HİLAL TURAN /mhilalturan@gmail.com
Bu yıl güçlü adaylar nedeniyle merakla beklenen 96. Oscar Ödülleri sahiplerini buldu. Oscar'ların habercisi olan Altın Küre ve Emmy Ödüllerindeki yoğun "Oppenheimer" taltifi, beklendiği üzere Oscar'lara da yansıdı. "En İyi Film" ve "En İyi Yönetmen" de dahil olmak üzere tam 7 dalda ödüle layık görülen "Oppenheimer" ve "En İyi Yabancı Dilde Film" kategorisinin kazananı "İlgi Alanı" geceye damgasını vurdu.
İnsanlığa yönelik tarihin en büyük kitlesel katliamlarından Atom Bombası'nı ve Holokost'u odağına alan iki filmin ödüllerle öne çıktığı Oscar'ların gizli öznesi ise hali hazırda dünyanın gözleri önünde gerçekleştirilmeye devam eden "Gazze soykırımı"ydı.
İnsanlığa karşı işlenen iki büyük suçu, biri göstererek gizlerken, diğeri gizleyerek aşikâr eden, birbirinin neredeyse anti-tezi niteliğindeki bu iki film, en önemli Oscar ödüllerini kucaklarken, kırmızı halıların ve görkemli sahne ışıklarının gerisinde açlıkla, bombalarla yok edilmeye çalışan Gazze'nin dumanları yükseliyordu. Geçmişin katliamlarının anlatıları ödüllendirilirken, yeni bir katliamın çığlıkları yükselmeye devam ediyordu.
OSCAR'DAN YÜKSELEN GAZZE MESAJI
Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insanın takip ettiği Oscar gecesine, ödüller kadar Gazze'de aylardır sürdürülen soykırıma yönelik tepkiler de damga vurdu. Ödül töreninden önce Dolby Theatre önünde Gazze'de acil ateşkes için gösteriler yapılırken vicdanlı Hollywood yıldızları da bu sesi dünyaya taşıdı.
Ramy Youssef, Mark Ruffalo, Billie Ellish gibi yıldızlar yakalarında Gazze'de acil ateşkes talebini dile getiren broşlarla, Bir Düşüşün Anatomisi filminden hatırlayacağımız Milo Machado-Graner ve Swann Arlaud ise Filistin bayraklı rozetlerle Kırmızı Halı'da geçiş yaptı. Poor Things'in oyuncusu Ramy Youssef kırmızı halıda verdiği röportajda Gazze'de ateşkes çağrısı yaptı, "Çocukları öldürmeyi bırakın" mesajı verdi.
Sıradışı bir üslupla beyazperdeye taşıdığı Holokost anlatısıyla "En İyi Yabancı Dilde Film" ödülüne layık görülen ve sinema sanatı adına yılın en iyi filmlerinden olan İlgi Alanı'nın yönetmeni Jonathan Glazer'ın Holokost ve Gazze'nin ardında benzer stratejiler olduğuna dikkat çeken ödül konuşması, gecenin en güçlü mesajıydı.
"GÖSTEREREK GİZLEYEN" BİR FİLM: OPPENHEIMER
Gazze'nin gölgesinde gerçekleşen Oscar ödüllerinin "büyük kazananı" Oppenheimer filmi oldu. Atom bombasının mucidi Fizikçi J. Robert Oppenheimer'ın hayatını merkeze alan Christopher Nolan imzalı film, "kahramanın yolculuğu" formülünü geleneksel Hollywood kalıplarına son derece uygun bir şekilde kuran bir yapım. Oscar'a layık görülmesinin nedeni tam olarak bu zaten: Hollywood'un endüstriyel kurallarına ve ABD'nin II. Dünya Savaşı'yla ilgili ulusal anlatısına uygun, görkemli bir yapım. Oscar'ları silip süpürse de Oppenheimer'ın gözlerinde parlayan devasa patlama alevi efektleri, elbette onu "yılın en iyi filmi" yapmaya yetmiyor. Zira bir bütün oluşturamayan hayat kesitlerinin, tarihsel bir temize çıkarma misyonuyla sıralandığı, epeyce yavan ve akmayan anlatım diline sahip bir film Oppenheimer.
Üç saati aşan uzun film süresi içinde "her şeyi açıklama çalışan" Hollywood kalıpları gereği, ünlü fizikçinin hayatı ile ilgili gerekli gereksiz bir sürü detayı seyirci üzerine boca eden Oppenheimer, büyük bütçesinin hakkını veren görkemli ve dehşetli patlama sahnelerinin arkasına en temel hakikati gizlemeyi başarıyor: Ünlü fizikçinin bilimsel keşif ve "ilerleme" miti ışında, büyük bir hırsla ürettiği bombanın, Hiroşima ve Nagazaki'de yüzbinlerce insanın katledilmesi ve nesiller boyu sakat kalmasıyla yaşattığı tarifsiz acı ve travmalar.
Pierre Bourdieu'nun "göstererek gizlemek" olarak adlandırdığı stratejiyle Oppenheimer, çok fazla şey söyleyip hakikati gözden kaçırarak, tarihin en büyük savaş suçlarından birini neredeyse temize çekiyor. Nihayetinde "dünyaların yok edicisi" Oppenheimer'ı atom bombasını icat ederek dünya savaşını sonlandıran, yüzbinlerce insana cehennemi yaşatması pahasına da olsa savaşın devamı durumundaki muhtemel ölümlerin (!) önüne geçen ve kişisel kıskançlıklar sonucu atılan casusluk iftirası nedeniyle hak ettiği ulusal itibara kavuşamamış, mağdur bir "Amerikan kahramanı" olarak sunuyor.
ATOM BOMBASI, GAZ ODALARININ NESİ OLUR?
Oppenheimer'ın göstererek gizlediği en önemli gerçek ise atom bombasını yaratan akıl ile yüz binlerce Yahudi'yi gaz odalarında katleden aklın korkutucu derecedeki benzerliği. Kendileri de Nazi zulmünden kaçan Adorno ve Horkheimer'ın "araçsal akıl" olarak tanımlayarak eleştirdiği ve Batı Aydınlanması'nın temelini oluşturan bu akıl yürütme biçimi, nihayetinde iki büyük tarihsel travmayla sonuçlanıyor: Auschwitzh ve Hiroşima-Nagazaki.
Amacına ulaşmak için tüm kitlesel yıkımları meşru gören, kurbanlarını insandışılaştırarak savaş suçunu meşrulaştırmaya çalışan iki büyük tarihî katliamın felsefi arka planında, Batı Aydınlanması'nın kutsallaştırdığı "modern akıl" yer alıyor. Her iki tarihsel travma da Batı'nın rasyonalitesinin ulaştığı "irrasyonalite"nin korkutucu tasvirleri niteliğinde. Feyeraband'ın "aklo-faşizm" olarak tanımladığı bu aklın izleri ise Ruanda'da, Bosna'da ve son olarak Gazze'de yürütülen soykırımda kendini göstermeye devam ediyor.
Oppenheimer'ın "savaşı bitirmek" amacıyla meşrulaştırdığı atom bombası katliamının yerini aynı akıl yürütmenin uzantısı olarak Gazze'ye aylar içerisinde birkaç atom bombası gücüne denk bırakılan bombalar alıyor. On binlerce Filistinlinin ölümüne ve bir o kadarının da yaralanmasına neden olan Gazze soykırımına tüm dünyanın şahitliğinde gerçekleşiyor olması, atom bombası mucidinden kahraman çıkaran Oppenheimer'a verilen ödülleri de açıklıyor aslında.
"GİZLEYEREK GÖSTEREN" BİR FİLM: İLGİ ALANI
Ödül konuşmasında Gazze'de bugün Holokost sürecindekine benzer bir soykırım ve insandışılaştırma uygulandığını söyleyerek, kitlesel katliamların ardındaki bu "ortak aklı" deşifre eden Yönetmen Jonathan Glazer'ın İlgi Alanı filmi ise, Oppenheimer'ın bakmaya cesaret edemediği, görünmeyenin dehşetine kamerasını çevirerek, kötülüğün sıradanlığına dair sinemasal bir manifestoya imza atmayı başarıyor. Oppenheimer'ın "her şeyi boşluk bırakmadan anlatmaya çalışan" klasik Hollywood anlatı yapısının adeta anti-tezi niteliğinde bir yapım İlgi Alanı. Zira gösterdikleriyle değil göstermedikleriyle izleyicide şok ve dehşet duygusu yaratıyor.
GÖRÜNMEYENİN DEHŞETİ
Sarmaşık güllerle dolu bahçesiyle pastoral bir fonda, sevgi ve huzur dolu bir ailenin sakin ve dingin gündelik yaşamıyla başlayan filmde, zamanla kadraja giren tekinsiz öğeler, bize aslında bir Nazi ölüm kampının bitişiğinde Auschwitz komutanı Rudolf Höss ve ailesine konuk olduğumuzu gösteriyor.
Tüyler ürpertici çığlıkların yanında düzenlenen çay partileri, gül sarmaşıklarının örtmeye çalıştığı krematoryum dumanları, nehir kenarında piknik yaparken su boyunca akan insan kalıntıları, çocukların geceleri misket yerine oynadıkları "dişler", aile babasının eve girmeden önce yıkanan çizmesinden akan kanlar, film boyunca görmediğimiz "duvarın ötesi"ndeki dehşete dair ipuçları veriyor.
Holokost'un üzerine yapılan yüzlerce film ve yazılan kitaplarla adeta bir endüstriye dönüştüğü ve bu alandaki yapımlarda tekrar eden klişeleri temsil eden "Holo-kitsch" kavramının literatüre girdiği bir alanda, Jonathan Glazer belki de ilk defa "göstermeyerek" bu ölçüde seyirciyi sarsabilen bir yapıma imza atmayı başarıyor. Glazer İlgi Alanı filmiyle Holokost anlatısını zamansız ve mekânsızlaştırarak tarihsel bağlamdan ustalıkla çıkarıyor ve Nazizmin geçmişte kalmış bir tarihsel dönem değil hâlâ varlığını süren bir fikir olduğunu güçlü bir şekilde açık ediyor.
Öyle ki, kahvesini yudumlarken kampa getirilen Yahudilerden alındığı çok belli bir kürkü neşeyle deneyen Bayan Höss'ün neşesini izlerken, Gazze'de işgal ettiği bir evdeki eşyaları sırıtarak toplayan İsrail askerinin görüntüsü akıyor zihnimizde. Glazer, kötülüğün sıradanlığına yakın plan yaparak aslında tarihin tekerrür ettiğini güçlü bir sinemasal deneyimle "hissettirmek"le kalmıyor, bakışın sahibini yani biz seyircileri de görünmez suçlu koltuğunu oturtuyor.
Geçmişe dair değil, şimdi'ye dair olanı anlatan, izleyiciyi mağdurla değil faille eşitleyen bir yapımla karşı karşıyayız. İlgi Alanı, soykırım yapılırken başka tarafa bakanları hedef tahtasına oturturken; kötülüğün tanımını yeniden yapıyor. Ve son derece ironik şekilde Gazze'nin çığlıkları yükselirken "şov devam etmeli" diyen Oscar ödüllerinin de sinemasal bir metaforuna dönüşüyor.