Modern hayat profesyonel bir manipülatördür

''Modern hayat, teknik anlamda konfor sağlarken özünde huzuru azalmış, mutsuzluğa meyyal, agresif ve tatmin olmayı bilmeyen bir ruh hali yaşatıyor. Tam olarak bu yönüyle profesyonel bir manipülatördür.'' diyen eğitimci-yazar Ayşe Aydoğdu, Modern Zaman Sendromları'nı yok saymak yerine farkındalık oluşturarak bunlardan kurtulabileceğimizi söylüyor.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Şehir hayatında 7'den 77'ye herkes yorgun. Deprem ve seçim gündemini bir yana bırakırsak genel itibariyle modern hayat hepimizi zorluyor. Kronik Yorgunluk Sendromu, Çok Yoğunum Sendromu, Dağınık Beyin Sendromu, Hayalet Titreşim Sendromu, Kaliforniya Sendromu, Parlayan Nesneler Sendromu ve daha onlarcası farkında olmadan hayatımızı kuşatıyor ve huzurumuzu kaçırıyor. Peki bu sendromlar neden kaynaklanıyor ve nasıl baş edebiliriz? Türedi hastalıklarımıza dikkat çeken Eğitimci-yazar Ayşe Aydoğdu'yla kitabına da adını veren Modern Zaman Sendromları'nı konuştuk.

Modern hayat insanlığa daha konforlu ve iyi bir yaşam mı sunuyor?

Modern hayat profesyonel bir manipülatördür. Konforlu bir yaşam için sayısız imkânlar sunar, bu doğru. Bundan çok değil yüz sene önce sağladığı kolaylık ve kazandıracağı zamanı insanoğlu hayal bile edemezdi. Ancak burada iki önemli soru çıkıyor karşımıza.

Birincisi, kullanmadığımız gücü ve hızlanan işlerden artakalan zamanı neye kullanıyoruz? Kendimize, çevremize ve yaşadığımız dünyaya katma değer oluşturacak iş ya da uğraşlara mı harcıyoruz, yoksa salt ucuz dopamin salgılatan-kısa vadeli hazların ekseninde, ne kendine ne de başka bir varlığa hayrı dokunmayan bir dizi malayani cinsinden işlere mi? İkincisi, "konfor" gerçekten rahatlık ve dinginlik veren, özenilmesi gereken bir hayat tarzı mıdır? Yoksa yorulmayı tercih ettiğimiz, emeğin hâkim olduğu bir yaşam stili mi daha konforludur?

Modern hayat, teknik anlamda konfor sağlarken özünde huzuru azalmış, mutsuzluğa meyyal, agresif ve tatmin olmayı bilmeyen bir ruh hali yaşatıyor. Tam olarak bu yönüyle profesyonel bir manipülatördür. Şunu da belirtmek lazım, konfor; lüks ve zengin yaşam standartları değildir. İnsanın değişim, dönüşüm ve gelişimine engel olan tüm hâl, şart ve ortamlardır. Nitelikli ve seçilmiş yorgunluklarla yorulmayı tercih ettiğimiz, dibe çeken paternlerimizi kırdığımız bir hayat mutmain bir hayatken konfor; ruhumuzu ve irademizi çürümekten kurtarmamız gereken bir bataklıktır.

Modern Zaman Sendromları'ndan kastınız nedir?

Modern Zaman Sendromları'nı, kadim zamanlarda adı sanı bilinmeyen, modern hayat şartlarının gündelik yaşam biçimimiz olmasıyla beraber ruhumuzda ve bedenimizde bıraktığı izler olarak tanımlayabiliriz.

Esasında her dönem kendinden öncekilere göre "modern"dir. Ancak Sanayi devrimi ile teknolojik gelişmelerin hızlanması, şehirleşmenin getirdiği sorunlar, iletişim araçlarının dört bir yanımızı kuşatması, üretim ve tüketim çarkı hızlanırken çalışma stillerinin çeşitliliği, 7/24 kültürü, yeni nesil medyanın cazibesi, sosyal ortamların ve akımların dayatmaları gibi sebepler gündelik hayat pratiklerimizi yeniden şekillendirdi.

Bu değişim ve dönüşümün faturası da diyebileceğimiz bir takım "çıktı"lar oldu. Kronik Yorgunluk Sendromu, Çok Yoğunum Sendromu, Dağınık Beyin Sendromu, Hayalet Titreşim Sendromu, Kaliforniya Sendromu, Parlayan Nesneler Sendromu ilk akla gelenler.

MARUZ KALDIKLARIMIZA MAHKUM DEĞİLİZ!

Neden bu kadar çok sendrom ya da travma var hayatımızda?

Çarpık kentleşme, betonlaşma, araç trafiği ve kaosun hakim olduğu şehir hayatında yaşamak zorundayız. Gönlümüz daha esnek bir çalışma modeli isterken zamanla yarıştığımız, aynı anda birden fazla işe yetişmek zorunda kaldığımız, rekabet ortamının hüküm sürdüğü bir çalışma stiline mecburuz. Hangi alana yönelsek seçenekler tarafından dövülüyoruz, karar yorgunluğu kaçınılmaz oluyor. İletişim teknolojileri işimiz gereği olmasa dahi eğlence maksatlı elimizde, kolumuzda, masamızda, çantamızda ve bildirim bombardımanına tutuluyoruz, tahriklere kapılıyor; görünürlük ve beğeni yarışına giriyoruz. Sosyal medyanın ve sosyal meydanın dayattığı "tred"leri takip etmediğimizde kendimizi geride hatta ötekileşmiş hissediyoruz. Mutluluk ve keyif vermeyen, işimize yaramayan(!) zaman, mekân ve insanları anlamsızlaştırıyoruz. Olmadığım yer en güzeli, yaşamadığım hayat en mutlusu diyerek bir hayalin peşinden gidiyor, kendi varlığımızı değersizleştiriyoruz.

Bunlardan çok daha fazlasına maruz kalıyoruz. Çare yok saymak ya da yok etmek değil. Yönetmek. En makul ve mantıklı strateji budur. Böylece maruz kaldıklarımıza mahkûm olmayız. İnsanın kaderini dahi değiştirebilmesini sağlayan en önemli gücü tepkisini seçebilme özgürlüğüdür. Bunun farkına varıp harekete geçtiğimizde önlemler alıyoruz ve sendromlar azalıyor, düştüysek kalkabiliyoruz. Ben nereye gidiyorum ve oraya giderken bana ne lâzım sorusuna cevap bulmamız gerekiyor. Çıktığımız yola uygun azığı topladığımızda ve o azığın lezzetini alabildiğimizde sendromları bertaraf edebiliyoruz.

Sendroma dönüşmeden bu sorunlardan kurtulmanın bir yolu var mı?

Bunun için bilinçli farkındalık şart. Fark etmek başka farkındalık başka bilinçli farkındalık başka şeyler. Teyakkuz hali yani. Bunun için de temaşa etmek lâzım. Kendimizi ve tüm kâinatı. Temaşa, hayatın ve kendimizin çözünürlüğünü yükselten bir bakış. İnsanoğlunda sıradanlaştırma zaafı var. Her gün gördüklerini ya da sahip olduklarını görmemeye başlıyor. Hayret makamında yaşamak bu körlüğe mâni oluyor. Berrak görmeyi sağlıyor. Bu anlamda hayret, en sadık netlik asistanımız oluyor diyebiliriz.

Herkes 'dikkat'imize talip. Bu yüzden dikkatini yöneten hayatını yönetiyor. Snowboard yapanların direksiyonu bakışlarıdır. Kayarken nazarını nereye çevirirse yolu orası olur. Bir yanı uçurum diğer yanı yamaç olan bir yolda bakışını bir an uçuruma çevirdiğini düşünün. Odaklanmak böyle hayati öneme sahip. Snowboard yapar gibi odağı koruyarak, dikkati yöneterek yaşamak gerekiyor.

Hızdan ağzı yananlar yavaşlama kültürünü yaşama ve yaşatma kampları kuruyor. Fastfood yerini slowfood, metropol hızı yerine cittaslow'ların alması için projeler uygulanıyor.

Jules Payot, İrade Terbiyesi kitabında sinek zihinlilerden bahseder. Bizdeki maymun iştahlılar gibi düşünebiliriz. Sürekli yer değiştiren, yüzeysel yaşayan, bir işe vakıf olamayanlar, daldan dala atlayanları anlatır. Bir şeyde derinleşip diğer şeylerle onu beslemek lâzım. Bunun için de meraklarımızı terbiye etmek, zevklerimizi ehlileştirmek zorundayız. Merak insanı diri tutar ancak savruk meraklar bir alanda köklenmeye engeldir. Bir işi sadece canımız istediğinde yapmak keyfiyettir, sorumluluk değil. Asıl cesaret o işi canımız sıkıldığı halde yapmaya devam etmektir. Hazzı erteleme pratiği sürdürülebilirliği kolaylaştıracaktır. Farkında olmakla kalmayıp eyleme geçelim. Şikâyet etmek yerine inisiyatif alma cesareti gösterelim. Şikâyet etmek, sorumluluğu başkasına atmak, kendini temize çıkarmaktır. Gerçekçi olalım; maruz kaldıklarımızı yok sayamayız, yok edemeyiz ama yönetebiliriz.

TEKNOLOJİK TAHAKKÜM ALTINDAYIZ

Teknoloji kullanımı ile hayatımıza giren birtakım rahatsızlıklar da var. E-hastalıklar dediğiniz bu 'huzursuzluk' kaynakları neler?

En başta Hayalet Titreşim Sendromu. Adını Hayalet Uzuv Sendromu'ndan alan bu sendrom, telefonu bir uzvumuz gibi kabul edip onsuz kendimizi eksik hissetmemiz, sürekli bildirim geldiğini zannederek ekranı kontrol etmemiz gibi bulguları içeriyor. Bir nevi teknoloji ve dijital medyaya olan bağımlılığımızı işaret ediyor.

Gündemi kaçırma korkusu anlamına gelen Fear of Missing Out (FOMO) var mesela. Uzmanlar FOMO'yu sanal bir uyuşturucu gibi değerlendiriyor ve insanın muhakeme yeteneğini kaybetmesine sebep olduğunu belirtiyor.

Kişinin düzenli aralıklarla internette kendi adını aratmasına Ego Sörfü deniyor. Online narsisizm olarak da ifade ediliyor. Sosyal medyada insanların hayatlarını gizlice araştırmak anlamına gelen Stalklama'yı duymayan yoktur. Bir rahatsızlık yaşadığında hastalığın belirtilerini arama motoruna yazarak kendi kendine teşhis koymaya Siberhondrik deniliyor. Bu araştırmaların sonu ne hikmetse hep kansere çıkıyor. Cheesepodding, dinlese de dinelemese de müzik indirme alışkanlığına verilen isim. Sürekli selfi çekip paylaşmak Selfitis, paylaşmayacağı halde günde en az üç selfi çekmek Borderline Selfitis olarak adlandırılıyor. Bir de İnternet Siniri var. Birkaç saniye içinde açılmazsa ekrana hızlı ve sinirle tıklama hareketi. Sosyal medya depresyonu, photolurking, google takibi diye liste uzayıp gidiyor...

Modern insan teknolojik tahakküm altında ve tam bir uğultu değirmeni içinde. Bu noktada sağır kurbağa hikâyesini kendisine hatırlatması gerekiyor. Çevredeki çeldirici uyaranlara karşı sağır olmak hedefe ulaşmanın anahtarı. İnsan iradesini kendi eline aldığında hayatını başkasının programlamasına izin vermez ve kendini yeniden programlar.

AKIŞA TESLİM OLALIM FAKAT AKINTIYA KAPILMAYALIM

Hangi davranış ve bakış açılarımız hangi sendromlara yol açıyor?

Aynı anda birden fazla işe yetişmeyi özel bir maharet zannediyoruz ancak beynimiz buna uygun programlanmamış olduğundan daha uzun zamanda niteliksiz işler yapıyoruz. Bu esnada ciddi anlamda neyi nasıl yapacağımızı karıştırıyor, kafa dağınıklığı yaşıyoruz. Bu da Dağınık Beyin Sendromu yaşamamıza neden oluyor.

Temel sorumluluklarımızı organize edemediğimiz üstüne bir de sanal ve imaj kaygılı yoğunluklar eklediğimiz zamanlar Çok Yoğunum Sendromu'nun izleri görünüyor.

Şehir hayatının kaosu, yoğun çalışma temposu, bağımlılık derecesinde internet kullanımı, sağlıksız beslenme, hareket kısıtlılığı, bozuk uyku düzeni Kronik Yorgunluk Sendromu'nu açığa çıkarıyor. Haz odaklı bir hayat anlayışı Kaliforniya Sendromu'nun habercisi. En iyisini kendisinin bildiğini düşünmek, hiçbir fikri olmasa dahi o konuda bilgisi varmış gibi bilmediklerini belli etmek, her konuda yorum ve fikir paylaşmak Cahil Cesareti Sendromu'nun belirtisi. Haftanın altı günü tek bir rutine uymak ama tatil günü bu rutinin tam tersi yaşamak Pazartesi Sendromu'na zemin hazırlıyor. Çocuklarını adeta putlaştırarak hayatlarının merkezi haline getiren, çocukerkil aile yapısı oluşturan ebeveynleri ise Süper Ebeveynlik Sendromu bekliyor.