MERVE YILMAZ ORUÇ / merve.oruc@aksam.com.tr
Belgesel yapımcısı ve fotoğraf sanatçısı Ömer Faruk Aksoy'un kutsal topraklarda objektifine yansıyan fotoğraflarından oluşan "Bir Belgeselcinin Hicaz'da 40 Yılı" isimli sergisi, Kuveyt Türk'ün katkılarıyla Beşiktaş'taki TBMM Milli Saraylar Saray Koleksiyonları Müzesi Sanat Galerisi'nde açıldı. Aksoy'un, Mekke ve Medine'yi de kapsayan Hicaz bölgesinde 1980'li yılların başından itibaren özel izinlerle çektiği müstesna fotoğraflardan oluşan sergi, İslam medeniyet tarihine de ışık tutuyor. Genişletme çalışmaları ve düzenlemeler nedeniyle sürekli değişen Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi'nin değişim ve dönüşüm sürecine herkesin şahit olmasını sağlayan sergi, ecdadımızın kutsal topraklarda inşa ettiği tarihi eserleri, yapılan ilaveleri, ibadethanelerdeki benzersiz hatları gözler önüne seriyor. Sanatseverler, 31 Ekim Pazartesi gününe kadar sergiyi ziyaret edebilecek.
2 HAFTA DİYE GİTTİĞİM SUUDİ ARABİSTAN'DA 37 YIL YAŞADIM
Bu sergiyi anlamak için sanırım öncesinde sizin geçmişinize bilmek gerekiyor. Sinema konusunda kendinizi geliştirmek için 20'li yaşlarınızda Avrupa'ya gidiş hikâyeniz var. Hem de babanızın karşı çıkmasına rağmen. Bu çok istediğiniz bir alandı sanırım...
Fotoğraf çekmeye 11 yaşında babamın hediye ettiği makine ile başladım. Sonra kendime 8mm kurmalı film kameralarından aldım. İmam hatip lisesinde okuyordum. Okulda fotoğrafçı, filmci diye meşhur olmuştum. Çok hoşuma da gidiyordu bu durum. Ben de sinema okumak istedim. Ancak bizde o dönem böyle bir okul yoktu. Bu işi en iyi Hollywood'da öğrenirim diye düşündüm. Ama Hollywood çok uzaktı. Önce ayağımı Avrupa'ya atmalıyım dedim. 1972 yılıydı. Bu arzumdan babama bahsettim ama izin vermedi. Ben de kimseye haber vermeden evden kaçtım. İstanbul'dan Paris'e gittim. İki hafta Fransa'da dolaştıktan sonra İsviçre'ye geçtim. Yaşamıma devam etmek için farklı işler yaptım. Kablo TV için yollar bile kazdım. Fotoğrafçılık eğitimi aldım. 1974 yılında Türkiye'ye döndüm. Babam değişeceğimi düşündüğü için istemiyordu gitmemi. Ama babam baktı ki ben gittiğim gibi döndüm beni affetti.
Peki Yeşilçam serüveniniz nasıl başladı?
Türkiye'ye döndüğümde babam beni Yücel Çakmaklı ile tanıştırdı. Onun sayesinde Milli Türk Talebe Birliği Sinema Kulübü'ne girdim. Orada tanıştığım kişilerle sinema alanında işler yapmaya başladık. Mesut Uçakan, Osman Sınav, İsmail Güneş bu isimlerden bazıları. 1974 ila 1979 arasında beş yıl Yeşilçam'da çalıştım. Aynı zamanda Yüksek İslam Enstitüsü'ne devam ettim. Bugünkü ilahiyat fakültesi yani. Yeşilçam'daki ilk profesyonel işim Haşhaş filmi idi. Kamera asistanı olarak çalıştım. Ayhan Işık oynuyordu. Fatma Girik'in oynadığı İntikam Meleği'nde de kamera arkasını çektim. Cüneyt Arkın ve daha birçok isimle çalıştım. Ancak benim aklım, gönlüm Batı'da idi. O yüzden yeniden Avrupa'ya çıkmak istedim. 1980 yılında mezun olunca Londra'ya gittim.
Belgesel çekmeye orada mı başladınız?
Prof. Dr. Halit Eren o dönem Londra'daydı. TRT 2'de yayınlanan Evliya Çelebi programının da yönetmeni olan Mustafa Aksa ile beraber bizi Londra'ya davet etti. Ancak babamdan izin almak için tereddüt ediyorduk. Bir Gün Halit Eren telefon ile aradı. Babama dedim ki bizi çağırıyor. Babam "Londra yerine Mekke'ye gitsen daha hayırlı olur" dedi. Ben bunu telefondaki Halit Eren'e söylediğimde o da babama şöyle cevap verdi, "Babana hürmetlerimi iletiyorum. Allah isterse senin yolunu Londra'dan Mekke'ye çevirir." dedi. Böylece babam gitmeme izin verdi. Mustafa Aksa ile Londra'ya gittik, orada lisanımızı geliştirdik. Halit Eren bizi Müslüman olmuş İngiliz belgeselcilerle tanıştırdı. İlk seyahatimiz Afrika'ya oldu. Eritre ve Etiyopya savaşının insanlar üzerindeki etkilerini çektik. Böylece belgesel filmciliğe başladık. Ocak 1981'de Lübnan'daki iç savaşı sona erdirmek için Taif'te bir araya gelen, İslam Ülkeleri Zirve Konferansı'nın çekimlerini yaptık. Böylece Suudi Arabistan'a ayak bastım. İki hafta diye gittiğim Suudi Arabistan'da 37 yıl yaşadım. Suudi Arabistan Kral Abdulaziz Üniversitesi'nin Hac Araştırmaları Merkezi'nin bir projesi kapsamında 1981-1985 yılları arasında film çalışmaları yaptım. Hac ile ilgili belgeseller çektim. Daha sonra istifa ederek belki de Suudi Arabistan'da ilk ve tek freelance kameraman olarak çalışmaya başladım. BBC, Discovery, National Geographic gibi birçok televizyon kanalı için hac filmleri çektim. Aynı dönemde yine birçok otomobil markası için reklam çekimleri de yaptım.
FİZİKİ VE KÜLTÜREL BİRÇOK DEĞİŞİME ŞAHİT OLDUM
Hac ile ilgili belgeseller çekmek sizin tercihiniz miydi?
Aslında değildi ama Hac Araştırmaları Merkezi'nde çalışmam beni bu alana yöneltti. Sonra da bu alanda çalışmak isteyen yabancı kanallar hep bana ulaştı.
Uzun süre Suudi Arabistan'da yaşadınız. Nasıl bir değişime şahit oldunuz?
Fiziki ve kültürel birçok değişim yaşandı elbette. Özellikle de Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi etrafında. Harem-i Şerif alanları genişledi. 80'li yılların başlarına kadar hac için oraya gelen kişi sayısı azdı. Çünkü hacca gitmek kolay değildi. Hacca gelenlerin sayısı artınca Suudi yetkililer hacıların daha rahat görevlerini yerine getirmesi adına değişiklikler yapılmasını istedi. Tabii bu yapılanlar tenkite açık. Epeyce tarihi eserlerin yok oluşuna şahitlik ettik. Ama şu an bile en güzel Osmanlı eseri Medine'deki Mescid-i Nebevi'nin içi. Suudiler orayı Mescid-i Osmaniye diye adlandırıyor. Sultan Abdülmecid döneminde burası yeniden imar edildi. Burada yer alan Kıble duvarının inşâsı ve süslemeleri Sultan Abdülmecîd Han döneminde yapıldı. Burayı hanımlar ziyaret edip göremiyor ama benim çektiğim fotoğraflardan görme şansı olacak. Buraya ait fotoğraflar sergide yer alıyor. Buranın süslemesi için o dönem bir hat yarışması yapılıyor ve bu yarışmadan seçilen hattat Abdullah Zühdi Efendi Mescid-i Nebevi'nin Kıble duvarını işliyor. Bugünün hattatları bile onun seviyesine çıkamayız diyor. İlahi bir şey olsa gerek. Bu Osmanlı'nın yaşayan en güzel eseri.
Fotoğrafları ne zaman çektiniz?
Benim esas mesleğim belgeselcilik. Bu fotoğraflar belgeseller sırasında çekilmiş tabiri caizse şip şak kareler. İçlerinde özellikle çektiklerim de var elbette.
Bu sergi fikri nasıl ortaya çıktı? Kaç eseriniz var?
Şu anda doksana yakın eser var burada. Daha geniş kapsamlı bir sergi olmasını istemiştik. Bu fotoğrafların hikâyesini anlatan bir kitap çıkarma arzusu da var. Başta sergi konsepti daha farklı idi. Sonra ortaya Bir Belgeselcinin Hicaz'da 40 Yılı başlıklı bu sergi ve konsept çıktı. Fotoğrafları da ona göre seçtik. Sergiye gelenler Mekke ve Medine ile ikisi arasında bir yolculuğa çıkacak. Buradaki her karenin bir hikâyesi var. Sergiyi gezenler iki sene yürüyerek hacca gelen Hindistanlı 132 yaşındaki hacıyı görecek. Kabe'nin üzerini örten siyah örtüdeki hatları yazan Abdurrahim Emin Buhari'nin 1981'de çekilmiş karesi yine bu sergide yer alıyor. Osmanlı yadigârı son harem ağalarının yer aldığı 1987 yılına ait kareye şahit olacaklar. Artık harem ağaları yok. Yine maymun ve kedilerin yer aldığı kareler var. Yıllar önce yıkılan bir Osmanlı kalesi olan Ecyad Kalesi'nin de fotoğrafı yer alıyor. Beni en çok etkileyen fotoğraf ise İnsanlığın Parmak İzi adlı fotoğraf. Kabe'yi yüksek bir yerden çekmiştim. Ve çıkan görüntü bir parmak izine benziyordu. Kâbe çok eski yıllarda yapıldı ve oradan birçok insan geçti bu kare aynı zamanda insanların bıraktığı bu izi de simgeliyor.
ARTIK HOLLYWOOD'A ÇAĞIRSALAR DA GİTMEM
Suudi Arabistan'a belgesel çekimi için gitmek anladığım kadarıyla hayatınızın dönüm noktası olmuş. Peki Hollywood fikrinden tamamen uzaklaştınız mı?
Dedemin bir duası vardı. 1957 yılında ben 5 yaşındaydım. Babamı, kardeşimi ve beni etrafına alan rahmetli dedem Hacı Şükrü şöyle bir dua etmiş ve temennide bulunmuştu; "Okuyun fazıl olun, Resulullah'a hadim olun..." Bu dua kabul olmuş olsa gerek diyorum ki yolum Mekke'ye Medine'ye düştü. Burada belgesel, fotoğraf çekmek bana nasip oldu. Bu sebepten açıkçası Hollywood'u unuttum. Oraya gittim ama turist olarak. Ve Hollywood'da çalışan ekiplerle birçok iş yaptım. Hevesim geçti artık. Büyük bir proje gelse de Hollywood'a gitmeyeceğim.
Sinema arka planda mı kaldı artık sizin için?
Sinema gözümde büyüyor. Çünkü benim çalıştığım dönemlerden çok farklı şu anki sektör.
Evliya Çelebi programı devam edecek mi? 55 ülkeyi gezdiğinizi okudum. Birçok ülkeyi gezmiş biri olarak bu program tam size göre diyebilir miyiz?
Seyahat etmeyi seviyorum. 14-15 yaşlarındayken otostopla Türkiye'yi gezmeye başlamıştım. Annem bana "evliya oğlum" derdi. Yıllar sonra da Evliya Çelebi programını sunmayı Allah bana nasip etti. Gezmek ve görmekle ilgili ayetler var. Biz de yapabildiğimiz kadarıyla gezip bunları aktarmaya çalışıyoruz. Büyük bir nimet bu. Evliya Çelebi programı da bu anlamda çok kıymetli bir iş oldu. Üç sezonu çektik bunlardan ilk iki sezon yayınladı. Şimdi de dördüncü sezonu çekeceğiz. Güzel dönüşler alıyoruz. İnsanlar sizin sayenizde biz de her yeri görüyoruz diye mesajlar atıyor.
Yeni bir belgesel çalışmanız olacak mı?
Birçok fikir var aklımda. Ama bir tanesini yakın bir zamanda yapmak istiyorum. Kur'an-ı Kerim Mekke'de indi Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı." Denilir. Bu süreci anlatan üç bölümlük bir belgesel çekmek istiyorum.
Belgesel mi fotoğrafçılık mı desem?
İkisi arasında bir ayrım yapamam. Fotoğrafçılık kolay gözükse de asla kolay bir şey değil. Bu arada yıldız fotoğraflarına da merak saldım. Evimin balkonundan çekimler yapıyorum. Belgeselcilik ise fotoğrafçılıktan daha zor. Bilgi, sabır ve tecrübe istiyor.