Karagöz sadece bayram eğlencesi değildir

MEHMET ŞİMŞEK
mehmet.simsek@aksam.com.tr

Hayal perdesinin son temsilcilerinden Ünver Oral’ı Beykoz’daki evinde ziyaret ediyoruz. Bizi evin atölyeye çevirdiği giriş katında karşılıyor. Radyodan gelen Türk Sanat Müziği ezgileri eşliğinde keyifli bir sohbete başlıyoruz. Dekorda Oral’ın kendi elleriyle yaptığı Karagöz-Hacivat gibi geleneksel Türk tiyatrosuna ait kuklaların yanında, “Üstatlarımdan kaldı” dediği kendisiyle yaşıt kuklalar da var, yazdığı çok sayı da kitap da. Başta Karagöz olmak üzere meddahlık, ortaoyunu gibi geleneksel Türk tiyatrosu örneklerinin sadece bayramlarda hatırlanmasına sitem ediyor Ünver Bey. 79 yıllık yaşamının büyük bir bölümünü hayal perdesine adayan son ‘gerçek hayali’lerden (Karagöz oynatıcısı) Ünver Oral’la çıktığımız zamanda yolculuktan satırlarımıza kalanlar… 

Önce sizi tanıyalım...
Babam Sinop’un Boyabat ilçesinin Cuma Köyü’nden. Sinop Öğretmen Okulu mezunu. Onun görevi nedeniyle, 1937 yılında Tokat’ın Erbaa ilçesinde doğdum. Sonra istemediğim halde Tokat Erkek Sanat Enstitüsü Torna Tesviye Bölümü’nde girdim. Okulda şiir yazdığım için iş kazaları geçirmişliğim de vardır ama oradan aldığım eğitimin atölye çalışmalarında çok faydası oldu. 
Karagöz’e ilgi nereden?
Çocukluğumdan... Ne olduğunu bile bilmeden ilk defa çocuk yaşta oynattım. Tek seyircim de kardeşim Ünal’dı. 
İstanbul’a nasıl geldiniz?
Annem İstanbullu olduğu için babam tayinini istedi, Üsküdar’a geldik. Bakkal dükkânı açtık. Dükkân babamın maaşıyla döndüğünden bir süre sonra kapatmak zorunda kaldık. 1963’de evlendim. Eşimin yardımıyla Beykoz Sümerbank Deri Kundura Sanayi Müessesesi’ne teknisyen olarak girdim.
Bu yıllarda Karagöz hayatınızın neresinde duruyor?
Karagöz hep aklımda, kalbimdeydi ama ne okulu vardı ne kitabı. Bakkal dükkânında çalışırken gazetede İstanbul Kuklacı ve Karagözcüler Derneği’nin Karagöz kursu açtığını okumuştum. Bu benim için mucize gibi bir haberdi. Dükkânı babama bırakarak kurslara gitmeye başladım. Kursa devam ettikçe bilgim de artmaya başladı.   
Karagöz’le ilgili kitap yazmanız bu döneme mi denk düşüyor?
Daha sonra o yokluk içerisinde kendi biriktirdiğim parayla ‘Öp Hacivat’ın Elini’ isimli küçük bir kitap yayımladım. Ancak elimde kaldı. Kitapçıya verdim, o da kâğıt fabrikasına gönderdi. Hiç para kazanamadım ama ilginç anılarım oldu. 
Nedir o anılar?
Danimarkalı bir kadın tez konusu olarak Karagöz’ü seçiyor ve Türkiye’ye gelmeye karar veriyor. Yunanistan’dan geçerken ‘Karagiozis’le ilgili kitaplar, malzemeler görüyor ama ‘Nasıl olsa bu işin anavatanı İstanbul’a gidiyorum’ diye düşünüyor ve almıyor. İstanbul’a geldiğinde bu konuda hiçbir şey bulamayacağını anlayarak Yunanistan’da kaçırdığı fırsata üzülüyor. O esnada Cağaloğlu’nda bir duvarın dibinde yerde benim kitabıma rastlıyor ve hemen satın alıyor. Sonra bana mektup yazıyor. Kendisiyle Cihangir’de kiraladığı çatı katında buluşmuştuk. Yanımızda tercüman vardı. İşinin çok zor olduğunu anlattım. Neticede vazgeçti. Eğer o çalışmayı yapabilseydi ülkesinde Karagöz kitabı yayınlayacaktı. 
Bu alanda başarının sırrı nedir?
Karagöz’ü yaşatmak açısından bugüne kadar hiç kimse benim yaptığım genişlikte bir çalışma yapamadı. Mesleki eğitimim, edebiyatla içli dışlı olmam, Türkçeyi iyi bilmem, Türk müziğini çok sevmem, güzel resim yapmam, iyi taklit yeteneğimin olması, gösteri metinlerini bizzat kendim kaleme almam, halk mizahını bilmem... Hayali’nin (Karagöz oynatıcısının) halk tiyatrosunu, Türk edebiyatını, benzetmelerini, kısacası Türkçeyi çok iyi bilmesi lazım… 
Ehliyetsiz kişilerin Karagöz 
oynatmalarına ne diyorsunuz?
Son yıllarda kim ucuz fiyat verirse “Buyurun, sahne sizin” diyorlar. Dolayısıyla gelenek tiyatromuz rezil oluyor. Aslında Karagöz ve gelenek tiyatromuz Ramazan eğlencesi de değil, çocuk eğlencesi de değil. Karagöz, kukla, ortaoyunu, meddahlık, bunlar bizim milli tiyatromuz. 12 ay her yerde sahneye koymalıyız. 
Bu işte usta-çırak ilişkisi de çok önemli değil mi?
Geçmişte usta-çırak ilişkisiyle yetişen insanlar mesleği günümüze taşıdı ama bugün kimsenin o kadar sabrı yok. Bana mühendisler, arkeologlar, kimyagerler “Karagözü öğrenmek istiyoruz” diye geliyorlar. “Tamam, yarın başlayalım” dediğimde, ilk soru “Kaç günde öğreniriz?” oluyor. “Karagöz’ü öğrenmen için 2-3 seneyi gözden çıkarman lazım” dediğimde bir daha uğramıyorlar. Amaç Karagöz aşkı değil, para kazanmak çünkü. Bugün İstanbul’da bir ‘Halk Tiyatrosu Merkezi’ kurulmalı. Bu yapılmadığı için bugüne kadar kör topal geldi ama kalitesinden kaybetti. Bugün geleneksel tiyatromuz komada.   
Ne yapılmalı?
1990’larda dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’e elden mektup vermiştim. Merhum Başbakan Özal’ın imzasıyla Kültür Bakanlığı bünyesinde ‘Devlet Geleneksel Türk Tiyatrosu Müdürlüğü’ kurulması için Bakanlar Kurulu Kararı çıktı. Hatta bakanlıkta odası, tabelası ve müdürü de oldu. Fakat bugüne kadar hiçbir şey yapılmadı.  Eğer yapılsaydı tam anlamıyla halk tiyatrosu sanatçısı yetiştirecektik. Onların desteğiyle daha büyük gösteriler hazırlayabilecektik. Bugün artık ne o tabela var, ne oda ne de müdür. Karagöz ustaları teker teker perdeden çekildi.  Tüm olumsuzluklara rağmen siz mücadeleden geri durmadınız. Neler yapıyorsunuz?
Ben uzun bir zamandır İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2 yıllık Batı Tiyatrosu kursunda ‘Gelenek Tiyatrosu’ dersi veriyorum. Halk eğitim merkezlerinde, belediyelerde, özel kurslarda batı tiyatrosu dersi veriliyor ama ‘Gelenek Tiyatrosu’ kursu açılmadı. Böyle giderse belki de Yunanistan’dan Karagöz ustası ithal edebiliriz.
Neden Yunanistan?
İstanbul Osmanlı’nın kültür, sanat, ticaret merkezi… İstanbul’da Osmanlı’nın tüm unsurlarının temsilcileri var. Karagöz perdesinde de İstanbul’da hangi topluluklar varsa onların tasviri var. Arnavut, Kürt, Rum, Ermeni, Yahudi, Frenk vesaire… O zaman İstanbul’da yaşayan  Rumlar ve diğer gayrimüslimler de Karagöz seyrediyorlar. Bazıları oynatıyor. Hatta Türkler’e Karagöz öğreten Rumlar, Ermeniler var. İstanbul’da Karagöz oynatmasını öğrenip Yunanistan’a gidenler orada perde kuruyor. Bugün Yunanistan’da Karagöze bizden çok ilgi gösteriyorlar.
Karagöz’ü modernize etmek mümkün mü?
Karagözün modernleşmesi meselesine sanatın kendisi cevap veriyor. Adı üstünde ‘Geleneksel Tiyatro’... Modernleşme çabasına girersen gelenekselliği kalır mı? Değişen imkânlara, olaylara göre kullanılan ve gelişen dile göre gösteriler de gelişir. Karagöz 600 sene önce başladığı gibi mi geldi bize? Değişerek geldiyse yenilenmiştir, modernleşmiştir.  Bir de Karagöz perdesine siyasi, dini konuların getirilmesi fevkalade yanlış...


ÇOK ŞEY YAPMAK İSTEDİM AMA HİÇBİR ŞEY YAPAMADIM

Bunca yıldır Gelenek Tiyatrosu’na gönül verip emek sarf eden birisi olarak içinizde ukde kalan bir şey var mı?
Çok var. Birincisi gelenek tiyatromuzu yaşatmak için İstanbul’da gelenek veya halk tiyatrosu merkezi kurulmalı. Türkiye’deki üniversitelerde TRT’de gelenek tiyatrosuyla ilgili ne kadar malzeme varsa burada toplanmalı. Buradan yayın yapılmalı. Gazetelerde televizyonlarda yıllarca anlattım. Hep tek başıma çalıştım. Para desteği yok, çalışma yeri yok. Ben Karagöz’e kömürlükte çalışmaya başladım. Aslında büyük bir kukla gösterisi yapmak istiyordum. Bunlar kadro, mekân ve para istiyor. Kimse bu konuda yardımcı olmadı. Çok şey yapmak istiyordum fakat hiçbir şey yapamadım.

YURTDIŞINDA DAHA  ÇOK İLGİ VAR

İlginç anılarınız da vardır muhakkak...
Olmaz mı? Balkan gezilerinden birinde gösteri yaptığımız tiyatronun müdürü yanımıza geldi. Kendisi Türk… “Sahneyi görmek istiyorlar” dedi. Ben de 3-5 kişi sandım, “Gelsinler” dedim. Bütün salon hurra sahneye yüklenmesin mi?  O arada nasıl olduysa sahnenin ortasında bizim hanımla bir adam tokalaştığını gördüm. Ama sanki tokalaşmıyorlar da dövüşüyorlar. Meğerse adam profesörmüş, eşimin elini öpmek istiyormuş. Bu tabloyu hiç unutamam. Karagöz’e yurtdışında daha fazla ilgi var. 

KURBAN BAYRAMI’NDA DA OYNATILABİLİR

Pazartesi günü Kurban Bayramı’nın ilk günü. Bayram geldiğinde de aklımıza ilk olarak Gelenek Tiyatrosu geliyor…
Karagöz’ü bayram eğlencesiyle sınırlamak büyük haksızlık. Bayramlarla gölge oyunu arasındaki ilişkiyi şöyle anlatabilirim; Ramazan Gelenek Tiyatrosu festivali gibidir çünkü uygun zaman vardır. İftardan sahura kadar boştur insanlar. Önceden mekânlar hazırlanır, programlar yapılır. Kurban Bayramı’nda böyle bir ihtiyaç yok. Tabii yine de bayram vesilesiyle gölge oyunu oynatılmasında mani yok.