam dünyasının bu konu hakkındaki görüşü çok açıktır. Döllendirilecek yumurta ve spermin her ikisinin de nikâhlı eşlere ait olması, yani bunlardan herhangi birisinin yabancıya ait olmaması ve döllenmiş olan yumurtanın, başka bir kadının rahminde değil de o yumurtanın sahibi olan kadının (yani adamın eşinin) rahminde gelişmesi gerekmektedir. Başka bir kadının yumurtası veya kocası dışında yabancı bir erkeğin spermiyle bir kadının hamile kalması ve çocuk sahibi olması asla caiz değildir.

OBEZİTEYİ ÖNLEMEK İÇİN ÖNCE AŞIRILIKTAN KAÇINMAK GEREK

Mide ameliyatları son yıllarda çok rağbet edilen uygulama. Vücuda böyle bir müdahalede bulunmanın hükmü nedir?

Modern hayat, fiziksel aktivitelerimizi her geçen gün biraz daha azaltmaktadır. Otomobillerin ve toplu taşıma araçlarının yaygınlığı, binalardaki asansörler ve yürüyen merdivenlerden dolayı bedenimiz ihtiyacı olan hareketli yaşamdan uzaklaşmaktadır. Bunun sonucunda da insanlar maalesef obezite hastalığına yakalanmaktadır. Obezite sebebiyle insanlar, uzman doktorlardan aldıkları destekle diyet ve spor programları uygulamakta ve sağlığına kavuşmaya gayret etmektedir. Ancak bazı kişilerde bu uygulamalar sonuç vermemekte veya işin kolayı seçilerek cerrahi çözümlere gidilmektedir. Günümüzde bu cerrahi operasyonların en popüleri tüp mide ameliyatıdır. Bu operasyonlar, laparoskopik (kapalı) ameliyat şeklinde yapılmakta ve midenin büyük bir bölümü çıkartılmaktadır. Bu çıkarılan kısım midenin yaklaşık yüzde 80 kadarını oluşturmakta, geriye kalan yüzde 20'lik kısım da tüpe benzeyen bir muz gibi uzun ve ince bir şekilde vücudun içinde bırakılmaktadır. Operasyonun sonunda midenin büyük bir bölümü cerrahi olarak çıkarıldığından tüketilen besinlerin miktarı da sınırlanmakta ve obez olan kişilerin kilo vermesi sağlanmaktadır. Ancak İslam hukukçularına göre bu operasyonlar son çare olarak, sadece tedavi amaçlı yapıldığı zaman caizdir. Çünkü bu durum fıtrata yani yaradılışa müdahale kapsamındadır. Nitekim kişinin kilo vermek için öncelikle uzman bir doktor gözetiminde diyet ve spor gibi uygulamalar gerçekleştirmesi ve sorununu fıtrata uygun bir şekilde çözmesi gerekmektedir. Ancak sorun bahsedilen uygulamalarla çözülemezse ve sağlık açısından ciddi bir durum söz konusu olursa, son çare olarak İslam hukukunun zaruretler yasakları mübah kılar (Mecelle, Madde 21.) ilkesine göre tüp mide ve benzeri cerrahi operasyonları yaptırabilirler. Bu durumlara düşmemek için insanların her şeyden önce israf ve aşırı tüketimden kaçınarak beslenme alışkanlıklarını değiştirmesi gerekmektedir. Nitekim bu konuyla ilgili Kur'an-ı Kerim'de "Yiyin için fakat israf etmeyin çünkü Allah israf edenleri sevmez." (Araf, 31.) buyrulmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber de insanoğlunun, midesinden daha zararlı bir kap doldurmadığını söylemekte ve güzel bir tavsiyede bulunarak en fazla, midenin üçte birini yemeğe, üçte birini içmeye, kalan üçte birini de rahat nefes alabilmesi için boş bırakmaya ayırması gerektiğini buyurmaktadır. (İbni Mace, Etime, 50.)