Kaybedilen dengenin filmi; Kötülük Diye Bir Şey Yok

Kapitalizmin mevcut üretim-tüketim alışkanlıklarının esiri olmuşken, tabiatın yenileme döngüsü tüketimin hızına yetişemezken nasıl yapacağız, dengeyi nasıl kuracağız? sorusu üzerine derinlikli düşünmeye davet eden bir film Kötülük Diye Bir Şey Yok.

MUKADDER GEMİCİ / cumartesi@aksam.com.tr

Çok düşündürücü bir film Aku Wa Sonzai Shinai. Türkçe adı Kötülük Diye Bir Şey Yok. Yönetmen Ryûsuke Hamaguchi hakikaten üslup sahibi. Müziği ve kamerayı kullanışı filmin içinde biten, başlayan, devam eden şiir dokunuşları gibi. Sakin ve etkileyici birer sanat izi film içinde bunlar, bir hâle hatta bazen kameranın akışı, müziğin aniden kesilişi...

Japonya'dayız Tokyo yakınlarında, tabiat ortasında geyikleri, derin ormanı ile Mizubiki'de. Kahramanlarımız Takumi (Hitoshi Omika) ve küçük kızı Hana (Ryo Nishikawa). Baba kız tabiatla iç içeler. Sade onlar değil bütün yerel halk öyle, aralarında daha önce büyükşehirde beyaz yakalı olarak çalışmış ve işi gücü bırakıp kendilerine bu köyde hayat kurmuş olanlar da var.

Filmin başında uzun bir müzikle beraber bir orman akışı var. Yönetmen ormanın içine girmenizi istiyor ısrarla, bu müzikle birlikte akan ağaçlarla. Ve birden kesiliyor müzik, testere gürültüsü alıyor yerini, ses kesiyor ağacı adeta alet değil. Eiko Ishibashi'ye ait müzik, bir oyuncu bu filmde, rolü var denebilir. Müzikten bahis açmışken filmin bir sanat/festival filmi ağırlığı ve müphemliğinde olduğunu yazmakta fayda var, sükûnet içindeki gerilimden, müzikten, bekleyen sahnelerden herkes aynı tadı almakta zorlanabilir.

TABİAT TAHRİPKÂRLIĞINA SERT ELEŞTİRİ

Bu sakin, şehirden uzak hayat, Playmode adlı şirketin köyün yakınlarında lüks bir kamp alanı kurma projesiyle hareketleniyor. Şirket aslında bir menajerlik şirketi ama pandemi sayesinde aldıkları bazı teşvikleri hemen kullanmak durumundalar, takvim sıkıştırıyor onları. Aslında pek de anladıkları yok bu kamp işinden. Ama iyi anladıkları ve bildikleri bir şey var; onları muhakkak ve muhakkak neticeye ulaştıracak, adına süreç yönetimi dedikleri durum. Bunun için mecburi şekilde yerel halkla salonda bir araya geliyorlar. Şirket yetkilileri Takahashi (Ryuji Kosaka) ve Mayuzumi (Ayaka Shibutani) halkın sorularıyla bunalıyorlar. Kampın atıksuyu, bölgenin su kaynağını tehdit edecek şekilde tasarlanmış, ateş yakılırsa herhangi bir kontrolü yok, inşa edecekleri lüks kamp geyiklerin doğal alanlarının içinde kalıyor... Bu ve benzeri sorularla muhatap oluyor, cevap veremiyorlar. Tabiatı koruma-kullanma dengesi üzerine de düşündürücü sahneler bunlar. Halk itiraz ediyor, yetkililer cevap vermeye çalışıyor... Ne daha fazla iş imkânı, ne gelecek turistlerin sayısı, ne küçük dükkânların daha fazla satış yapacak olması etkiliyor insanları, pazarlama taktiklerine kapalılar. Bu şirket ve yerel halkı buluşturan sahne o kadar etkileyici ki... Bu sahneyle beraber, Takashashi ve Mayuzumi'nin şirkete dönüp patronlarla yaptıkları toplantı sahnesi, bütün ekonomi-işletme-iktisat bölümlerinde seyrettirilmeli öğrencilere. Diyaloglarla dövüyor yönetmen tabiat tahripkârlığını. Kapitalizm nedir, kâr nedir, bunun için ne nasıl yapılmalıdır, bir iş nasıl kurulur, yönetmen 15-20 dakikada öğretiyor. Sadece bu iki sahne için bile seyredilmeye değer bir film Kötülük Diye Bir Şey Yok.

"AŞIRIYA KAÇARSAN DENGEYİ BOZARSIN"

Patronlar birkaç pansuman çözüm önerisiyle geri gönderiyorlar elemanlarını, yerel halkın değerli fikirlerini dikkate aldıklarını gösteriyorlar. Elemanlar küçük hediyeler ve Takumi'ye kampın bekçiliğini teklif etmek gibi kapana girmesini sağlayacak yemlerle halkı iknaya çalışacaklar. Fakat Takumi'yle birlikte günlük hayata ortak oldukça işler değişiyor, kaynağından su dolduruyorlar, odun kesip ormanı soluyorlar ve ister istemez tabiat onlara da işliyor. Kendisini her işin uzmanı olarak tarif eden Takumi, tabiatı koruma-kullanma meselesinden söz ederken daha toplantıda etkisi altına almıştır zaten onları "Denge anahtardır" ve "Aşırıya kaçarsan dengeyi bozarsın..." diyerek. Takumi, Stefan Zweig'in Herkesin Dostu Anton adlı hikâyesinin kahramanı Anton'un canlanmış hâli sanki; iş tutuş biçimi ve insanlarla ilişkisi Anton'a çok benziyor.

Burada oyunculuklara bir yer açmak lâzım; oyunculuk yok sanki filmde, kamera birden Japonya'ya dönmüş, canlı bağlanmış da oradan bize bir hikâye aktarıyor gibi, doğallık, sadelik gayet etkileyici. Etkileyici aksettirilen bir başka hâl de şayet abartı değilse Japon olmaklık, insanların beden dilleri, birbirlerine saygı mesafeleri, insan ve mekânın sükûnet hâli.

KÖTÜLÜK DİYE BİR ŞEY VAR

Ağır bir ritim içinde ama sürüklenen bir merak duygusuyla ilerliyor film. Bu merak duygusunun sadece tüylü bir olta ucu olduğunu, seyirciyi tuhaf, muğlak, tatminsiz ve en nihayetinde rahatsız edici bir finale yaklaştırdığını filmin sonunda ancak anlayabiliyoruz. Kötülük Diye Bir Şey Yok, sükût ve müzik içinde ağır dönen, gerilimli bir girdap denebilir.

Bir gizli başrol de geyiklerin. Hayranlık uyandırıcı bu hayvana dair kırıntı halinde verilen bilgiler, tedirginlik duygusu içindeyken filmin düğümünü oluşturuyor sürpriz bir şekilde.

Film düşündürüyor, klimalı ferah salonda, ateşli bir şekilde ekolojik düşünceyi savunma dilemmasına işaret ediyor ister istemez. Hepimiz her şeyi istiyoruz. Son model telefon, alttan ısıtmalı evler, her türlü akıllı alet, yeni elbise, ayağı daha iyi kavrayan tasarımı şahane son model spor ayakkabı ve bunların yanında dağ, göl manzaralı tabiatla iç içe evler, organik sebze ve meyveler, her daim toplanan çöpler, dağın tepesine bizi kolaylıkla çıkaracak asfalt yollar, her gün yıkanan havlularla otel odaları, hafta sonu bizi tabiatla baş başa bırakacak dinlenme mekânları ve bitmeyen bir şarj! Şarjımız biterse ölürüz çünkü. Bunlar ve bunlar, bu zıtlıklar nasıl olacak sorusuna kafa yoransa çok az. Kapitalizmin mevcut üretim-tüketim alışkanlıklarının esiri olmuşken, tabiatın yenileme döngüsü tüketimin hızına yetişemezken nasıl yapacağız, dengeyi nasıl kuracağız? Yönetmenin finalde bulduğu karanlık çözüm, çözüm müdür, uygulansa bile insanî midir, ahlâkî midir? Mustafa Kutlu'nun kulaklarını çınlatmadan olmaz burada "Kalbin Sesi"ni dinleyip kanaate, nefis terbiyesine, ihtiyacı kadar tüketmeye kaç kişi taliptir?

Yeryüzü insana emanetken ve o meydan okuyarak kutsal olan ne varsa onlarla birlikte yeşile, türlü türlü hayvana daha fenası kendi insan kardeşlerine bu kadar kıymışken, bundan sonra ne yapacak? Yeni lüks kamp alanlarını su kaynaklarını kirlete kirlete, kendi içecek suyu kalmayana kadar kuracak mıdır el değmemiş tabiat ortasına, geyiklerin yoluna? Yönetmenin bulduğu kanlı çözüm nefs-i müdafaa sayılır mı? Soru üstüne soru sorduran bir film Kötülük Diye Bir Şey Yoktur. "Kötülük diye bir şey vardır" dedirtiyor insana, "Hiç olmaz mı?" Ve bunlarla beraber "İnsan gerçekten ziyan içindedir, sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka" hükmünü bir kez daha hatırlatıyor...