Jon Hopkins: Müzik, gelecekte yapay zekâyla üretilebilecek

UYGAR TAYLAN

uygartaylan@gmail.com

Çağdaş müziğin elektronikle kesiştiği noktada günümüzün en yetenekli isimlerinden Jon Hopkins, geçtiğimiz hafta Sonar İstanbul’daydı. Konseri öncesi kulisinde buluştuk, müzik yolculuğunu ve yeni albümünü konuştuk.

Müzik tarihinin sayfalarını karıştırdığımızda zamanın müziğini ileri taşımak adına notaların sınırlarını zorlayan bir çok çağdaş besteci karşımıza çıkar. Klasikten günümüze Schöneberg, Max Richter, Jean Michelle Jarre, David Gilmoure, Brian Eno ve Thom Yorke bu isimlerden sadece birkaçı. Bugün çağdaş müziğin elektronikle kesiştiği noktadaysa karşımıza çıkan en yetenekli isimlerden biri şüphesiz Jon Hopkins. 2013’te “Immunity”le en iyi albüm dalında Merkür Ödülü’ne aday gösterilen Hopkins, tam beş yıl aradan sonra yeni albümü “Singularity”i çıkartmaya hazırlanıyor. Müzik, yaratıcılık ve teknoloji başlıkları altında Zorlu PSM’de gerçekleşen Barcelona çıkışlı Sonar Festivali bu yıl İstanbul’da Jon Hopkins’i ağırladı. İzleyenleri iki saat boyunca hipnotize ettiği performansı öncesi Jon Hopkins’le kuliste görüştük.

Geçtiğimiz günlerde yeni albümünüzün çıkış parçası “Emerald Rush”ı yayınladınız. Diğerleriyle kıyasladığımız zaman bu albümde nasıl bir farklılık olacak?

Bu önceki albümlerden doğal olarak evrimleşen bir parça. 18 yıldır ürettiğim fikirlerin harmanlanması diyebiliriz. Bu albüm için çok heyecanlıyım. Bana göre bugüne kadar yaptığım en iyi albüm oldu.

GERÇEK TUTKUM SES ÜRETMEK

Biraz eskiye gidecek olursak Londra Royal College of Music’te piyano eğitimi aldınız. Öğrencilik yıllarınız nasıl geçti? O günlerde çağdaş ve elektronik müzikle ilgili miydiniz?

Aslında elektronik müziğe klasik müzikten hep daha çok ilgim vardı. Çünkü gerçek tutkum ses üretmek ve melodileri derlemekti. Klasik piyanoyla uğraşmam çok öncedendi o yıllarda çok gençtim. Şu an yaptığım müzik, asıl tutkum.

Geleceğin elektronik müzik soundu hakkında bir tahmin yürütmenizi istesem...

Bunu söylemek gerçekten imkânsız. Çünkü teknoloji öyle bir hale geldi ki belki, ilerde robotlar müzik yapacak hatta belki de yapay zekâlar... Teknolojinin bizi nereye götüreceğini öngörmek gerçekten çok zor. Evet, müzik muhtemelen yapay zekâlarla üretilecek bir şey haline gelecek.

Daha önce parçalarınızı bestelerken transandantal meditasyon tekniğinden yararlandığınızı okumuştum. Biraz bu süreçten bahsedebilir misin?

Aslında müzik yaparken kullanmıyorum. Meditasyonu daha çok kendi doğal merkezimi bulmak için bir araç olarak kullanıyorum. O noktadan çıktığınızda zihniniz çok açık oluyor; çeşitli yaratıcı düşüncelere ve farklı seslere bir kapı açılıyor.

İlk albümünüz “Opalescent”ten bugüne 17 yıl geçmiş. Eğer imkânınız olsaydı o günlerdeki Jon Hopkins’e ne gibi tavsiyeler verirdiniz?

Sabırlı ol, (gülüyor) kafaya takma. Kendi tarzını fazla sorgulama ve diğer insanlarla da kendini kıyaslama derdim. Çünkü gençken var olan tarz ve trendlere uymak ne kadar cazip görünse de kendi stilini oluşturmak her zaman daha önemli.

İÇİNDE KAYBOLACAĞINIZ  BİR ŞARKI

Benim favorim önceki albümünüzden “Sun Harmonics”...

Bunu duyduğuma sevindim.

Parçanın oluşum sürecini hatırlıyor musunuz? 

O şarkıyı bestelemekten gerçekten çok keyif almıştım. Yeni albümde de çok beğeneceğini umduğum bir parça var, Sun Harmonics’le birbirlerini tamamlıyorlar. Beni çok mutlu eden bir yaratım süreciydi. Onu ilk tasarladığımda içinde kaybolunacak çok uzun bir parça olmasını hayal ediyordum. Parça bittiğinde bir şarkıdan daha ziyade ziyaret edebileceğim bir yer haline dönüştü. Stüdyoya her sabah gelip yere uzanıp şarkıyı dinlediğimde yarattığı etki harikaydı!

Immunity sonrasında “Asleep Versions” albümünü kaydetmek için İzlanda’ya gittiniz. İzlanda size neler öğretti?

İzlandalı Sigur Ros grubunun kullandığı harika bir stüdyoda kaydettik o albümü. Çok güzel bir piyano vardı ve ortam antika eşyalarla dekore edilmişti. Ara vermek için dışarı çıktığınızda stüdyonun çevresindeki doğa muazzamdı. Albümün adından da anlaşılacağı üzere rüya gibi bir deneyimdi.

Müzik yolculuğunuzda hangi isimlerden ilham aldınız ve beslendiniz?

Birçok kişiden ilham aldığımı söyleyebilirim… Benim ritim duygum birçok yerden esinleniyor. Four Tet’in ilk zamanları, James Holden, Nathan Fake gibi isimler… Chemical Brothers’ın ilk albümleri gençliğimde epey büyük ilham kaynağım oldu. Brian Eno, ambient yönümü besledi. Harold Budd’da aynı şekilde.

Brian Eno’yla müzikal işbirliğiniz nasıl gerçekleşti? 

Uzun süredir görüşmedik ama beraber çalışmak çok keyifliydi. O, her zaman normal beste metotlarını kıran ve önümü açan fikirler üretiyordu. Bazen stüdyoda onunla ve Leo Abrahams ile çalışırken bazen birimizin durmasını diğerinin tek akorda çalmayı denemesini isterdi. O da bunun nasıl bir sonuç yaratacağını bilmiyordu ama bu rastlantısal fikirler, yaratıcılığın önünü açıyordu.

ŞEHRİ DEĞİL, DOĞAYI DİNLERİM

Yaşamın içindeki seslerin en çok hangilerini duymaktan ilham alıyorsunuz?

Kesinlikle doğadaki sesler! Çünkü çok nadir olabiliyorlar. Kuşları, rüzgarı ve yaprakların çıkardığı sesleri duymayı çok seviyorum.

Peki ya şehirdeki sesler?

Şehirdeki seslerden pek hoşlanmıyorum. Genellikle şehri duymamak için kulaklıkla müzik dinliyorum.

Sonar Festivali için İstanbul’a geldiniz. Bu şehri nasıl buluyorsunuz. 

İstanbul’a üçüncü gelişim. Tahmin edersiniz ki İstanbul’da en hoşlandığım şey yemek yemek. Yarın için özel bir restorana rezervasyon yaptırdım. Nefis kalkan balığı yapıyorlar. Buradaki yemeklere gerçekten bayılıyorum. Mısır çarşısına ve Sultan Ahmet’e gittim. Mimari olarak muazzam mekanlar.