Kendi hikâyesini anlatanlar da var

28 Şubat'ta terörle mücadelede görev alan başarılı bir asker iken sırf dindar kimliği ve eşinin başörtülü oluşu sebebiyle görevden alınan Yüzbaşı Sadık Güray Balatekin, yazdığı kitaplarla kişisel hikâyesini kayıt altına almakla kalmıyor bu milletin inancı ve değerleri üzerine oynanan oyunlara da dikkat çekiyor. Bir Subayın 28 Şubat Hatıratı adlı kitabı yakın tarihe ilişkin sarsıcı bir anılar toplamı...

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Türkiye'nin hak ve özgürlükler anlamında nasıl büyük bir cendereden geçtiği, özellikle 'inanç özgürlüğü' konusunda nasıl ağır bedeller ödendiği üzerine senede bir kaç gün düşünüyoruz genelde. 27 Mayıs, 15 Temmuz ve 28 Şubat Postmodern darbesinin yıldönümleri önemli gün ve haftalardan birine dönüşmüş durumda. Sair zamanlarda tv'lerdeki bazı tartışma programları haricinde ne 15 Temmuz ne de 28 Şubat çok da aklımıza gelmiyor. Tatsız konu başlıkları olarak gündemimizin dışında tutuyoruz. Ve 'neden kendi hikâyemizi anlatamıyoruz' diye hayıflanıyoruz.

Oysa kişisel hikâyelerle örülü bu türden kilit tarihler ve dönüm noktaları Lozan'dan itibaren Türkiye'nin kaderini ve iplerini elinde tutmak isteyenler ile bu ülke evlatlarının nasıl bir mücadele içinde olduğunu görmek için hayati önem taşıyor.

28 Şubat sürecinde Yüksek Askeri Şura kararıyla Türk Silahlı Kuvvetler ile ilişiği kesilen Yüzbaşı Sadık Güray Balatekin de yakın tarihte yaşanan ve biri diğerine giden yolun köşe taşlarının döşendiği bu iki dönüm noktasının özellikle gençler tarafından doğru okunması için çaba harcayan isimlerden.

28 Şubat'ta terörle mücadelede görev alan başarılı bir asker iken sırf dindar kimliği ve eşinin başörtülü oluşu sebebiyle görevden alına Balatekin, yazdığı kitaplarla kişisel hikâyesini kayıt altına almakla kalmıyor bu milletin inancı ve değerleri üzerine oynanan oyunlara da dikkat çekiyor. Yaşadıklarını ilk olarak Madem O Var Her Şey Var adıyla kitaplaştıran Balatekin, Çağlayan Kitap'tan okura ulaşan Bir Subayın 28 Şubat Hatıratı ile de sadece 28 Şubat'ı değil ülkemizde yaşanan bütün darbelerin arka planındaki gerçekleri deşifre ediyor.

FETÖ, BATI ÇALIŞMA GRUBU'NU KULLANDI

"28 Şubat küreselcilerin Türkiye Cumhuriyeti devleti içerisinde kendi üniteleri arasında bir bayrak değişimi sürecidir aynı zamanda." değerlendirmesinde bulunan Balatekin, 1997'lere kadar silahlı kuvvetler içerisinde ulusalcılar ve mezhepçi yapılanma eliyle darbelerin yapıldığını ancak 28 Şubat'ta bu grupların kimliği açığa çıktığı için onların yerine FETÖ'cülerin yerleştirildiğine dikkat çekiyor. Balatekin, 28 Şubat sürecinde ordudan atılanlara "Fethullahçı" damgası vurulduğunu aktararak, "Oysa atılanlar planın bir parçası olarak gerçek FETÖ'cüler değil yerli ve milli subay ve astsubaylardı." diyor.

Öğrencilik yıllarında yaşadığı bir olayı aktaran Balatekin, Harp Okulu'nda öğrenci iken irtica soruşturması gerekçesiyle bazı arkadaşlarının etüt odasından toplandığını ve soruşturma geçirdiğini ancak sonrasında ceza almadan salıverildiklerini ve eğitime devam ettiklerini anlatıyor:

"İşin ilginci irtica soruşturması için çağırılanlar ben ve benim gibi dindar olduğu bilinen, namaz kılan öğrenciler değildi. Bunların hepsi o dönemki adıyla İzmir grubu yani FETÖ'cülerdi. Sözde soruşturma geçiren o İzmir grubu, 15 Temmuz'da halkın üzerine birliklerini yürüten, sivilleri şehit eden darbecilerdi. O dönem bunlar Batı Çalışma Grubu (BÇG) ile işbirliği yaptılar. BÇG, 1994 yılında dindar avına başladı. Silahlı Kuvvetlerde eşi başörtülü ve dindar olan personel tespit edildi, sakıncalı ve şüpheli kategorisinde takibe başlandı. Altı ayda bir rapor düzenlediler. O zaman FETÖ'cü olanların hepsi eşlerinin başını açtırdı, sosyal ortamlarda içki içtiler namazlarını terk ettiler. Kendi adamlarını Atatürkçü gösteriyorlar kendinden olmayanları Fethullahçı diye fişliyorlardı. Batı Çalışma Grubu'ndaki ulusalcılar da Fethullahçıları attık diyerek aslında dindarları tasfiye ettiler."

TAKDİRLİK ASKER NASIL DİSİPLİNSİZ OLDU?

Bugün meslek hayatına akademisyen olarak devam eden Yüzbaşı Sadık Güray Balatekin terörle mücadelenin en zorlu zamanlarında başarıyla görevini yerine getirip 21 takdirname almasına rağmen eşi başörtülü diye 'disiplinsizlik' gerekçesiyle ordudan atılmış. Evliliklerinin ilk yıllarında postmodern darbenin karanlık yüzüyle ilk önce matematik öğretmeni olarak çalışan eşi Aliye hanım karşılaşmış. Görev yaptığı okullarda sorunlarla karşılaşan Aliye hanım, çocuklarının doğumundan sonra öğretmenlikten istifa etmiş. Ancak askeri lojmanlar ve sosyal mekânlarda askerlerin başörtülü eş ve yakınlarına uygulanan yasaklar, psikolojik baskı, ayrımcılık ve mobbingler onulmaz yaralar açmış Balatekin ailesinde.

1988 yılında Kara Harp Okulu'ndan 'topçu teğmen' olarak mezun olan, Doğu ve Güneydoğu'da önemli görevlerde yer alan Balatekin son takdir belgelerinin birinde "mazbut aile yaşantısı, sosyal faaliyetlere katkısı ve görevi başarmadaki gayreti nedeniyle astlarına örnek gösterilen bir asker." cümlesiyle taltif edilmiş ancak 28 Şubat'ın acımasız yüzü hem aşkla sevdiği mesleğini hem de eşini koparıp almış hayatından.

YAŞ MAĞDURLARI ASKERLİĞE DÖNEMEDİ

Yasak ve baskıların ağırlaştığı dönemde Kurmay subay olmak için başvuru yapılacağı zaman adaylardan eş ve 12 yaşından büyük çocuklarına ait fotoğrafların da istenildiğini anlatan Balatekin, o dönem kendisini çok başarılı bulan bir komutanın eşinin başörtülü olduğunu öğrenince "Sen ağzınla kuş tutsan eşin başörtülü oldukça TSK'da kalamazsın." dediğini hiç unutmuyor. Tam bu süreçte eşi Aliye hanım kansere yakalanıyor. 1999 Eylül ayına kadar Ardahan-Göle'de görev yapan Balatekin, eşinin GATA'da tedavi görebilmesi için verilen doktor raporuyla Ankara Kara Havacılık Okulu'na tayin ediliyor. Tam da o günlerde eşinin sağlık durumu bilinmesine rağmen YAŞ kararıyla ordudan atılan Balatekin, TSK'dan ihracıyla birlikte tüm sosyal haklarını da kaybediyor. GATA'da kanser tedavisi gören Aliye Balatekin'in tedavisi de yarım kalıyor ve maddi yükü çok ağır olan altı kürlük tedavinin dört kürünü tamamlayabilen Aliye hanım kısa bir süre sonra vefat ediyor. Kendisi gibi YAŞ kararı ile ordudan ihraç edilen pek çok askerin de çok ağır bedeller ödediğini anlatan Balatekin, gasp edilen hakların telafi edilmesi sürecinde bile FETÖ'cülerin yasal düzenlemelere müdahil olarak Silahları Kuvvetler'e dönmelerine engel olduklarını söylüyor.

Balatekin, "Ergenekon ve Balyoz'dan beraat edenler Silahlı Kuvvetler'e geri döndü. Yüksek tazminat bedelleri verildi. Dönenlerin bazıları Silahlı Kuvvetler'de devam ediyor. General olanlar var. Bize 2011'de bunların hiçbiri verilmedi. Eminim ki FETÖ'cüler bizi çok iyi bildiklerinden yapabilecekleri sonraki eylemlerde bizlerle tekrar karşı karşıya gelmemek adına o dönem büyük bir bürokratik direnç gösterdi." şeklinde konuşuyor.

DARBELERİN ORTAK ŞİFRESİ: "BİZİM ÇOCUKLAR"

"28 Şubat okuması çok kritik bir okuma çünkü geriye doğru 12 Eylül'e hatta Lozan'a gideriz ileri doğru 15 Temmuz'a götürür" diyen Balatekin, "Dünyada enerji, sağlık, gıda, finans, silah sektörünü kontrol altında tutan küresel güçler bir nevi tanrılık iddia ediyorlar ve Allah'la savaşları var. Bu anlamda onlar için en büyük tehlike inanç. Diğer dinleri tahrif etmişler ama İslam'ı yok edemedikleri için Müslümanları dejenere etmeye çalışıyorlar. Bu noktada en güçlü ülke Türkiye." şeklinde konuşuyor ve ülkemiz açısından fitili ateşleyen Lozan Anlaşması ile ilgili üç tarihi hatırlatıyor: "Lozan'da üç tarih var. Biri 24 Temmuz 1923 bizim imzaladığımız tarih, ilginçtir İngilizler imzalamamışlar o gün imzalamıyor. 3 Mart 1924'te Hilafeti kaldırmışız. İngilizler 16 Temmuz 1924'te imzalamışlar. Lozan'ın başlama tarihi İngilizlerin kabul ettiği tarihtir."

Hilafetin kaldırılması ile büyük bir kırılma yaşandığının altını çizen Balatekin, "1950'lere kadar küreselcilerin planları işledi. Ancak Menderes'le birlikte kimliğe dönüş yaşanması, ezanın aslına dönmesi, Kur'an okunması ile ilgili baskıların ortadan kalkması bu güçleri çileden çıkardı. İftira ve uydurma ithamlarla Adnan Menderes'i idam ettiler." diyor. Aynı zihniyetin 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat'ta milletin Peygamber Ocağı olarak gördüğü Türk Silahları Kuvvetleri'ni kullanarak darbeler yaptığının altını çizen Balatekin, "Bu darbelerin ortak şifresi de şu olmuş hep 'Bizim çocuklar'. 1980 darbesi yapıldığında ABD Başkanı Carter'a darbeyi 'bizim çocuklar başardı' koduyla haber veriyorlar. 28 Şubat'ta bizim çocuklar 'Balans ayarı verdik' diyorlar. E- muhtıralar çıkarıyorlar. 15 Temmuz'a gelindiğinde yine onların çocukları silahlarla birlikte sahada, bu kez silahlarını halka doğrultuyorlar. Bunlar 28 Şubat'ta da silah kullanma arzusundaydılar. Gazete manşetleri o dönem 'Gerekirse silah kullanırız' şeklindeydi. Ama halkın tepkisi olmayınca sadece tankları, zırhlı personel taşıyıcıları yürütmekle bir korku vererek darbe algısı oluşturup halkın ensesinde boza pişirildi." diye özetliyor yaşanan süreci.