Kültür endüstrisi LGBT kıskacında

Ulusal ve uluslararası pek çok festivalde LGBT konulu, bu meseleyi topluma benimsetmeye, özendirmeye ve empati kurmaya yönelik filmler hatta başlı başına tematik bölümler son dönemde giderek artış göstermişti. Sistematik biçimde gündemde tutulan bu tema artık uluslararası festivallere katılım için mecburiyete dönüştü.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Toplum mühendisliği yapanların en güçlü araçlarından biri medya ise bir diğeri sinema. Son yıllarda pek çok festivalde gerek tematik gerekse de hemen her kategoride karşımıza belirgin bir şekilde çıkmaya başlayan LGBT filmleri artık yönetmenlerin bireysel tercihleri olmaktan çıkıp festivallerin yapısını dönüştürmeye başladı. Film endüstrisi, bu olguyu normalleştirmek için tüm araçlarını seferber etmiş durumda. Hollywood LGBT konulu filmlere ayrıcalık tanıyor. Ekibinde belli oranda LGBT bulundurmayan yapımları kara listeye alabiliyor. Oscar 2024'ten itibaren LGBT şartı uygulayacak. Sundance Film Festivali'nde yarışmak isteyen yapımların hikâyesi ya da ekibinde artık LGBT olup olmadığı soruluyor. Netflix'te içerik üreticilere bu temayı şartı koşuluyor. Konuyu gündeme getiren isim yönetmen Abdulhamit Güler oldu. Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde sinema sektöründe önümüzdeki dönemde daha sık tartışılacak olan bu meseleyi tartışmaya açan Güler, "Pozitif ayrımcılık nâmına bile olsa böyle bir unsurun dayatılması özgürlükle ne kadar bağdaşıyor? Bunun adı da faşizm olmuyor mu?" sorusunu soruyor. Biz de bu sorudan hareketle hem Abdulhamit Güler'e hem de yönetmen Nazif Tunç ve sinema yazarı İhsan Kabil'e sinemadaki LGBT dayatmasını sorduk.

BU YAPILAN SANATA, SANATÇIYA TAHAKKÜM

Nazif Tunç / Yönetmen

Film festivalleri sinema sanatının ödüllendirildiği, değerlendirildiği yerler olmaktan çıkmış; ne yazık ki tahakküm, zorbalık ve kara sansürün en şiddetlisinin alenen işlendiği yerlere dönüşmüştür. LGBT ve kuyruklarıyla ile ilgili o ahlaksız konuları işlemeyen, karakterinden en az birinin huyu suyu, o hastalıklı tiplerden biri olmayan filmler kara sansüre uğruyor. Yok sayılıyor, aforoz ediliyor, yarışma ve değerlendirme dışı bırakılıyor.

Gelin şimdi özgür ve özgün olması gereken sinemanın uğradığı tahakkümün, baskının büyüklüğüne bakın. Bu, festivaller aracılığıyla tahakkümdür, sansürdür. LGBT faşizmidir.

Bir yönetmen arkadaş daha senaryosunu yazarken Eurimages'ten, Avrupa Birliği Sinema Fonu'ndan destek alabilmek için gönlü elvermese de karakterlerinden birinin huyunu, cinsini istenilen LGBT listesine uydurmak günahını işliyor.

Senaryosunda Netflix'in, diğer çevrim içi mecraların hoşuna gidecek 'cins' bir manevra yapmazsa kayda değer bulunmayacağını görüyor. Ne yazık ki sinemacıların sanatsal özgürlüğünü, özgünlüğünü yok edecek bu sapkın illet ülke, ilke dinlemeden festival, yapım destekleri, çevrim içi mecralarda yayılıyor. Bu yapılan sanata, sanatçıya zincirli bir tahakkümdür, kapkara bir sansürdür.

LGBT DAYATMASI ÇOK İRONİK

İhsan Kabil / Sinema Yazarı

LGBT'nin yeryüzü sathında görünür olmaya çalışmasını büyük bir problematik olduğunu düşünüyorum ve güzelim gökkuşağı renklerini de adeta tekeline alma gayretlerini kişisel özgürlük alanına bir müdahale olduğu kanısındayım. Homoseksüalite veya değişik cinsi geçişkenlikler insanlık tarihi boyunca bir vakıadır ancak bu varoluş biçimlerinin üstü kapalı kalmasının toplumların idamesinin daha sıhhatine olduğu fikrindeyim. Sinema gibi kitlesel bir sanat dalının toplumların genel kabul görmüş değerlerini gözeterek, duygusal sömürü ve manipülasyondan kaçınarak, belli evrensel etik değerler çerçevesinde ve kişisel ve toplumsal sorumluluk dairesinde eserler vermesini seyircinin ruh ve duygu dünyası için daha verimli, yapıcı ve olumlu olduğu kanaatini taşıyorum. Oscar gibi aslında Amerikan sinema sanayiinin bir iç ödüllendirme platformunun (Uluslararası sinema kategorisini bunun dışında tutabiliriz), Sundance gibi aslında başlangıçta bağımsız sinemanın özgür buluşma ve yarışma ortamının ve Netflix gibi dünya sinema ve dizi üretim mekanizmasını adeta tümüyle ele geçirme iştahında olan bir platformun LGBT olgusunu filmlerin, dizilerin konu veya yapım ekiplerinin ayrılmaz bir parçası haline getirme çabasının bir zorlama, empoze, tahakküm ve insanın özgür iradesine bir müdahale olduğu düşüncesindeyim. Bunların Batı gibi insan hakları savunucusu gözüken mahfillerden ortaya çıkmasının da ironik ve hüzün verici olduğu kanısına kapılıyorum. İnsanlığın kendi kıyametine gitmesinin pekâla bu yoldan gerçekleşebileceğini belirtmeliyim.

ÖZGÜRLÜK ADINA YAPILAN DAYATMA ÖZGÜRLÜĞÜ ZEDELER

Abdulhamit Güler / Yönetmen, sinema yazarı

Festivallerin ödül mekanizması hep tartışılmıştır. Siyasi yaklaşımlar ya da küresel bazı baskı unsurları festival kararlarını şekillendirdiği gibi festival tutumları da bazı kabulleri değiştirmiştir. Bunu iyi ya da kötü olarak söylemiyorum, vakıa bu. Esasında festivallerin işlevi de zaten bu olmalı. Sanatın işlevini kitlesel manada dönüştüren ve etki alanını genişleten bu unsur baskı aracına dönüşünce sorun oluşuyor.

Bir yönetmen için bu şartlarda film yapmak hakikaten zor. LGBT meselesinden bağımsız olarak da yönetmenlerin bu manada ciddi sorunları var. Hangi cenahtan olduğuna bakmaksızın her festivalin yaklaşımı yönetmen için baskı aracına dönüşebiliyor. Festival karakteri dediğimiz şey ile bunun arasında çok ince bir çizgi var. O yüzden festivallerin genel olarak çizginin neresinde yer aldığını olaylar bağlamında yorumlayabiliyoruz.

LGBT'lilerin "dezavantajlı grup" olarak nitelendirilmesi ve bu noktada pozitif ayrımcılığa tabi tutulması yazılı olmayan kaideler arasındaydı, nerdeyse alışmıştık. Fakat yazılı hale gelmesi ve dayatma halini alması olayı başka bir yere ulaştırdı.

Elbette kimsenin özel hayatındaki tercihi beni ilgilendirmez. LGBT olduğunu bildiğim kişilerle çalışmam da demiyorum. Karşı çıktığım nokta bunun dayatmaya dönüşmesi ve özellikle filmlere içerik olarak sokulma şartı. LGBT toplumumuz için normal bir durum değil, aşikâr hale gelmemeli ve teşvik edilmemeli. Özel hayatında kim ne yapıyorsa yapsın. Ancak filmlere konu ederek normalleştirme ve özendirmeyi kabul etmiyorum.

Açıkçası bu ve benzeri baskı unsurlarına karşı yapacak pek bir şeyimiz yok. Zira dünya festivallerinin neredeyse tamamının yaklaşımı aynı. Dünya standardında festival yapamadığımız, yapılmasını da önemsemediğimiz için ancak eleştirmekle kalacağız. Ve benim gibi film yapacak ve o festivallere katılmak zorunda kalacak yönetmenler için de durum hiç kolay olmayacak.

Dayatmanın olduğu hiçbir ortamda tam bir özgürlükten bahsedemeyiz. LGBT meselesi dışında da herkes ülkemizde gerek dünyada festivaller ve ödül mekanizmaları açısından ciddi sorunlar olduğunu biliyoruz. Özgürlük adına yapılan dayatmaların özgürlüğü zedelediğine şahit oluyoruz.