Klasik kültür kendini yenileyebilir

Cami mimarisi ile ilgili modern örnekler çoğu zaman bir olmamışlık duygusu yaşatıyor bize. Osmanlı üslubunun kötü taklitleri de şikâyet sebebi. Ancak geçmişin birikimini çağdaş mimari ile buluşturabilen ve özgün işle re imza atan mimarlar da var. Batman'da külliye anlayışımızı modern bir komplekse dönüştüren mimar Celaleddin Çelik, Kardeşlik Mescidi'ni anlattı.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Mimari, gelenekle modernin çok da yan yana gelemediği bir alan ülkemizde. Ancak bu iki yaklaşımı nitelikli projelerde buluşturan çağdaş mimarlarımız da var. Onlar içinde en öne çıkan isim ise Celaleddin Çelik. Yakın zamanlarda Yedikule Hisarı restorasyonu, Zeytinburnu Mozaik Müzesi gibi birçok önemli projeyle imza atan Çelik, şimdilerde Batman şehir merkezinde geleneğin külliye şeklinde adlandırılan kompleks yapı formunu yeni bir bakışla modern bir tasarımla bugüne taşıyor. Batman Atatürk Parkı'nda yapımı devam eden Kardeşlik Mescidi, bildik cami formundan farklı, geometrik yapısıyla dikkat çeken, kubbesi olmayan, kültür merkezi kimliği de taşıyan pembe renkli bir tasarım. Su, toprak ve küp referansları üzerine temellenen, inşa süreci başlayan tasarımın 1,5 sene içinde tamamlanması planlanıyor. Coğrafyanın kimliğine ve iklimine uygun bir anlayışla şekillenen bu proje ile ilgili detayları mimar Celaleddin Çelik ile konuştuk.

Kardeşlik Mescidi nasıl bir noktaya inşa ediliyor?

Batman'ın şehir merkezindeki Turgut Özal Bulvarı üzerinde tek büyük boşluk olan Atatürk Parkı'nın içinde yapıyoruz. Burada üç bina vardı. Biri Orman Genel Müdürlüğü'nün, bir tanesi karakol diğeri de polis lojmanı. Bu üç bina yıkıldı. Orman Genel Müdürlüğü'ne ait olan parsele de bu cami yerleşiyor. Daha önce hepsi bahçe duvarları olan ve parkla ayrışan yerlerdi. Diğer binaların alanı da buraya dahil edilerek parkın devamı haline geldi. Batman, o coğrafyadaki diğer şehirler gibi tarihi geçmişi olan bir yer değil. Sonradan kurulmuş bir yer.

Tamamen yeni bir yerleşim.

Yeni bir yerleşim için böyle bir cami tasarlamak daha mı kolay?

Tarihi çevre içinde yeni yapı tasarlamak benim çok meraklı olduğum bir konu. Ancak Batman projesinde böyle bir bağlam yoktu. Biz orada bağlamı şöyle ele aldık, bizi etkileyecek bir tarihi doku, çevre yoktu. Onun yerine biz oraya bir karakter getirebilme fırsatına sahip olduk. Buranın parkla bütünleşen, şehrin de hizmetinde olacak ve şehrin tüm nüfus katmanlarına hitap edecek özellikler barındıran bir yer olmasını istedik. Merkezde ve temelde cami olmakla birlikte buraya nitelikli bir konferans salonu olması lazım diye ikinci odak noktası olarak konferans salonunu koyduk. Batman'ın en büyük konferans salonu burada. Şehrin ihtiyacı olan bir şeydi. Varolanlar çok nitelikli ve yeterli değil. Çok önemsediğim başka bir fonksiyonu da kütüphane. Bir study hall gibi de artık kullanılıyor kütüphaneler. 7/24 açık, içinde çay, çorba ikramı her zaman olan bir kütüphane var. Bu da şehrin gençlerinin bu mekâna teveccüh etmelerini sağlayacak olan bir fonksiyon. Bunun yanında bir aş evimiz var. Orada da yılın 365 günü ihtiyaç sahipleri gidip oradan yemeğini alıp gidebilecek. Bazı ihtiyaç sahiplerine de eve servis planlanıyor. Bu bir vakıf yapısı, aşevi de vakıf sahibinin fikriydi. Bunun yanında bir çocuk atölyesi ve kütüphanesi de ekledik. Hem çocukları orada kültürle, kitapla, çeşitli eğitimlerle buluşturabilecek bir yer. Hem de anneye vakit kazandıracak. Anne çocuğunu atölyeye emanet edip camide, kütüphanede, konferans salonunda, parkta başka aktivitelere katılabilecek. Tepede de cami yer alıyor. Böylelikle parkın içinden insanların akıp geleceği ve her gelenin kendine uygun bir şey bulabileceği bir yeri planlamış olduk.

Geleneğimizdeki külliye anlayışının güncellenmiş hali diyebilir miyiz bu tasarımınıza?

Kesinlikle diyebiliriz. Zaten çıkış noktası da tamamen bu aslında. Camileri sadece namaz vakitlerinde, namaz kılmak için buluşulan bir yer olmaktan daha geniş düşünmek gerekiyor. Gelenekte de bu böyleydi. Günümüzde bu biraz daraldı. Çok fonksiyonluluktan daralma görüyoruz. Halbuki cami bu amaçla insanların cem edildiği bir mekandı. Burada da biz çağdaş bir yaklaşımla aynı fikri, aynı anlayışı tekrar ele almaya çalıştık. Böylelikle bu kompleks içinde kütüphane, kültür fonksiyonu, aş evi hepsini bulabiliyorsunuz. Bununla birlikte parkla bütünleşen bir yapı elde ediyoruz. Hiç camiye de girmeyebilir buraya gelecek olan çoğu insan. Bir anlamda insanların buluşacağı, bir araya geleceği bir kamusal alan.

Bu caminin hacmi de büyük bir küp ve havada asılı duruyor aslında. Caminin altında kendi büyüklüğünde bir yarı açık gölgeli alan var. O coğrafyanın iklimi zaten çok sıcak. Orada mikroklimatik bir ortam sağlayan, yarı açık alanları olan bir kamusal mekân yaratmış oluyor aslında.

Cami mimarisinde yeni formlar denenmeli mi? Geleneğin içindeki farklı formlar bugüne nasıl taşınabilir?

Bu arayışla yola çıktığımız bir çalışma bu aslında. Cami mimarisinde şöyle bir durum gözlemek mümkün. Çok geniş bir coğrafya çok farklı kültürler var. İslam bunların hepsinde bir medeniyet var etmiş. Bunların çeşitliliğinden giderek uzaklaşıyoruz. Sanki tek bir cami biçimi varmış gibi. Halbuki İstanbul için bile ele alsak tek kubbeli, selatin camileri olmakla birlikte çok kubbeli yapılar da var, çatılı camiler de var. Çok farklı tipolojiler var aslında. Hele Anadolu'ya doğru gittikçe bu tipolojiler daha da çeşitlenebiliyor. Bununla birlikte Batman'da tarihi bağlam yerine kendi bağlamımızı kurma imkânımız olduğu için cami mimarlığını bütün bu geçmişten, tarihi tecrübeden ve birikimden öğrenerek yeniden bir şeyler söyleyebilme düzleminde ele alıyoruz açıkçası. Bu zor bir mesele. Her çizdiğimiz şey cami olamaz. Ancak bütün bu birikimin içinden yeni bir söz söyleyebilmek de bu medeniyetin canlılığı iddiasında önemsediğim bir şey. Batman'daki proje de böyle bir çabanın ürünü. Biz bütün bu birikimi yok sayarak yeni bir çağdaş tasarım yapamayız, yapamam da. Ama bütün bu tarihi tecrübe ve birikimin sonucunda yeni bir dille yeni bir şey söyleyebilmek mümkün mü diye bir arayış. Yer yer insanın kendine cesaret vermesi gereken yer yer karşıdan da o cesareti bulup o motivasyonu bulması gereken bir saha cami mimarlığı.

Bunun öncesinde Zeytinburnu ve Yedikule'de çalışmalarınız var. Tarihi dokuyla ilgili projeler üretmek sizde nasıl bir duygu oluşturuyor? Onları tasarlarken süreç nasıl ilerledi?

Bizim tarihi bağlam içinde yapı tasarlama tecrübemiz fazlaca. Çünkü çok sevdiğim bir konu. Burada bağlamın gücü çok öne çıkıyor. Bizim yeni tasarladığımızla bin senedir, iki yüz senedir orada olan yapının arasında hiyerarşik kurgu olması gerekiyor. Buna dikkat ediyoruz. İkincisi bizim tasarladığımız, ona ilave ettiğimiz ya da onun üzerinde yaptığımız düzenlemelerin aslında ayrıştırılabilir olması lâzım. Ben tarihi yapının yanına bir ek yaparken tarihi yapıyı taklit ederek yapmıyorum. Ondan ayrışabilen, yeni yapıldığı hissedilen ancak ona saygıyla yaklaşan bir mimarlık yapıyorum. Tarihi yapıyı taklit etmeye çalışmak yerine yeni bir şey yapmak ama onu da hoyratça ve saygısızca değil, bir devamlılık arz edecek şekilde yaklaşıyoruz. Yaptığımız düzenlemenin tarihi dokuya saygıyla yaklaşan ve ona duyarlılıkla cevap verecek yapılar olmasına gayret ediyoruz. Bu ikisini anlamlı bir kurgu içerisinde götürmeye çalışıyoruz. Ancak benim yeni yapı tasarlarken tarihi biçimlere, tarihi bilince karşı bir tavrım yoktur. Yeri geldiğinde istediğim formu tekrar tasarlamakta hiçbir beis görmüyorum. Bir kemer yapılması gerekiyorsa yaparım, kubbe yapılması gerekiyorsa yapabilirim. Önemli olan benim orada yüzeysel bir taklitçi gibi değil de onu özümsemiş olarak davranabilmem.

ENVANTERİM TARİHİ TECRÜBE

Gelenek ve modern damarını buluşamamasında mimarlık eğitimindeki eksikliklerin de etkisi olabilir mi? Böyle bir bağ kurma çabası var mı mimari eğitiminde?

Mimarlık eğitimimizde böyle bir bağ kurma çabası var diyemeyiz. Yok açıkçası. Ama bu konuda kafa yoran birçok meslek büyüğümüz oldu. Benim bu kültürle bir tanışıklığım var ve tasarımcı bir mimar olarak şuna inanırım ki elimdeki birikim benim en büyük sermayem. Bunları yok sayarak bu topraklarda bir mimarlık hayal etmek bana çok komik gelir açıkçası. Aklı başında her mimara böyle gelir tahmin ediyorum. Ancak şöyle bir şey var. Bizden önce yapılmış, edilmiş olanlar kültürel mirasımıza, tarihi birikimimize meraklı olan insanların birçoğu onun dışına çıkmakta bugüne ait bir mimarlık ortaya koymakta zorlanıyor. Çağdaş mimarlık dilinde bir şeyler söyleyebilen tasarımcıların da sanki bunlardan muafmış gibi hiç dönüp bakma ihtiyacı duymadığı bir ortam var. Böyle bir yarılma ben de sezinliyorum. Benim bulunduğum nokta aslında kendiliğinden bu ikisinin ortasında bir yere sanki konumlanıyor denilebilir. Çünkü ben çağdaş bir mimarım. Yaptığım işler de öyle. Ancak benim elimde bir birikim olarak bulundurduğum envanterim tarihi tecrübe. Onun için bunlara çok meraklı biriyim. Klasik kültürün içinden gelen biriyim. Müzik tanışıklığı dolayısıyla Osmanlı müziği, makam müziği ve müzikle ilişkili olarak klasik şiir zevki, klasik mimari diğer klasik sanatlarla çok sıkı fıkı tanışıklıkla geliyorum. Ama bu durduğum çizgi açıkçası bütün bu birikimin eğer bu medeniyet ise bir kültür ise hâlâ capcanlı ve kendini yenileyebilecek olduğu iddiasıyla beraber yürüyor aslında. Türk müziği mesela benim özel merakım. O müziğin devri kapanmış bir güzellik değil hâlâ yaşayan, yeniden üretilebilecek bir şey olduğunu düşünüyorum, öyle hissediyorum. Mimarlıkta da yaptığım şey bu aslında.