Murat Karahan: Opera zengin bir sanat, zengin sanatı değil...

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü, opera sanatçısı Murat Karahan: ''Opera açık ara dünyadaki en zengin sanattır. Bunu diğerlerini alçaltmak adına söylemiyorum. Fakat opera, dünyadaki bütün sanat dallarının bir gecede sergilendiği tek sanat dalı. Dekor, kostüm, resim, heykel, dans, edebiyat, şiir, orkestra, şarkı, müzik her şey var... Hepsini bir akşamda izliyorsunuz. Bu nedenle dünyanın en zengin sanatı ama zenginlerin sanatı değil. Kendi zengin ama halkın sanatı.''

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

16 Temmuz'da başlayan ve bu akşam "Saraydan Kız Kaçırma" ile sona erecek 13. Uluslararası İstanbul Opera Festivali, 7 Tenor, Tosca, IV. Murat, Carmen gibi birbirinden değerli konser ve temsillerle bu yıl da sanatseverlerin ilgi odağı oldu. Hem göze hem de kulağa hitap eden ihtişamlı sahneler, İstanbullulara sanat dolu günler yaşattı. Biz de Akşam Cumartesi olarak sahne alacağı Tosca temsili öncesi Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü, opera sanatçısı Murat Karahan ile bir araya geldik. Festivali, kariyerini ve opera sanatını konuştuğumuz keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Çok kısa bir süre önce başrolünde yer aldığı Turandot operası için Berlin Staatsoper'de sahneye çıkan Karahan, opera sanatının kendisindeki karşılığına dair detaylı cevaplar verdi, buyurun sohbetimizde...

TURANDOT BENİM İÇİN BÜYÜK BİR MUTLULUKTU

Çok kısa bir süre önce Turandot operasında başrolde yer aldınız. Biraz bu deneyimden bahseder misiniz?

Çok güzeldi. 3-18 Temmuz tarihlerinde dünyanın gelmiş geçmiş en büyük 2-3 orkestra şeflerinden biri olan Zubin Mehta'nın yönettiği Berlin Staatsoper Orkestrası eşliğinde sahnelenen Turandot operasında başrolde yer aldım. 4 temsil yaptık, hepsi birbirinden muhteşemdi. İzleyicinin çok büyük teveccühü vardı. En son temsile de Angela Merkel geldi, kuliste beni tebrik etti. Çocukluğumdan beri idol olarak gördüğüm Zubin Mehta ile temsil yapıyor olmak gerçekten çok güzeldi. Benim opera sanatına girme sebeplerimden en büyüğü annemdir. Annemin teşvikiyle opera sanatına adım attım. Ama kendi içimdeki ikna sürecim Zubin Mehta'nın yönettiği ve Pavarotti, Carreras ve Domingo'nun seslendirdiği 3 Tenor Los Angeles konserini izledikten sonra başlamıştı. Bu nedenle benim opera sanatçısı olma yolumdaki en büyük motivasyon kaynaklarımdan biriydi Zubin Mehta. Ve yıllar sonra onun yönettiği bir temsilde, Berlin Staatsoper gibi dünyanın en önemli opera evlerinin birinde başrolde bir Türk sanatçı olarak ülkemi temsil etmek, büyük bir mutluluk tabii.

Mesleki ve teknik anlamlarının dışında müzik ve opera ne demek sizin için?

Opera açık ara dünyadaki en zengin sanattır. Bunu diğerlerini alçaltmak adına söylemiyorum. Fakat opera, dünyadaki bütün sanat dallarının bir gecede sergilendiği tek sanat dalı. Dekor, kostüm, resim, heykel, dans, edebiyat, şiir, orkestra, şarkı, müzik her şey var... Hepsini bir akşamda izliyorsunuz. Bu nedenle dünyanın en zengin sanatı ama zenginlerin sanatı değil. Kendi zengin ama halkın sanatı. Ben de istiyorum ki bütün halkımız bu zengin sanattan faydalansın. Hiç izlemeyenler, önyargısı olanlar bir kere gelsinler izlesinler, "Ne güzel şeymiş" diyeceklerine eminim. Önyargısı olan herkesi bir kere gelsin izlesin... Ne olacak bir şey kaybetmez, sevmeyen bir daha gelmez... Ama ben eminim yüz kişi izlese en az 30'u "Bir daha gelelim" diyecekler. Bana sosyal medyadan mesajlar geliyor. Beni en çok mutlu eden mesaj şu: "60 yaşından sonra sizin sayenizde opera izleyicisi oldum, ne kadar güzel bir şeymiş. Keşke bugüne kadar izleyebilseymişim." Ben bunu yaptırabiliyorsam insanlara tamamdır, görevimi yerine getirdim demektir.

Türkiye'deki opera izleyicinin yaş grubu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok net bir şey söyleyeceğim. Dünyanın birçok operasında şarkı söyledim, yer aldım. Dünyanın en genç opera ve bale izleyicisi açık bir farkla Türkiye'de. Bu durum beni opera sanatının ülkemizdeki geleceği adına ümitlendiriyor. Çünkü dünyada herkes gençleri nasıl operaya kazandıracağız, kanalize edeceğiz diye uğraşırken bizdeki yaş ortalaması 20, 30 ve 40'larda.Bu çok önemli bir şey.

AMACIM TÜRKİYE'DEKİ OPERA VE BALE SANATINI EN ÜSTLERE TAŞIMAK

Hem bir sanatçı hem de ilgili alanın yönetici konumunda yer alan bir isim olarak aslında çok özel bir yerde duruyorsunuz, yanılıyor muyum?

İşin mutfağından gelen birisi olduğum için dekorcusundan kostümcüsüne, marangozundan solistine kadar herkesin duygularını, hislerini daha rahat anlayabilen biriyim. Çünkü sahne tozu yuttum. 20 yılım buralarda o insanların arasında geçti. Bu nedenle onların duygularını ve sıkıntılarını kolaylıkla anlayabiliyorum. Elimden geldiğince de yardımcı olmaya, kurumumu en üst noktaya taşımaya çalışıyorum. Bu benim için çok önemli. Aslında baktığınız zaman ülkemizin bulunduğu coğrafyada birçok ülkeye nasip olmayacak şekilde 6 yerleşik opera ve balemiz var. Hepsi de devlet tarafından yüzde 100 desteklenen kurumlar. Ama bu 6 kurumun başında olmak aynı zamanda büyük bir sorumluluk. Tek amacım Türkiye'deki opera ve bale sanatını, aldığım yerden daha üst noktalara, daha beynelmilel bir noktaya taşımak. Uluslararası alanda tanınırlığı sağlanmış bir noktaya getirmek için elimden geleni yapıyorum. Ama bu çok da kolay değil. Çünkü bunun için köklü değişimler yapmak lazım. Biz de bunun temellerini attık, meyvelerini de yavaş yavaş topluyoruz. Örneğin Angela Gheorghiu kendi kariyerinde birkaç kez Türkiye'ye konser yapmaya geldi ama bir opera temsili yapmak için ilk kez geliyor. Ve dünyanın gelmiş geçmiş en iyi Tosca'larından bir tanesi... Birincisine Maria Callas dersek, Callas'tan sonra dünyanın gelmiş geçmiş en iyi Tosca'larından biri bu. Angela Georgio çok değerli bir sanatçı ve İstanbul Opera Festivali'nde yer alması da çok kıymetli. Şöyle düşünün buradan sonra Metropolitan Opera'ya gidiyor, oradan da Berlin Staatsoper'e iki Tosca temsili için...

AKM'NİN HAKKINI VERECEĞİZ

13. İstanbul Opera Festivali'nin de 4 yıldır başındasınız...

Sonuçta bugüne kadar gelmiş köklü bir yapımız, çok değerli sanatçılarımız, çok değerli teknik ekibimiz ve çok değerli bir tarihimiz var. Benim amacım göreve geldiğim andan itibaren kurumumu daha ileriye, daha yukarıya nasıl taşıyabilirim, daha beynelmilel bir hale nasıl getirebilirimdi. Tabii bu noktada işimizi çok kolaylaştıran şeylerden biri de Atatürk Kültür Merkezi'nin açılması oldu. İki sene gibi kısa bir sürede tamamlanan ve İstanbul'umuza yeniden kazandırılan AKM'miz, Türk operasının dünya liginde mücadele vermesi için olmazsa olmazlardan bir tanesi idi. Akustiği ve atmosferi yüksek standartlarda, alt yapısı muhteşem. İşte böyle bir salona sahibiz ve bunun da hakkını verecek temsiller gerçekleştireceğiz.

Opera için mekânlar neden önemli?

Örneğin, Royal Opera House, Bolşoy Tiyatrosu, Viyana Staatsoper, Berlin Staatsoper, Verona Arenası diyoruz... Allah nasip etti, çoğunda da söyledim. İşte biz de AKM diyeceğiz, dünya tanıyacak. Bütün büyük solistlerin uğrak yerlerinden biri olacak. İşte ülkemizdeki operayı bu noktaya taşıyabilmenin altyapısı bizde zaten fazlasıyla var. Çok değerli orkestralarımız, korolarımız, solistlerimiz... Bazen opera festivalimizle ilgili şunu duyuyorum, festivale hiç uluslararası grup, topluluk, getirmiyormuşuz... Dünyadaki hiçbir uluslararası opera festivali, yurtdışından kalkıp bir grup veya topluluk getirmez. Kim getirir? Dubai getirir, Katar getirir, çünkü orada yoktur. Benim operam da var balem de. Ben en iyi prodüksiyonları çıkarırım, en iyisini yaparım ki bunu yapabilecek kapasitem hem teknik hem de sanatçı olarak var. Elbette dünyaca ünlü opera sanatçılarını, dünyaca ünlü opera şeflerini davet ederim, getiririm. Zaten dünyada da bütün festivaller bu minvalde yapılır. Örneğin, Verona Arenası'na kimse kalkıp da Berlin'in prodüksiyonunu getirmez. O arenanın yıllardır oynayan Zeffirelli'nin koyduğu Turandot'u var mesela. Kendi prodüksiyonu, kendi korosu ve orkestrasıyla yaptığı festivaline bizleri veya başkasını, uluslararası solistleri ve opera şeflerini davet ediyor. Bu nedenle biz de festivalimizde bu minvalde gidiyoruz. Bence mantığı zaten bu olmalı. Topyekûn yabancı bir topluluğu getirmek yerine, zaten bu işin en önemli noktası olan orkestra şeflerini ve solistlerini getirmek üzerine kurulmalı. Benim orkestralarımın ve korolarımın bir eksiği yok ki yurtdışındakilere göre. Hatta birçok yere göre benim prodüksiyonlarım çok daha üstte. Çünkü bizim imkanlarımız da çok. 'Inhouse' dedikleri, kendi işini kendi yapan bir kurumuz. Kunduramızı, dekorumuzu kendimiz yapıyoruz. 6 ilimizdeki kurumlarımız da dekorunu, kostümünü, kundurasını kendi üretiyor. Böyle bir ekosisteme sahibiz. Buna dünyada sahip olan çok az tiyatro vardır. Avrupa'daki birçok tiyatro kostümünü, kundurasını, dekorunu dışarı yaptırır. Bu da maliyetleri yükseltir. Böylece bizim maliyetlerimiz de düşük kalıyor.

HAYATTA HER ZAMAN KENDİMİZİ HEDEF ALMALIYIZ

Sanat yolculuğunuzda dünyaca ünlü müzisyenlerle buluştunuz, onlarla aynı sahnede yer aldınız. Ama vakti zamanında onlardan eğitim alma gibi bir süreciniz de oldu. Şöyle bir dönüp baktığınızda nasıl değerlendiriyorsunuz bu yolculuğu?

Konservatuvar mezuniyetim ve girdiğim ilk sınavı kazanmamım ardından ilk solist rolümü söylemiştim. Söyledikten sonra aldığım ilk alkışta "Bu benim artık mesleğim" dedim, gözlerim yaşlı bir şekilde. Anneme teşekkür ederken demiştim bunu. İşte o andan itibaren bütün her şeyimi, hayatımı buna kanalize ettim. Santa Cecilia'ya gittim ve eğitim aldım. Çok önemli isimlerle çalıştım, onlardan eğitim aldım. Kendimi her geçen gün daha fazla geliştirdim. Şöyle bir özelliğim var hiçbir zaman 'dur' veya 'oldum' demem. Mutlaka her sabah uyandığımda bir gün öncesinden daha iyisini yapmaya çalışırım. Bu insanı tek düzelikten kurtarır. Örneğin bir temsil yapıyorum, ardından onun kaydını dinleyip, "Keşke burayı böyle yapmasaymışım" diyorum. Dolayısıyla bir sonraki temsilde onun daha iyisini yapmaya çalışıyorum. Bu da sizin kendinizi geliştirmenizi sağlıyor. Kendinizi hedef almalısınız. Bir insanın en güzel yapabileceği şey kendisini hedef almasıdır. Kendinizi hedef alırsanız her zaman daha iyisini istersiniz. Eğer başkasını hedef alırsanız onu geçtiğiniz anda hedefiniz de biter.

Motivasyonunuz nedir peki?

Benim her zaman motivasyonum var. İlki dünyaca ünlü tanınan bir opera sanatçısı olmaktı. Bu tamam ama bir de kalıcı olmak var. 2012'de girdiğim Avrupa'da 10 yılı geride bıraktım. Dünyaca ünlü birçok operada başroller seslendirdim, seslendirmeye de devam ediyorum. 10 yıldır bu piyasada aranan bir tenorsanız doğru yolda gidiyorsunuz demektir. Ama her zaman daha iyisini yapabilirim. Mesele sadece mekân veya gerçekleştirdiğiniz opera değil. Örneğin Ankara'da söyleyeceğim ama bir gün önceki temsilden daha iyisini yapmalıyım orada da. Öte yandan Her çıktığım operada, özgeçmişim her zaman 'Turkish Tenor' diye başlar. Bir Türk sanatçı olarak dünyaca ünlü opera ve merkezlerinde yer almak benim için büyük bir gurur vesilesidir. Bu nedenle her yerde Türk kimliğimle var olmaktan gurur duyuyorum. Önemli olan zaten göğsünü gere gere "Ben bir Türk olarak burada bunu başarabiliyorum" diyebilmektir.

ÖNCELİĞİM HER ZAMAN AİLEM

Hayaliniz nedir bundan sonrası için?

Bunu her insana tavsiye ediyorum. Hayatta her zaman A, B, C, D, E planlarınız olmalı. Eğer sadece tek bir şeye odak kalırsanız ve o şeyi hayatınızın merkezi yaparsanız olmaz. İnsanlık hali bir anda ses teliniz kopabilir ve şarkı söyleyemeyebilirsiniz... Bu nedenle farklı planlar olmalı. Bu sizi hayatta tutar ve hayata bağlar. Benim E planım bile var. Bu planlar her şeyle ilgili olabilir, bir sürü hedeflerim var. Ama tabii önceliğim açık ara ailem. Sağlıklı ve mutlu bir hayatım var, bu zaten dünyanın en büyük zenginliği. Bunu elde edebilmişsem sonraki hedefim sanatsal olarak ulaşabileceğim en üst noktaya ulaşabilmektir. Benim şu anki motivasyonum bu. Allah bana güç verdiği ve sesim olduğu sürece motivasyonum bu olacak. Ama yarın bir gün şarkı söyleme imkânım olmazsa, çok sevdiğim şey var hayatta, her şeyle ilgili. Örneğin Gençlerbirliği de benim tutkularımdan biri. Çünkü futbol da çok sevdiğim bir şey.