Menekşe gözlere veda…

Sinemamızın dört yapraklı yoncasının ürettiği kadın temsilleri arasında Fatma Girik, ağırlıklı olarak başkaldıran, kafa tutan, erkeksi halk kızı olarak öne çıkıyordu. Girik, sinemamıza miras bıraktığı kadın temsilleriyle özdeşleşen bir yaşam sürdü. Oyuncu olarak hayat verdiği erkeksi bitirim kadın ve anaç Anadolu kadını temsilleri, kişisel yaşamında da kendi gerçekliğine dönüştü.

HİLAL TURAN / cumartesi@aksam.com.tr

Türk sinemasının "Dört Yapraklı Yoncası"nın kıymetli parçası, Yeşilçam efsanesi Fatma Girik, geride büyük bir sinema mirası bırakarak hayata veda etti. Fatma Girik, 200'e yakın filmde canlandırdığı karakterlerle, Türk sinemasında toplumsal hayatı yansıttığı kadar hayatın bir parçası haline de gelen kadın temsillerine hayat verdi.

Üzücü haberi gördüğümde ilk "Boş Beşik"te yavrusunu kapan Kartal'la uçurumun kenarında ölesiye bir hınçla ve olana çaresizliğiyle kavgaya tutuşan yörük kızını hatırladım. Fatma Girik tabiri caizse "oynamadan" oynayan; öfkesi, hüznü, sevinci, kederi hangi duyguyu canlandırıyorsa bunu yaşayan ve seyirciye de yaşatan güçlü bir kadın aktördü. Bu unutulmaz sahneyi "bize hissettirdikleri"yle birlikte hatırlamamız tam da bu yüzden.

Fatma Girik, Türk toplumunun her kesiminden çok güçlü, meydan okuyan ve zorluklara göğüs geren kadın temsillerine hayat verdi. Anadolu'nun güçlü kadınlarından, büyük şehirde evlatları için saçını süpürge eden cefakar analara; eril dünyada varolabilmek için dişi yanlarını feda eden erkeksi kadınlardan "Hazretli filmler"deki dini karakterlere, hayattaki tek amacı sevdiği erkeğe kavuşmak olan gözü yaşlı melodram kadınlarından Kemal Sunal'lı fantastik komedilere kadar geniş bir yelpazedeki filmlerde canlandırdığı karakterlerle toplumsal belleğimizde silinmez bir iz bıraktı.

ÇOK YÖNLÜ BİR SİNEMA EMEKTARI

İşçi bir baba ve ev hanımı bir annenin üç çocuğundan biri olarak Sultanahmet'te tek göz bir odada dünyaya gelen Fatma Girik'in yaşam öyküsü, Yeşilçam'ın kenar mahallelerinden şöhrete uzanan kadınlarının melodram kalıbıyla oldukça benzer ilerledi. Çok küçük yaşta evin geçimine katkı sağlamak için annesiyle birlikte geldiği film setlerinde sinemayla tanışan Girik, figüranlık yaptığı birkaç filmin ardından ilk başrolünü Leke (1957) filminde oynadı. Girik'in sinema yaşamının dönüm noktası ise rol aldığı Ölüm Peşimizde (1960) filmiyle birlikte dönemin en önemli yönetmenlerinden Memduh Ün'le tanışması oldu hiç şüphesiz. Uzun soluklu bir aşka evrilen bu beraberlikte birlikte Memduh Ün, Fatma Girik'i "doğru projeler"e yönlendirerek, sinema kariyerini belirledi ve ona yön çizen bir mentorlük rolü de üstlendi. Yapımcılığını Memduh Ün'ün yaptığı Keşanlı Ali Destanı (1965) filmindeki oyunculuğuyla, Altın Portakal'da sinema kariyerinin ilk büyük ödülünü kazandı. Bu beraberliğin de dolaylı etkisiyle Fatma Girik, yalnızca oyunculukla sınırlı kalmayıp, dekor tasarımından senaristliğe, sanat yönetmenliğinden yapımcılığa kadar sinemanın her alanında emek verdiği bir sinema öyküsüne imza attı. 60 yıllık bir beraberlik sonucu 2015'te vefat eden Memduh Ün'ün kaybını "Evimin tavanı çöktü gibi hissettim" diyerek anlatması, Ün'ün Girik'in yaşamında kapladığı yeri veciz bir şekilde özetliyordu.

YEŞİLÇAM'IN GÜZELLİK MİTİNİ YIKTI

Sinemamızın dört yapraklı yoncasının ürettiği kadın temsilleri arasında Fatma Girik, ağırlıklı olarak başkaldıran, kafa tutan, erkeksi halk kızı olarak öne çıkıyordu. Çoğunlukla Türk sinemasının geleneksel kadın temsillerine hayat verse de Girik, Yeşilçam'ın bir arzu nesnesi olarak sunulan "güzel yüzlü naif kadın" portresinin dışına da çıktı. Bilhassa Kambur (1973) filminde canlandırdığı, bedensel engelinden dolayı toplum tarafından ötekileştirilen kadın karakter, sevdiği için gözlerini verebilen fedakarlığıyla geleneksel Türk kadın temsilinden uzaklaşamasa da, fiziksel kusurlarıyla her daim "kusursuz güzellik"le perdede yer alması beklenen yıldız kalıbına güçlü bir direniş niteliği taşıyordu.

Ağırlıklı olarak kırsal kesimin cefakâr kadınlarına hayat verdiği köy filmlerinde de "ideal güzel kadın miti"ni yıkan karakterleriyle, diğer yıldızların perdede görünmekten kaçındıkları yaşlı ve bakımsız rollere bürünmekten çekinmiyordu. Nitekim 1982'de Ses dergisine verdiği bir röportajda, seçtiği projelerle Yeşilçam'ın diğer yıldızlarının hayat verdiği "masalsı karakterler"in dışına çıkmaya çalıştığını ve "hayatın içinden gerçek karakterlere yer verme" yönündeki motivasyonunu açık bir şekilde vurguluyordu.

ANADOLU KADININ GÜÇLÜ TEMSİLİ

Fatma Girik çok farklı kadın karakterlere hayat verse de akıllarımızda en çok yer tutan filmleri, güçlü Anadolu kadınlarını yansıttığı köy filmleriydi kuşkusuz. Ezo Gelin (1973), Boş Beşik (1969), Büyük Yemin (1969), Toprak Ana (1973), Yılanların Öcü gibi unutulmaz filmlerinde, Nuri İyem'in tablolarında dile gelen o sert ve kararlı, zorlukların yıkamadığı, güçlü köylü kadın portrelerini anımsatan Anadolu kadınlarına hayat verdi.

Bilhassa Şerif Gören'in yönettiği Yılanların Öcü (1985)'nde canlandırdığı Irazca Ana karakteri bu temsiller arasında öne çıkıyordu. Toplumun gözündeki sağlam imajıyla otoriter ve başkaldıran bir güçlü kadın karakterine imza attığı bu filmde final sahnesindeki delirme performansıyla hafızalarda iz bıraktı. Köy filmlerinde kimi zaman yokluk, kimileyin yerleşik gelenekler kimi zaman da ağalık sistemine karşı mücadele eden, tabir caizse "tırnakları kısa katıksız kadın, katıksız ana" Anadolu kadını temsillerini sinemamıza bıraktığı en önemli mirastı şüphesiz.

SİNEMAMIZIN ERKEK FATMA'SI

Fatma Girik'in sinemamıza bıraktığı temsillerin bir diğer örneği de Belalı Torun (1962), Erkek Fatma (1969) Şoför Nebahat (1970), Dağdan İnme (1973), Kara Peçe (1974) gibi zor koşullarda hayatta kalabilmek için dişiliğinden vazgeçmek zorunda kalan "erkeksi kadın" karakterlerdi. Bilhassa Şoför Nebahat (1970)'te babasının ölümünden sonra ailesinin geçimini sağlamak için "erkek işi" olarak görülen baba mesleği taksiciliğe başlayan genç kız karakteri, gündelik hayatın kalıplaşmış ifadelerinden biri haline geldi. Şoför Nebahat, bol argolu konuşmaları ve kasketli sigaralı bitirim tarzıyla, "eril" kamusal alanda hayatta kalma adına kadınlara sunulan, Deniz Kandiyoti'nin "ataerkil pazarlık" olarak tanımladığı bir cinsiyetsizleşme reçetesiydi aslında.

TEMSİLDEN GERÇEKLİĞE DÖNÜŞEN BİR YAŞAM

Fatma Girik sinemamıza miras bıraktığı kadın temsilleriyle özdeşleşen bir yaşam sürdü. Oyuncu olarak hayat verdiği erkeksi bitirim kadın ve anaç Anadolu kadını temsilleri, Fatma Girik'in kişisel yaşamında da kendi gerçekliğine dönüştü. 80'li yıllarla birlikte cinsel özgürlükçü kadın temsillerinin geleneksel kadın tiplemelerinin yerini almasıyla birlikte adım adım sinemadan uzaklaşan Girik, 90'lı yıllarla birlikte rotasını televizyon ve siyasete çevirdi. 90'lı yıllarda hayat geçirdiği ve sevgi kadar nefret de kazanan "Söz Fato'da" programındaki sunumu, filmlerindeki erkeksi kadın temsilinin de izdüşümü gibiydi. Dört yapraklı yonca arasında halka en yakın ve en aktivist isim olarak farklılaştığını söylemek de yanlış olmaz. Yine bu temsilin devamı olarak okuyabileceğimiz bir belediye başkanlığı dönemi de sığdırdı hayatına (1989-1994).

Sinema kariyerine çok sayıda ödül sığdıran Fatma Girik'in menekşe gözleriyle hayat verdiği kadın temsilleri ise kültürel belleğimizde yaşamaya devam edecek.