Mutlu olmak genlerimize mi bağlı?

Bilimsel araştırmalar mutlu olabilmenin yüzde 30-40 oranında genetik faktörlerle ilişkili olduğu gösteriyor. Ama iyi haber şu: Çevresel etkilerle genlerin değişimi mümkün. Yani çevresel ve kişisel faktörleri ne kadar kontrol edebilirsek o kadar pozitif anlamda değişim sağlanabilir.

DR. SEVDA SARIKAYA / sevda.sarikaya@stargazete.com

Neden bazıları daha kolay mutlu olurken, bazılarını mutlu etmek bir o kadar zordur? Bu sorudan yola çıkan bilim insanları, mutlu olmamızı kolaylaştıran genetik bir yatkınlık olup olmadığını anlamak için çalışmalar yapmışlar. Bu konuda hâlâ devam eden araştırmalar var. Çünkü mutlu olabilmek günümüz koşullarında günden güne zorlaşıyor. Ağır hayat şartları, sorumlulukların fazlalığı, doğadan kopup betonun içine hapsolma, en son da dünyanın başına musallat olan bu pandemi dönemi derken mutluluğu bulmak çok zorlaştı. Bütün bunlara rağmen çok kolay mutlu olabilen insanlar var.

Bu konuda yapılan çalışmalar, zihinsel olarak iyi olabilme, tatmine ulaşabilme ve mutluluk halinin DNA’larımızdaki kodlarla ilişkili olabileceğini gösterdi. Bu sorunun yanıtını bulmak için yapılan araştırmalar içinde en değerli olanları, tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan çalışmalar. Çünkü yüzde 100 aynı genleri paylaşan tek yumurta ikizlerinde genetik ve çevresel etkileri ayırt edebilmek daha mümkün. Çift yumurta ikizleri ise diğer kardeşler gibi sadece yüzde 50 aynı genleri paylaşırlar. Araştırmalarda tek yumurta ikizlerinin mutluluk skorlarının, çift yumurta ikizlerine kıyasla daha fazla birbirine benzediği saptanmış. Bu da bize genetik eğilimin mutlu olabilmeye katkısının olduğunu gösteriyor.

Scientific Reports dergisinde 2018 yılında yayımlanan tek ve çift yumurta ikizleri üzerinde yapılan bir çalışmaya göre mutlu olabilmenin yüzde 30-40 oranında genetik faktörlerle ilişkili olduğu gösterilmiş. Geri kalan kısmının ise kişinin çevresel faktörleri, geçmiş tecrübeleri, maruz kaldıklarına bağlı olduğu saptanmış. Tabi bu oran bir kişinin mutlu olabilmesinin yüzde 30-40 genetik etkenlere bağlı olmasını ifade etmiyor, tüm toplum içerisinde genetiğin mutluluğa etkisinin oranını belirtiyor. Yani çevresel faktörleri ne kadar düzeltirsek düzeltelim, genetiğin etkisi hiç de azımsanmayacak kadar büyük. Yüzden fazla ülkenin katıldığı 300 bin kişiden toplanan örneklerin değerlendirildiği başka bir çalışmada, mutlulukla ilişkili 3 gen varyantı tespit edildi. California Üniversitesinden Dr. David Geffen ve ekibinin yaptığı çalışmada, mutlu olma hali ile pozitif ilişkisi bulunan bu gen varyantlarının aynı zamanda depresif olma hali ile ters ilişkide olduğu saptandı. Çalışmanın devamı 2018 yılında yayımlandı ve mutlulukla ilişkili

46 tane daha gen saptandığı bildirildi. Tabi genetiğin etkisinden bu kadar bahsedince bunun değiştirilemez bir şey olduğunu düşünmeniz normal. Ama bu konuda güzel bir haber vereyim. Çevresel etkilerle genlerin değişimi mümkün. Buna da epigenetik değişim adı veriliyor. Bu tür değişimler hem pozitif hem de negatif anlamda yaşanabiliyor.

Yani çevresel ve kişisel faktörleri ne kadar kontrol edebilirsek, o kadar pozitif anlamda epigenetik değişim sağlanabilir. Tabi negatif epigenetik değişimler de var. Örneğin, 2015 yılında fareler üzerinde yapılan bir çalışmada, anneleri tarafından ihmal edilen farelerde strese bağlı DNA’larında epigenetik değişimler gözlenmiş. Nature Neuroscience dergisinde 2009’da yayımlanan bir çalışmada ise çocukluk çağında suistimale uğrayanların beyinlerinde genlerle ilgili değişimler saptanmış. Genlere bağlı bu tür değişimlerin yaşamın ilerleyen zamanlarında geriye döndürülebileceğiyle ilgili bilgiler de var.

Mutluluğun sağlığa olan pozitif etkileri konusunda da yapılan çalışmalar var. Mutlu olma hali hem bağışıklık sistemini güçlendiriyor hem de kalp damar sağlığını koruyor. Hatta yaşlandıkça kısalan telomerlerin daha uzun süre uzun kalmasına bile etkili olduğunu ileri süren çalışmalar var. Bu kadar faydası olan mutlu olma haline kavuşabilmek için bence ilk yapılması gereken şey, kendimizi öncelik haline getirmemiz. Başkalarını mutlu edebilmek için harcadığımız enerjinin en az yarısını kendimize verebilmemiz…