Korku kapitalizminin içine yerleştirilmiş ürünler gibiyiz

Pandeminin farklı sosyal sınıflara ve yaş gruplarına çok başka etkileri oldu. Bunların çoğu ne yazık ki medyaya yansımadı, yansıtılmadı. Peki biz ne yaşadık? İkinci dalga gelirken nasıl farkındalıklara sahip olmamız gerekir? Karantina Günlerinde Evin E-Hâli kitabıyla bu büyük kırılmanın kaydını tutan Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman'a pandemi günlerinin gözden kaçan toplumsal etkilerini sordum.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Evde kaldığımız süreçte medya ve EvdeKal kampanyası neden belli gruplara, belli bir sosyal sınıfa odaklandı?

Nazife Şişman- Bu odaklanma sadece medya ile ilgili değildi. Kampanya uygulama hedefi bakımından belli bir sosyal sınıfı dikkate almıştı. Çünkü işçiler, pazarcılar, kargo görevlileri ve market kasiyerlerinin evde kalma lüksü yoktu. Beyaz yakalılar, serbest meslek sahipleri, çalışmadan hayatlarını sürdürebilecek birikimi olanlar kalabilecekti evlerinde. Sosyal medya evde kalanların “sorunları”na yoğunlaşırken, evde kalamayanlar sanki “keyfî” davranıyorlarmış gibi “suçüstü” yapılarak haber devşirildi. Meselenin ekrana/habere yanlış/yanlı aksedişi bununla alakalı.

Fatma Barbarosoğlu- Bütün dünyada, medyanın dili eğlence kesintiye uğramasın ilkesi eşliğinde kotarıldı. Biraz korku çokça eğlence, biraz korku çokça alışveriş, biraz korku çokça sosyal medya paylaşımı. İzlek böyle sürdü. Korku kapitalizminin içine yerleştirilmiş ürünler gibiyiz. Dolayısıyla darda kalanları değil, “seyirlik” olanları sundu bize medya. Bunun sıkıntılarını şu an yaşıyoruz. Dar gelirli kesimlerin virüse inanmaması ve maske takmaya direnmesine doğru evriliyor süreç...

KAOS BESLEYEN BİLGİ AKIŞI

Medyanın pandemiye yaklaşımı insanları nasıl etkiledi?

Nazife Şişman- Pandeminin sebep olduğu korku ve kaos ortamı bir başka salgına daha sebep oldu: Infodemi, yani bilgi ya da daha doğrusu enformasyon/malumat salgını. Bütün mecralardan yoğun bir enformasyon akışı ile karşı karşıya kaldık karantina günlerinde. Medya da yeni medya da bu bilgi kirliliğini malzeme edindi. İnsanların bu süreçte televizyona daha fazla güvendiğini söyleyebiliriz. Bu güvene layık bir performans sergiledi mi televizyon? Bir pazarcı maske takmayışını virüs mutasyona uğradı diye gerekçelendiriyorsa, bunda başta televizyon olmak üzere ana akım medyanın kaosu besleyen bir bilgi akışına imkan vermesinin etkisi büyük diye düşünüyorum.

Fatma Barbarosoğlu- Evet anahtar kelime tam da “kaosu besleyen bilgi akışı”. Herkes her şeyi biliyor. Ama tedbir ve tavsiyelere uymak noktasında herkes titizliği bir başkasından bekliyor, kurallara uymak konusunda oldukça gönülsüz. Bu gönülsüzlükte medyanın katkısı azımsanmayacak ölçüde büyük. Geleneksel medya ekranın on kişiye parsellenmediği, moderatörün araba sileceği gibi hareket etmediği yeni bir ekran dili bulmak zorunda. Televizyonun daha güvenilir bulunduğundan emin değilim. Gençler tv izlemiyor. Pek çok kişi yarım yamalak duyduğunu face hesabında ya da whatsapp gruplarında paylaşarak kaosu besleyen bilgi akışına şevkle malzeme taşıyor.

Evde olmak neden mutsuz etti insanları?

Nazife Şişman- Bizatihi evde olmak mı mutsuz etti? Yoksa genel mutsuzluğun bir yansıması mıydı? 70 metrekare bir evde, çoluk çocuk akşam ne yiyeceğini düşünerek evde kalan ile bahçesi, balkonu olan bir evde bir süre çalışmadan hayatını idame ettirecek birikimi olan bir ailenin evde kalmaktan anladığı aynı olmasa gerek.

Fatma Barbarosoğlu- Daha önce hiç tanık olmadığımız belirsiz bir hayatın içinde bulduk kendimizi. Ekranlarda dünyanın dört bir tarafından derlenmiş yağma görüntüleri, son tuvalet kağıdı için birbiriyle dövüşen insan görüntüleri. Askerler tarafından topluca gömülen cesetler. Çok şükür ülkemiz bunlara tanık olmadı. Ama bütün bunlar filan filmde olmuştu, işte şimdi hayatımızda, “kıyamet senaryosu vizyonda” paylaşımları altında ekranlarımıza akarken biz dört duvar arasındaydık, ama evimizde değildik. Korku ve haz kıskacında bilinçler esir alındı. Muhakeme gücü zaafa uğradı. Bu korku hikayesinde “ev” saklanılan yer olarak girdi cümleye. Kim saklandığı yerde mutlu olabilir ki!

İNSANÎ OLANI KAYBETMEYELİM

Dijitalleşen gelenekler sürdürülebilir mi?

Nazife Şişman- Küresel olarak tecrübe ettiğimiz pandemi, gündelik yaşamı sekteye uğrattı, rutin olanı bozdu. I. Wallerstein’in “bildiğimiz dünyanın sonu” nitelemesi vücut buldu adeta. Hayatın pek çok alanının dijitalleşmesi beklenen bir durum. Ama temassız insani ilişkiler meselesi önemli. Pandeminin korku ve kaygı ortamında insanlar “hayatta kalmak” ile “insan olmak” arasında bir seçime zorlandı. İnsan kalmayı mümkün kılan hasletlerin, sohbetin, temasın yerini makineler aldı. Tekno-kapitalizm böyle bir gelecek tahayyülü üzerine kurulu ve pandemi dönemi bu tahayyülün bir ön alıştırması gibi işlev gördü. Ama dijital ortamın yol açtığı temassızlık, insanlar arasında ortak bir hissiyat dünyasının oluşmasına imkan tanımaz. Bu sebeple geçici temassızlığın kalıcı olmaması ve insanî hasletleri kaybetmemek üzere sohbeti canlı tutmanın yollarını bulmalıyız.

Fatma Barbarosoğlu- Dijital ve gelenek kelimelerinin yan yana gelmesinin bile pek kolay olmadığını düşünüyorum. Temassız ilişkiler deyince özellikle uzaktan eğitim meselesinin dikkatle ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Özel okullar “uzaktan eğitim, yakından takip” sloganına sığınıyor ama alt gelir grubundaki aileler için 2020-2021 eğitim yılının ekran üzerinde başlaması binlerce öğrencinin öğrenim hayatına başlayamaması demek. Sosyal mesafeyi korumak için ciddi kurallar koyalım, ciddi denetim mekanizmaları olsun, ama temassız iletişim kısmını ihtiyatla kullanalım derim.

VİRÜSTEN KORUMAK İSTERKEN YAŞLILARI YALNIZLAŞTIRIYORUZ

Pandemi’de yaşlılık kavramı ile ilgili değişimin de gün yüzüne çıktığını söyleyebilir miyiz? Yaşlılar nasıl etkilendi yaşananlardan?

Nazife Şişman- “Yaşlı” diye homojen bir kategori yok esasında, nasıl “genç” diye bir kategori yoksa. Yaşlı kadınlar, yaşlı erkekler var. Emekli maaşı ile geçim mücadelesi veren yaşlılar olduğu gibi 65 yaş üstü bil fiil çalışmak zorundaki yaşlılar var. Yalnız yaşayanlar, çocuklarının yanına sığamayanlar, hasta eşinin/daha da yaşlı anne-babasının bakımını üstlenenler... Her biri elbette farklı etkilenmiştir pandemiden. Bunun farkına varılmasına yardımcı olmuş mudur karantina günleri, bilemiyorum.

Fatma Barbarosoğlu- 65 yaş üstü olup son derece sağlıklı, aktif bir iş hayatı olan insanlar var. Pandemiden önce dünyanın dört bir yanında iş takibi yapan bu insanlar kendilerini 65 yaş üstü yasağının içinde bulunca, o zaman siyasiler de hayata karışmasın isyanını dile getirdi. Yaşlıları virüsten koruyalım derken yaşlıların yalnız bırakılması adeta özendirildi. Üstelik sınır 65 yaş üstü olarak çizildiği için 65 yaşında olup da ebeveynlerine bakan insanlar dikkate alınmadı. Türkiye, gençlerini tanımadığı gibi yaşlılarını da tanımıyor. Tarım toplumu tasvirlerine göre iş kotarmaya çalışılıyor.

DIŞARISI VE İÇERİSİ AYRIMI HIZLA ERİYOR EVLERİ KAYBEDEBİLİRİZ

Korona ‘ev’ in hayatımızdaki yerini ve anlamını değiştirdi mi? Çalışma hayatı ve eğitimi yüzyıl önceki gibi yeniden ev merkezli kurgulamak mümkün mü?

Nazife Şişman- Ev hiç bir zaman kamusal/siyasal/ekonomik dış dünyadan bağımsız bir yer olmadı. Dış dünyaya göre şekillendi hep. Ev, “dünya evi”, “yurt” manasıyla insanın metafizik olarak bu dünyada oluşuna dair bir metafordur, evet. Bu açıdan evin merkezîliği üzerinde durmak gerekir. Ama toplumsal, ekonomik dönüşümlerle birlikte işlevinin değişebileceğini de düşünmeliyiz. İş ve eğitim, Sanayi Devrimi sonrası evden kopmuştu, ama bugün, kopanın “eve geri dönüş”ünden bahsedemeyiz. Çünkü işin, eğitimin, kamusalın tanımı değişiyor. Bunların yeniden örgütleneceğini bariz bir şekilde gördük karantinada. Ama bunun nasılına dair söz söylemek için henüz erken.

Fatma Barbarosoğlu- Hayat uzaktan yönetilmeye devam edecek olursa evleri tamamen kaybetme ihtimali ile karşı karşıya kalabileceğimizi düşünüyorum. Dışarısı ile içerisi ayırımı dijital teknoloji ile hızla erimeye başlamıştı zaten. Eskiden aileler çocuklarının gece geç vakit dışarıda olmasından endişe duyardı. Şimdi çocuklar odalarında. Ama muhatap olduğu ekran ile nerelere gittiğini, kimlerle temas ettiğini, oynadığı oyunların ve seyrettiği filmlerin çocuklarımızı nasıl etkilediğini bilmiyoruz. Pandemi ile birlikte beyaz yakalılar hayata uzaktan katılırken mavi yakalılar sağlık şartlarına uygun olmayan iş ortamında yaşamaya devam ediyor. Ama bu zannedildiği gibi beyaz yakalıların lehine bir süreç değil. Beyaz yakalılar uzaktan çalışırken hem evi hem de iş yerini kaybediyor. İş yeri yok, yuva olarak ev yok, ama bitmeyen bir mesai var.