ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr
Sadece İstanbul’un değil tüm dünyanın en önemli sembollerinden biri Ayasofya. Yüzyıllardır çok önemli olaylara tanık oldu. Bazen bu olayların öznesi konumundaydı bazense sadece şahidi. Nereden bakarsak bakalım tarihin kendisi idi Ayasofya. Dolayısıyla onun tümüyle sadece bir dine ya da bir gruba ait olduğunu iddia etmek hem ona hem de tüm insanlığa ayıp olurdu. Dünya başkenti niteliğindeki İstanbul’un bünyesinde taşıdığı; konumu, görüntüsü, tarihi ve değeriyle çok önemli bir yerde duruyor bu yapı. Peki mimari açıdan? Onu bu açıdan enine boyuna değerlendirdik mi hiç? Mimar Celaleddin Çelik bu değerlendirmeyi Akşam Cumartesi için yaptı. İşte mimari açıdan Ayasofya…
Ayasofya’yı şehrin sembollerinden biri olarak değerlendirebilir miyiz?
Bu şehrin sembollerinden biri, en etkileyici sembollerinin en meşhuru, en önemlisi. İstanbul’un Osmanlı toprağı olarak yorumlanışının sembolü Süleymaniye ise, daha da eskiye dayanan uzun hayatının ve tarihinin sembolü de şüphesiz Ayasofya’dır. Şehir sembolleri arasında Paris 1889 yılında yapılmış bir endüstriyel yapı, New York 1886 yılında yapılmış bir heykelle, Pisa 1372 tarihli kulesi ile yer alırken, İstanbul ise 532-537’de yapılmış muhteşem bir mabedle yer alıyor, bu şehrin sayısız ayrıcalıklarından biri.
Ayasofya’yı mimari değeri açıdan değerlendirir misiniz?
15 asırlık yaşına rağmen hâlâ nefes kesici bir mekân olmasının yanı sıra, mimarlık tarihinin de köşe taşlarından biri olmaya, kitaplarda, derslerde anlatılmaya devam ediyor. Sıklıkla anılan, büyük önem arz eden bir yapı olması sadece taşıdığı yüklü anlam değeri, sembol oluşundan dolayı değil, yüksek mimarî değerinden, hatta efsanelere konu olarak kadar gizemli detaylarından da kaynaklanıyor. Öte yandan bu seviyede sembolik yapılarda işlev, piramidin alt katmanlarında kalır diyebiliriz. Ayasofya aynı zamanda işlevsel bir yapıdır, ibadethane olarak inşa edilmiş ve bunun gereklerini mükemmel şekilde yerine getiren bir yapı. Ama bu kutlu hacim, basit bir işlev sorunundan çok daha fazlası tabi.
Ayasofya’nın yapımı sonraki mimari eserlere ilham vermiş olabilir mi? Bunu dünyada ve Türkiye’de hangi eserlerde görebiliriz?
Ayasofya, ince uzun doğrusal planına rağmen ana hacmi örten yekpâre dev kubbesiyle, merkezî mekân fikrinin önemli öncülerinden biri sayılır. Bu tek bir büyük örtüyle ana hacmi kapatarak merkezî tek mekân elde etmek fikrinin kendinden sonraki birçok yapıyı doğrudan etkilediği, peşinden sürüklediği söylenebilir. Ancak Osmanlı Mimarlığı’nda merkezî mekân arayışının Ayasofya ile başladığını söylemek yanlış olur. Osmanlıların zirveye taşıdığı bu arayışın kökeni, İstanbul’a gelmelerinden çok önceye, Artuklu Dönemi’ne kadar gider. 1366’da yapılan Manisa Ulu Camii, ana harim bölümünü örten sekiz ayaklı ana kubbesi ile cami mimarisinde merkezî mekân fikrinin erken örneklerindendir. Osmanlılar cami mimarisinde merkezî kubbe fikriyle Ayasofya’da tanışmadılar, ancak İstanbul’un fethinden sonra yaygınlaştığı ve geliştiği söylenebilir.
Ayasofya hakkında kamuoyunda az bilinen detaylar neler?
Bu konuda birçok şey yazılıp çizilmiştir, bunların çoğu şehir efsanesidir, gizemler, sırlar, söylenceler vs. Böyle kutlu yapıları zaten biraz da efsanelerle var olurlar, bunu olağan karşılamak gerekir. Yine de bu efsaneler halesinin arasında gerçekleri bulanıklaştırmaktan kaçınmak gerekiyor. “Az bilinen” diye “çokça anlatılan” şeyler var. Benim okumaktan, anlatmaktan hoşlandığım ve önemli olduğunu düşündüğüm bir detayı aktarayım. On altıncı asrın meşhur Osmanlı tezkîrecisi Lâtifî’nin yazdığı “Evsâf-ı İstanbul” (İstanbul’un özellikleri) adlı eserinden bahsedeceğim. Buradaki Ayasofya bahsi, Osmanlıların bu yapıya bakış açısını açıklayıcı olabilir. Lâtifî bu eserinde Ayasofya’nın resimlerinin (yani projesinin) ve isminin “âlem-i ceberut”tan Hz. Cebrail eliyle getirildiğini söyler. Ayasofya’ya bu perspektiften bakıyor olmaları çok ilgi çekici. Bildiğiniz gibi bugünkü 3. Ayasofya’nın yapım tarihi 532-537 yılları. Hz. Muhammed 571 yılında doğuyor, yani bu mabed inşa edildiğinde henüz İslam Peygamberi doğmamıştır bile. Diğer dinlerden farklı olarak kendinden önceki hak dinleri ve peygamberlerin hepsini kabul edip onların devamı olan İslam anlayışına göre, Ayasofya bir “tevhid mabedi” olarak inşa edilmişti. Yani bir anlamda yapıyı, onu kullanan Hristiyanlardan daha çok kendine ait hisseden, kendi mülkü bilen bir Osmanlı’dan bahsediyorum. Bu detay bana hem çarpıcı, hem de açıklayıcı geliyor.
Altında yer altı giriş çıkışları/yolu olduğu doğru mu?
Evet, bu tüneller asırlardır konuşulur, yakın dönemde ise içine girip ucunun nerelere uzandığı keşfedilmeye, haritalanmaya çalışıldı. Benim bildiğim kadarıyla sonuna ulaşılmış değil. Ben girmedim, ama o tünellere girip bizzat girip Sultanahmet Meydanı’nın altında gezenlerden biri yakın arkadaşım. Mesele şu ki, tünellerin bir yerinden geri dönmek zorundasınız, çünkü ucunun nereye gittiği meçhul. Kadim şehrin yer altı tünelleri ağının birbirine bağlanarak kilometrelerce uzadığı biliniyor, soluğu Silivri’de almak şanslı bir çıkış olabilir!
Ayasofya hem Türkiye hem de dünya insanlığı için önemli bir yapı…
Dünyanın en görkemli yapıları, mabedler olmuştur. Şehirler içinde İstanbul, dünyanın göz bebeği bir kent. Bu kentin en kıdemli mabedi, Ortodoks - Katolik çatışmasının ortasında bir kilise. İstanbul’un fethi ise İslam Medeniyeti ile Hristiyan Batı arasındaki kavganın noktalandığı yer. Türklerin temsil ettiği İslam Medeniyeti, kesin biçimde galip geldi, İstanbul’un fethi bu galibiyetin, Ayasofya’nın cami olması da bu fethin sembolü oldu. Meryem ve çocuk İsa mozaikleri, İmparatoriçe Zoe’nin hikayesi, mermer panoları, sütunları, ikonaları, dev kubbesi, galerileri, aşınmış mermerleri, Kazasker elinden çıkma dev hat levhaları, velhasıl her katmanı, her unsuru ile bir bütün olarak müthiş bir insanlık mirası.
İnsan eliyle yapılmış bir mekân, nasıl böyle tüm insanlığa hitap eden bir değer kazanmış olabilir?
Mimarlığın ortaya çıkışı, mabed inşası ile başlıyor. Yani insanlık, tapınmak ve Tanrı’ya armağan etmek üzere inşa ederken mimarlığı icad ediyor aslında. Evler, barınma ve yaşama için, halk kendisi inşa ediyor. Ama Tanrı için inşa edilecek yapı, profesyonel bir tasarımcısının konusu oluyor ilk defa. Mabedler insanlık tarihi boyunca, hemen her coğrafya ve kültürde üretilen en özenli, en aşkın, en görkemli, en ustalıklı işleri oluyor mimarların. İnsan eliyle, aşkın bir dünyaya dair ortaya konmaya çalışılan mekânlar. Mimarî kurgunun, inşaatın mükemmelliği yanında içindeki zanaatler, sanat eserleri, tasvirler, yazılar, tekstiller, cam işleri, ahşap işleri, her şey insanlığın yapabildiğinin en iyileri, zirveleridir. Ayasofya da böyle, Süleymaniye de Panteon da, Ur Zigguratı da böyle. İmparator Jüstinyen’in “Süleyman Mabedi’ni geçmeye niyetlenircesine bir motivasyonla” inşa ettirdiği bu özel yapı da insan eliyle yapılmış, ama yüksek duyguları, aşkın bir kavrayışı mimarî ile ifade eden, insanlığın ortak mirasına hiçbir çağda görmezden gelinemeyecek katkıda bulunan bir değer olmuştur.
Fetihten sonra camiye dönüştürülmüş olması sizce günümüze kadar taşınmış ve korunmuş olmasında bir etken mi?
Şüphesiz öyledir. Şunu hatırlamak faydalı olabilir, Ayasofya uzun ve bereketli ömrünün üçte ikisini kilise, üçte birini ise cami olarak geçirmiş. Osmanlı İstanbul’u fethettikten sonra bu yapıyı bir gözbebeği gibi korumuş ve onu yaşatmaya çalışmış. Ele geçirildiğinde tüm şehir gibi Ayasofya’nın da harap vaziyette olduğunu biliyoruz. Osmanlı için çok kıymetli olduğu için her devrin en iyi mimarları onarımları yapmış, gerekli ilavelerle zenginleştirmiş yapıyı. Modern koruma kuramı ile değerlendiremeyiz dönemin yaklaşımını, yaşayan, yaşatılan mekânlar bunlar.