Oynadığım karakterlerin elinde ‘silah’ olmaz

Hayranları onun için “Türkiye’nin Morgan Freeman”ı diyorlar. Haksız da sayılmazlar çünkü oynamıyor, adeta rolünü yaşıyor… Mayasında sevgi, emek, aşk olan her karakteri oynamaya bayılıyor. Canlandırdığı karakterlerin ‘silahsız’ olmasına dikkat ediyor. Kimden mi bahsediyorum? Tabii ki Altan Erkekli’den… ‘Hangimiz Sevmedik’ adlı dizide canlandırdığı ‘Münir’ karakteriyle her salı evlerimize konuk olan Altan Erkekli’yi dizinin çekildiği Beykoz Kundura Fabrikası’nda ziyaret ettik. İşte, röportajda değil de şiir dinletisindeymişsiniz gibi hissettiğimiz o söyleşiden satırlarımıza yansıyanlar…

‘Hangimiz Sevmedik’, diğer dizilerden biraz farklı… İntikam duygusu yok. Yalılar, lüks arabalar hiç yok. Gösterişten uzak samimi bir mahalle dizisi…

Yeşilçam filmlerine ve Yeşilçam’ın unutulmaz karakterlerine bir selam duruşu niteliğinde hayata geçirilmiş bir senaryo… Samimi bir mahalle kültürünü anlatmaya çalışan, yapmacıklıklardan uzak, hayatın tam içinde bir dizi Hangimiz Sevmedik… Şu an en çok ihtiyacımız olan birlik beraberliğin, yardımlaşmanın, omuz omuza vermenin, paylaşmanın ve sevginin özlemini dile getiriyor. Bunu yaşayanlar bilir tadını… Benim de çocukluğum böyle mahallelerde geçti. Sanırım beni de en çok cezbeden tarafı buydu. Bir diğer nedeni de dizinin senaristlerinin Hocam Turgut Özakman’ın öğrencileri oluşuydu.

Münir, nasıl ikna etti sizi? Ne söyledi size de onu oynamayı kabul ettiniz?

Çok iyi niyetli duygularla herkesin yardımına koşan, kendi içinde naif bir duygusu olan biri Münir… Hem ana hem baba… Herhalde yaşım itibarıyla bu rol uygun görüldü, ben de severek oynamaya çalışıyorum.

Role hazırlanırken Münir Özkul’un hayat verdiği karakterlerden öykündünüz mü?

İzlediğim filmler birer birer gözümün önüne geldi. Gözümün içine hapsettiğim bütün sahneleri hatırladım. Neye kızıyordu, nasıl hüzünleniyordu ya da çocuklarına nasıl davranıyordu… Ve “Bu yazılan satırların arasında Altan Erkekli

olarak böyle bir babayı nasıl oynarım?” diye düşündüm. Altan’ı ve Yeşilçam karakterlerini harmanladım ve Münir karakteri doğdu.

‘MIŞ’ GİBİ OYNAMAYACAKSIN

Rolünüzü öyle gerçek canlandırıyorsunuz ki gerçekten ‘Münir’ ya da ‘Cemal’ diye biri yaşıyor gibi… Bunun sırrı ne?

Teşekkür ederim… Gözlemlerime ve doğuştan yeteneğime borçluyum. Karakteri ‘mış’ gibi oynamayacaksın. Sahnede de ekranda da beyazperdede de gerçek olacaksın. Tabii bunun için de çok fazla gözlem yapmanız, geniş bir hayal dünyasına sahip olmanız gerekiyor. Karakterin içine girme yeteneği tanrısal bir şey… Herkesin hayatın içinde birer görevi olduğu gibi bazılarının görevi de bu… Benim de doğuştan böyle bir yeteneğim var herhalde.

Oynayacağınız karakteri seçerken hangi özelliğine dikkat ediyorsunuz?

Yaşım 61… Oynayacağım karakter 30 yaşlarındaysa duvarda iyi durmayan bir boya gibi olurum, karakter renk olarak beni kusar. İnandırıcı olmaz. Karakterin verdiği duygu ne anlatıyor, ona da dikkat ediyorum. Sonra dünyayı kavgasız, gürültüsüz bırakma düsturu içinde yetişmiş bir insan olarak ‘silahsız’ bir karakter olmasını çok önemsiyorum. Sevmiyorum silahla bir şeyler anlatmayı, kabul ettirmeyi… Her gün şiddetin yaşandığı, bombaların patladığı,

çocukların öldürüldüğü kan gölüne çevrilmiş dünyada bu belki bir hayal ama hayallerinizin peşinden koşmak da önemli… Kısacası mayasında sevgi, emek, aşk olan her adamı seve seve oynarım.

Yeni dizi yeni heyecan, bir yanda da reyting savaşını kaybeden birçok iş var. Dizi öncesi bir tedirginlik, ya olmazsa duygusu yaşar mısınız?

Elbette… Bu duyguları hepimiz yaşıyoruz. İlk uzun soluklu dizim Bir İstanbul Masalı’ydı. 78 bölüm çekmiştik. Bir sonraki proje 76 bölüm sürmüştü. Zannettik ki bu hep böyle devam edecek. Ama kanallar arasındaki bu amansız savaş hiç de öyle bizim düşlediğimiz gibi devam etmedi.

Peki, reyting kurbanı olan bir iş, ardında nasıl bir duygu bırakıyor?

Yıkılıyorsunuz ama insanlar evlerini, ülkelerini terk etmek  zorunda kalıyor. Biz de ekranı terk etmek zorunda kalmışız çok mu?

BAKKAL ÇIRAĞI GİBİYDİM

Tekrar diziye dönersek Hangimiz Sevmedik bir mahalle dizisi. Peki, sizin çocukluğunuzda mahalleniz nasıldı?

Süpermarket yoktu. Günde en az 25-30 kere bakkala giderdim. Yalnız bizim ev için değil, komşularımızın ihtiyaçları için de giderdim. 250 gram pilavlık pirinç, yarım kilo kaymaklı bisküvi, ekmek, Handan Teyze’nin sigarası… Bakkal çırağı gibiydim. O koşuşturma içinde mahalledeki bütün haberleşmenin merkezi olurdum. İşte iki mahalle ötedeki Ulviye Hanım Teyze’nin annesi rahatsızlanmış, bilmem kim teyzeye odun gelmiş… Biz bütün çocuklar koşa koşa yardıma giderdik. O da bize gazoz parası verirdi. Kimsede “Çocuğum sokağa çıktı, ya başına bir şey gelirse?” duygusu yoktu. Çünkü herkes birbirini tanırdı. Herkes herkesin çocuğu gibiydi. Annem Kadıköy’e gidip de biraz geç kaldığında hiç ürkmezdim. Bilirdim ki kapıda kalmazdım. Çünkü ya Necmiye Hanım Teyze ya da Cemile Hanım Teyze beni eve alır karnımı doyururdu. Samimiyet ve güven içinde yaşanan duygulardı. Sosyolog, pedagog, psikiyatr gibi terimler o zaman çok bilinmezdi. Teknoloji bu kadar ileride değil, bayramlar turizme yönelik hiç değildi. Bayramlar, komşuların birbirine daha çok kenetlendiği günlerdi. Şimdi bu anlatılanlar çocuklarımıza masal gibi geliyor. Ne yazık ki şimdi güvenli bir ortam yok. El ele verip imece usulü yapılan turşular, erişteler, salçalar yok. Kapı önünde içilen çaylar yok. Komşuluk kalmadı.

Peki, çocuklarınızı bu dünyanın karanlık yüzünden korumak için neler yapıyorsunuz?

Tabii ister istemez sokağa bırakamıyoruz. “Tanımadığın biri bir şey verirse alma”, “Tanımadığın biri ‘baban ya da annen seni çağırıyor’ derse inanma” gibi iki üç ayda bir yineleyerek telkinlerde bulunuyoruz. 

İki yıl önce TRT 1 ekranlarında ‘Sen Olsan Ne Yapardın?’ adlı programı sunuyordunuz. Türk insanının değişen koşullara inat yardıma muhtaç insanlara el uzatmaktan vazgeçmediğini gösteren bir projeydi. Hem programdaki hem de günlük hayattaki gözlemlerinize dayanarak sormak istiyorum. İnsanlar ne ara bu kadar merhametsiz oldu?

Bütün kötülükler sahtekârlar ve aldatılmalar yüzünden oluyor. İnsanların yardım etme duygusunu sömürüyorlar. Dolayısıyla pek çok insan da kandırılıp aptal yerine konulacağı duygusuyla yardım etmek istemiyor, “Bana ne” diyor. İşte bu ‘bananecilik’ bu ülkeyi daha da kötüye götürüyor. Ama birçoğunun içinde o güzel duygular hâlâ yaşıyor. “Başıma bir şey gelse de doğrudan yana dururum, lafımı esirgemem” diyen güzel insanlar hâlâ var. 

Bu konuyla ilgili okurlara nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Bizden sonra gelecek nesillere daha yaşanılası bir ülke bırakmak için cumhuriyetin erdemini ve manevi değerlerimizi unutmayalım. Birlik beraberlik içinde birbirimizi severek yaşamak dileğiyle…

EV KREDİM VAR EMEKLİ OLAMAM

Altan Erkekli, 70 yaşına geldiğinde ne yapıyor olacak?

Ev borcunu ödemek için sahnelerde olmaya devam edeceğim galiba... 120 aylık bir ev kredisiyle bir ev aldım. 45 ayı bitti. Hatta bu ay ödemeyi geciktirdik, bankadan hemen uyarı geldi. 45 ay ödüyorsunuz 46. ayda dört gün gecikti diye borcunuzun tamamını ödemenizi istiyorlar. Çok acı… Üzülüyorsunuz… İnsanlar 60-65 yaşında emekli oluyorlar ama ben

daha çalışmak zorundayım

TİYATRO, BÜTÜN İNSANİ DUYGULARI AYAKTA TUTTU

Tiyatro kişisel yolculuğunuza neler kattı?

Sevgiyi, iyiyi, güzeli, paylaşmayı, yardımlaşmayı, emekten yana olmayı ve bütün insani duyguları her daim ayakta tuttu.

Çocuk Altan’dan, Altan Erkekli’ye nasıl duygular yadigâr kaldı peki?

Merhameti var. Sevgisi var. Büyüklerine saygısı var. Küçükleri koruma kollama duygusu var. Paylaşma duygusunun verdiği o cebindekini son kuruşa kadar dağıtma var. Doğru bildiğini söyleme var…

Bir kitap okudunuz ya da bir film izlediniz. Bu hayatınıza nasıl nüfuz eder?

O zaman tünelinde yaşamaya başlıyorum. Hayal dünyamda konuşurken o karakterlerden biri olmaya çalışıyorum.

İNŞAAT MÜHENDİSİ OLMAK İSTEDİM ÇÜNKÜ…

İnşaat mühendisi olmak isterken hocanızın bir sözüyle tiyatroyu tercih ediyorsunuz. Bu kadar iyi bir oyunca neden inşaat mühendisi olmak istedi?

58 metrekare bir evde doğup büyüdüm. Evde annem, babam, kardeşim ve ben dört kişiydik. Ben ilkokuldan itibaren hep yatılı okudum. Cumartesi öğleden sonraları gelirdim eve, geldiğimde soba yakılmış, sıcacık odada bir yer yatağı yapılmış olurdu bana. Pazartesi sabah da okula dönerdim. Okuldaki gündüzlü öğrenciler ekonomik durumu

iyi ailelerin çocuklarıydı. Aralarında “Odamda şu var, odamda bu var” diye konuşurlardı. Bir çocuğun odası olabileceğini ilk o konuşmalarda fark etmiştim. E odayı da kim yapar, inşaat mühendisi. O zaman ben de bütün çocukların odası olsun diye inşaat mühendisi olmaya karar vermiştim.