Medyatik notlar: Mevsimsel geçiş

Yaz bitti, bitiyor derken sonbahar da yol aldı gidiyor. Gündelik hayatta işaretler belirdi de ekranlara bakınca mevsimsel geçişin emareleri neler? Yaz dizileri yaprak dökerken kışlık raflarda hangi diziler var?

ZEYNEP TÜRKOĞLU / zeynoturkoglu@gmail.com

Uzun, sıcak, nemli, ara ara irili ufaklı depremli ve tabii ki pandemili, maskeli bir yazın sonuna geliyoruz. Günün tarihine baksanız bu geç kalmış bir cümle, Ekim’in ilk haftası bitmiş, hangi yaz! Ama ne yapalım, ayağını sürüye sürüye bitiyor. Bir tarafta yağmur, arada şiddetli dolu, fırtına, derken yine hoop; Temmuz sıcakları… Her şeye rağmen son virajı almış, sonbahar üzerinden yeni döneme kesin girmiş olmalıyız; hem hava tahmin raporları, hem hissedilen sıcaklık, hem bültenlerin ‘balık tezgâhtan neye göre seçilir’ anonslarından sonra, en iyisi buğulama mı, ızgara mı, tava mı haberleri bunu söylüyor.

Mevsim geçişini sadece ekrandan verilen bilgilere göre yaşayan, açık hava ile temâsı kalmamış bir sera bitkisi gibi konuştum galiba. Hâlbuki en sevdiğimiz mevsim geçişi işareti olan ince pikeden, ondan az kalın, battaniyeden hayli hafif örtüye de terfi edildi bugünlerde. Daha az serin meşrubat, daha çok çay… Artık bütün gece değil, gece uyumadan son kez, sabah uyanınca koşa koşa ortam havalandırmak için açılan pencere… Yalın kat gömlek değil, tedbiren ceket, hırka… Giyim kuşamda öyle çok açık renklerden kaçınma… Sabahları hazırlanırken gafil avlanılan birkaç seferden sonra şemsiyeyi portmantonun derinlerinden çıkarma ihtiyacı… Grip mevsimi ve salgının kombo yapması endişesi… Doktora, eczacıya, daha olmadı ailenin bilgi küpüne, “Ya sen bilirsin, hangi vitamin daha şey… Yani böyle hasta değilim de, biraz yorgunum. Yok canım, korona değil, bende her sonbahar oluyor zaten böyle, bir vitamin içsem iyi olur, o kadar…” konuşmaları. Ve yine bitirilmeden, içinden belki ancak bir hafta istikrarla kullanılmış yarı dolu vitamin/takviye şişeleri. İşte bunlar hep sonbahar…

Ha tabii saydıklarım, sayabileceklerim içinde sonbahar olduğu kadar, 2020’yi, salgını da vurgulayan şeyler var. Geçen sonbahar, salgının olmadığı bir dünyada biz ne yapıyorduk düşünceleri… Nerelere çıkıyorduk bir akşam vakti? İnsanlar evlerine işten, okuldan, oradan, buradan sokaktan döndüklerinde, günün olan biteni içinde ne anlatıyorlardı birbirlerine? Şimdi eğitimin hangi aşamasının online, hangisinin yüz yüze olacağının yeni haberlerini bekliyoruz. Haber kanallarındaki tartışma programlarında dış politika/korona gündemlerini bazen tek tek, bazen iç içe veya dönüşümlü seyrediyoruz. Son yılın virüsü kovid-19 ama savaş da bir salgın. Baksanıza, oradan oraya atlıyor, hiç de ölmüyor, sadece başka sebeplerle gündemin gerisine düşüyor ama dünya üzerinde oradan oraya sıçramaya devam ediyor.

Hani sera bitkisi değildim, mevsim geçişini ekransız anlatıyordum? İnceden girmişim, kendime bile sezdirmeden. Neyse olan oldu, bu koldan devam… Ki zaten mevsim geçişini gördüğümüz mü dersiniz, soluduğumuz mu, bir şekilde fark ettiğimiz dizilerden bahsedecektim zaten. Mevsim geçişini diziler üzerinden iki şekilde gözlemleyebilirsiniz; yeni sezonda hayata merhaba diyenler ve yaz sezonundan kalma, modifikasyon gösterenler...

YAZ SEZONUNDAN KALMA, MODİFİKASYON GÖSTERENLER

Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye Abla, diyesim geliyor bazen. En çok da yaza serin bir limonata olarak başlayıp, durdukça demli bir çaya dönmesi beklenen dizilere baktıkça. Var böyle bir tür. Haziran-Temmuz aylarında, haftanın bir iki akşamını renklendirmek için giriyorlar hayatımıza. Ezberlediğimiz bir hikaye; asi, yakışıklı, karizmatik, zengin veliaht olarak sunulan, ama sokakta görsen, “Arıza mısın sen kardeşim! Bu ne kibir, git kumda oyna” diyeceğin esas oğlan, dünyanın en güzel, en fakir ama gururlu, en kişilikli, en sakar, en yaratıcı ve en sempatik kızıyla zorlama bir kurguda tanışır. Bu iki yıldız sırayla solo, eski aşkları da arkada caz yapar. Böyle bulutsu, uçuş uçuş krizler üfürükle dağılır, sonunda iki genç aşklarını itiraf eder. Zaten o arada Eylül de gelmiştir, siz de beklersiniz ki, müsaadenizle deyip çekilsinler. Ama işte kızla oğlan ve diziyle seyirci arasındaki “ceyran” tutmuştur. Kanal yapımcıya devam demiştir. Tamam, zaten yaz sezonu dizi tarlasının serası, bakarsın gider. Ama işte yazın hafifliğinden sonra sezonun ilerleyen dönemine tutunmak için daha derin çatışma yaratabilmek de o kadar kolay değil. Yaz dönemini deneyerek ekrana çıkan dizilerden final yapanlar var. Gençliğim Eyvah bunlardan biri. Zengin oğlan fakir kız kombinli Sen Çal Kapımı ise hikâyeyi komedi unsurları ile desteklemeye devam etse de dramın dozunu koyultacak gibi görünüyor. Ama ne yalan söyleyeyim, bir ayağı çukurda. Çünkü bir kervan bu kadar da yolda dizilmemeli…

YENİ SEZONDA HAYATA MERHABA DİYENLER

Bunlar tıpkı yazlık giysilerin hafifliğinden sonra özlenen koyu renkli yünlüler gibidir. Çarpar, sarar, ısıtır, iddialı ve etkileyicidir. Tutulur kalırsın, bahara kadar ayrılmayı düşünemezsin. Güven ve istikrar ararsın. Misal, bir İngiliz dizisi uyarlaması olan Sadakatsiz koyu atmosferli sarsıcı fragmanı ile dikkatleri çekmeyi başardı. Bunda Cansu Dere’nin hazır izleyicisinin de etkisi var. İyi bir başlangıç yapsa da Kuruluş’un gerisinde. Konunun Türk aile yapısına ne edip etmeyeceği tartışmasına şimdilik girmek istemiyorum, zira daha geçen hafta canlı yayında DNA testi açıklayan programı seyretti bu gözler. Nasıl olur bile diyemiyor insan. Öylesine akıl, vicdan ve izan dışı. Neyse oldubitti diyelim ve dönelim diziye. Şöyle bir handikap bekliyor bu diziyi bana göre; uyarlama işlerin orijinali sezonda 5-6 bölüm, bölüm başı süre de 50-60 dakika. Bizimkilerin matematiği bambaşka, Ekim’den Mayıs’a, hatta bazen Haziran’a kadar, sezonda 30-35 bölüm. Bölüm başı kaç dakika olduğu meselesine hiç girmiyorum bile. Gerçi bir senarist dostum Türkiye’deki dizi sektörünün ne kadar yakınsa da uzun bölümlerden vazgeçemeyeceğini, alışılan gelir düzeyinin, pasta payının terk edilemeyeceğini, bunu yapımcının da, yönetmenin de, senaryo ekibinin de, oyuncunun da zaten ciddiyetle istemediğini anlatmıştı. Sonuçta olan galiba işçiye oluyor. Aman neyse, ağzı purolu yapımcılar, bohem yönetmen ve oyuncular çıkarlar 1 Mayıs’ta Gezi’ye. Zaten mesele de süre değil, ben hâlâ anlamadım mı?

Hülasa; orijinali bu kadar öz, kompakt bir işi sezon ve hatta sezonlar boyunca yürütmenin de maliyeti bizim seyircimize kalıyor; sünmüş, havası kaçmış, saçaklanmış, rayından çıkmış bir diziyi alışkanlıkla seyre devam ederek. Yabancı ve yerli diziler arasında yapım ve üretim anlayışı farkı sürdükçe, biz de yeni örnekler üzerinden eski meseleyi konuşmaya devam edeceğiz.

Asıl heyecan geçen hafta tarihi dizi sayfamıza eklenen yeni yaprakla yaşandı. Büyük Selçuklu, büyük heyecan! Bu konuya ciddi ve esaslı eğileceğiz, ama ciddiyet dışı şunu söyleyip kaçmak istiyorum; Terken Hatun? Aşk olsun sana! Günümüz seyircisinin yadırgamaması için üşenmemiş estetik operasyonlara girişmişsin. Vallahi ayakta alkışlıyorum!