Nefes kesen bir macera: Ford v Ferrari

Ford ve Ferrari markaları arasındaki büyük rekabeti gözler önüne seren Ford v Ferrari ya da nam-ı diğer Le Mans '66 (Türkçeye komik bir şekilde Asfaltın Kralları olarak çevrildi), James Mangold'un güçlü yönetimiyle karşımızda…

BAŞAK BIÇAK / basakbicak@gmail.com

Motor sporlarının dünyaca ünlü yarışlarından biri olan Le Mans 24 Saat, daha önce pek çok kez sinemaya konu oldu. Steve McQueen’in başrolünde yer aldığı 1971 tarihli Le Mans’tan, 2016 tarihli belgesel The 24 Hour War’a değin araba yarışlarının bu zorlu parkurunda yaşanan en önemli mücadelelerden biri yeniden beyazperdede… 

GT40, FORD’UN PRESTİJİNİ ARTIRDI

Biri Amerikan, diğeri İtalyan otomotiv devi iki büyük firma arasındaki rekabetin Le Mans 24 yarışlarını, hatta otomobil sektörünü köklü bir değişime uğratacağı ve bugün bile otomobil tutkunlarının sahip olmak istediği en pahalı yarış arabalarından birinin, GT40’ın üretilmesine yol açacağı elbette o dönemin şartlarında hayal dâhi edilemiyordu. Özellikle Ford için… Ancak Enzo Ferrari ile Henry Ford II’ın kişisel mücadelesi sonucu ortaya çıkan GT40, hem üst üste dört yıl yarışları kazandı hem de Ferrari’nin yarışlardaki hegemonyasını sona erdirerek Ford’un prestijini artırdı. Hikâyenin bu haliyle bile sizlere bir Amerikan firmasının propagandasını yapacağı izlenimi verdiğine eminim ki öyle de… Hollywood mahsulü bu tür filmler için aksini beklemek, genelde abesle iştigal oluyor ancak Ford v Ferrari’nin, salt bir propaganda filmi olduğunu söylemek de büyük haksızlık olur. Zira filmin bilhassa finali, şirket politikaları üzerine mühim söylemler barındırıyordu. Peki, bu propaganda havası nereden geliyor? Elbette Enzo Ferrari ile Ferrari firmasının aşırı karikatürize edilmiş halinden. Eğer senaryo ekibi, klasik bir Hollywood klişesiyle İtalyanları karikatürize etmeseydi, Ford’a getirilen övgüler bu kadar gözümüze batmayabilirdi ancak yarış kısımlarında izlediklerimiz bir parça sükût-u hayale uğratıyor. 

SİNEMADAN MUTLU AYRILACAKSINIZ

Yine de az önce de yazdığım gibi, Ford v Ferrari’yi yalnızca bu açıdan ele almak yanlış olur zira karşımızda nefes kesen yarış sekanslarıyla gözünüzü beyazperdeden ayırmanıza engel olan, öykü anlatımında dramatik yapının dozunu enfes bir biçimde ayarlayan, başından sonuna dek keyifle izleyeceğiniz ve sinemadan mutlu ayrılabileceğiniz bir eser var. James Mangold’un, son olarak izlediğimiz Logan (2017) dokunuşu dahi, yönetmenin çizgisinin en büyük kanıtıydı ki Ford v Ferrari de bu açıdan Mangold’un, en önemli işlerinden biri olarak kabul edilebilir ve özellikle yarış sekanslarındaki tercihleriyle, en iyi yarış filmleri listelerine girmeye hak kazanacak kadar kalıcı bir işe dönüşebilir. 

Tabii bu etkide, Christian Bale’in payından bahsetmemek olmaz. Geçtiğimiz sene Vice’ta, Dick Cheney rolüyle epey kilo almış bir halde izlediğimiz oyuncuyu, yine aşırı kilo kaybetmiş bir rolde izliyoruz. Bale bu kiloların hepsini yedi ay gibi kısa bir sürede vermiş ve haklı olarak, oynayacağı karakterler için artık kilo alıp vermeyeceğini açıklamış. Matt Damon’ı hemen her filminde sürekli aynı mimiklerle izlerken, Bale’in kendisini bu denli yıpratmasına gerçekten de hiçbirimizin gönlü razı değil. 

Özetle Ford v Ferrari, Le Mans’ta geçen sahneleriyle soluksuz izleyeceğiniz, baş döndürücü bir yarış filmi fakat ondan da öte, otomotiv sektöründeki rekabeti, pilotlarla işadamları arasındaki çekişmeleri göstermesi açısından da değer kazanan bir yapım. 1966 tarihli Le Mans’ta yaşananların iç yüzünü merak ediyorsanız, kaçırmayın derim.