İstikameti bulmak için konum atın yeter!

''Farkında olalım ya da olmayalım bize internet ve sosyal medya aracılığıyla sunulan kalıpların belirleyici etkisi altında kaldık. Her geçen gün reel hayattan daha çok kopan ve bizi sanallığa mahkûm eden bu süreç bizi tabiattan, birbirimizden, geçmişten, kadim gelenekten kopardı.'' diyen Prof. Soner Duman, ''Bana Konum Atar mısın'' kitabında bu kopuşla yolunu kaybedenlere istikameti bulabilmesi için konum veriyor.

Akşam Cumartesi

İnsanlık inanç ve değerler açısından derin bir savrulma yaşıyor. İslam inancı üzere yaşayan toplumlarda bile Müslümanım diyen fertler kendilerini dijital ve sanal dünyanın rüzgârına kaptırıp yolunu, yönünü kaybedebiliyor. Tam bu noktada istikamet üzere yaşamak konusundaki hatırlatıcılar imdadımıza yetişiyor.

Kurani bir bakış açısı ve sünnete dayalı argümanlarla inanç konusunda yaşanan kopukluğa dikkat çeken Sakarya Üniversitesi Temel İslam Bilimleri Öğretim üyesi Prof. Soner Duman bizi derinden sarsmak, kendimize getirmek, sanal ortamdan çekip çıkararak fıtratımıza çağırmak için kaleme aldığı tavsiyelerini "Bana Konum Atar mısın" adlı kitapta bir araya getirdi. Prof. Duman ile bağımızın nasıl inceldiğini ve nasıl onarılabileceğini konuştuk.

Ahir zaman, çeldiriciler her zamankinden çok gibi geliyor. Ama hakikate ulaşmak için de kaynaklar elimizin altında. Peki neden yolumuzu kaybediyoruz?

Her bir zamanın kendine özgü avantaj ve dezavantajları, zorlukları ve kolaylıkları vardır. Her bir insan, kendi bulunduğu zamanın ve mekânın şartları içinde imtihan oluyor. İçinde bulunduğumuz zamanın da kendine özgü artıları ve eksileri, avantaj ve dezavantajları, kolaylıkları ve zorlukları var. Bütün bunların ötesinde günümüz dünyasını geçmiştekinden ayıran son derece önemli bir etken var: İnternet. İnternetin hayatımıza girmesiyle birlikte geleneksel yaşam tarzlarımız tepeden tırnağa değişti. İnsanlar arası ilişkiler, kültürler arası etkileşim, insanların düşünce ve davranışlarını etkileyen süreçler geçmiş zamanlara göre çok farklı bir hale geldi. Sanal dünya insanların hayatında en büyük belirleyen haline geldi. Neye inanacağımız, nasıl yaşayacağımız, davranacağımız, neleri beğeneceğimiz, nelere gülüp nelere ağlayacağımız kendi inisiyatifimizle belirleyebileceğimiz şeyler olmaktan çıktı. Farkında olalım ya da olmayalım bize internet ve sosyal medya aracılığıyla sunulan kalıpların belirleyici etkisi altında kaldık. Her geçen gün reel hayattan daha çok kopan ve bizi sanallığa mahkûm eden bu süreç bizi tabiattan, birbirimizden, geçmişten, kadim gelenekten kopardı. Tabiatla olan bağlantımızın kopması veya azalması Allah'ın tabiattaki âyetleriyle doğrudan muhatap olmamızın önüne de geçti. Gelenekle, kitapla olan bağlantımızın azalması da tarih hafızamızı köreltti. Kimliğimizi ve kişiliğimizi silikleştirdi.

Yol haritamızı hatırlatan bir kitap yazdınız. Ne söylüyor bize 'Bana Konum Atar mısın?'

"Bana Konum Atar mısın?" başlıklı eserim tam da bu kopukluğa dikkat çekip bizi derinden sarsmak, kendimize getirmek, sanal ortamdan çekip çıkararak fıtratımıza, tabiata, birbirimize yönlendirmek üzere kaleme alındı. Eserde yer alan yazılar, günlük hayata ilişkin sosyal medya ortamında yazdığım yazıların yeniden gözden geçirilmiş halinden oluşuyor. Evet, paradoksal bir biçimde sosyal medya üzerinde yazdığım yazılarda günlük hayatımızda kaybettiğimiz değerlere vurgu yapmaya çalışıyorum.

"Bana Konum Atar mısın?" sorusu çift kutuplu bir soru. Bir yanda bu hayattaki anlam ve amacını, yönünü, rotasını yitirmiş bir bilinç var. Yaralı bir bilinç. Bulunduğu yerden memnun değil, bir çıkış arıyor ama çıkışın nerede olduğunu bilmiyor. Bir konum bilgisine muhtaç. Diğer bir açıdan bakıldığında ise bu kitap ismi şunu ima ediyor: Hayatın rotasını, yaşamın kıblesini bulmuş bir bilinç var. Rotasını şaşırmış insanlara kılavuzluk yapmak istiyor. Bunu yaparken onların yanına uğramak, elinden tutmak istiyor. Her nerede iseler onlardan yerlerini bildirmelerini, konum atmalarını istiyor.

Gençler dine aidiyet duymakta zorlanıyor. Ne yapıyoruz ya da yapmıyoruz da onları hem kendimizden, hem de inancımızdan uzaklaştırıyoruz?

Yeni nesilleri eğitirken kendi çocukluğumuz ve gençliğimize dönerek biz nasıl yetiştiysek onların da o şekilde yetişmesini bekliyoruz. Oysa iki kuşak arasında geçen sürede dünya, neredeyse baştan sona değişti. Dünya insanlarının kullandığı kavramlar, öncelikler, sorunlar, çözümler hepsi sil baştan dizayn edildi. Kur'an, Ashab-ı Kehf'in 309 yıl uyutulduğunu, uyandıklarında dünyayı değişmiş bulduklarını belirtiyor. Şimdi, dünyayı değişmiş halde bulmak için bu kadar uyumaya gerek yok, akşamdan sabaha değişiklikler oluyor. O halde bizler de gençlerimizi geleceği hesaba katarak eğitmeliyiz. Burada yalnızca gelecekte bizi bekleyen ihtimalleri hesaba katmak değil geleceğe yön verecek, inisiyatifi onların almasını, değişimlerin öznesi olmalarını sağlayacak bir yapıya onları kavuşturmak gerekiyor. Bu da ezber bilgilerle değil yeniliği hesaba katan bir yaklaşımla mümkün. Gençlerle ilişkilerimizi doğru bir zemine oturtamadığımız bir gerçek.

Gençlerle doğru iletişim için nelere dikkat edilmeli peki?

Gençlerle itham edici, suçlayıcı, yargılayıcı, mukayese edici, alay edici, hakaret edici bir dille konuşmak kesinlikle ters etkide bulunur. Onun için "anlamaya çalışan", "değer veren", "olumlu yönlerini öne çıkaran", "takdir eden" bir dil kullanmak gerekir.

Asık surat, sert ses tonu, katı kalpli yaklaşım gençlerde ters teper. Kur'an, Hz. Peygamber hakkında şöyle buyuruyor: "O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi." (Âl-i İmran, 159) Gençler, kendi aileleri ve öğretmenleri içinde negatif enerji yayan kimselerden uzak dururlar.

Gençleri dinlemek çok önemlidir. Gençlere anlatmaktan çok onları dinlemek, buyurgan bir dilden çok ufak müdahalelerle yol göstermek önemlidir. Gençler kendilerini yakınlarına anlatamadığında içini dökecek başka çevre arayışlarına girerler. Gençlerin sorularına akla ve gönle hitap edecek derecede etkileyici cevaplar vermek veya bu cevapları veren kimse ya da kitaplarla buluşturmak gerekir. Sosyal medya doğru ile yanlışın iç içe olduğu bir mecra olduğu için onları din konusunda sağlıksız bilgilenmeden korumak amacıyla alanın uzmanlarının yazdığı kitaplar, videolarla buluşturmak gerekir.

Öğüt vermek değil örnek / rol-model olmak önemsenmeli. Elbette İslam'ı doğru anlatmak önemlidir ancak bilgiyi eyleme dönüştürmedikçe kuru bilgi etkili olmuyor. Kur'an'ın yaklaşık üçte birini geçmiş peygamberlere ait yaşanmışlıkların oluşturması üzerinde hassasiyetle durulması gerekiyor. Allah Resûlü, ashabına rol model oluyor. Onlara Kur'an'ın hayata geçmiş örneği olarak yol gösteriyor.

Seküler hayat tarzının baskın bir etkiye sahip olduğu, bireyselliğin, bencilliğin hâkim olduğu, tüm dünyanın küçük bir köye dönüşüp internet üzerinden insanlığa yeni rol modeller sunulduğu bir dönemde kendi öz değerlerimize bağlı rol modellerimiz ya mevcut olmadığından ya da yeteri kadar görünür olmadığından gençlerimiz değerlerimizle ilgisi olmayan rol modeller edindiler. Tabiat boşluk kabul etmiyor. Siz insanların önüne doğru örnekler koyamadığınızda onların tamamı değilse bile bir kısmı kendi önlerine konulan yanlış örnekleri benimseyebiliyorlar.

Günümüz dindarlarının bir kısmı seküler hayatın bütün vecibelerini yerine getirip görünüş itibariyle 'Müslüman' kalmaya çalışıyor. Bu tezattan nasıl kurtulabiliriz?

Müslümanın dünya ile ilişkisi konusunda iki aşırı uçtan ve bir de İslam'ın ideal olarak gösterdiği orta yoldan söz etmek mümkündür. Aşırı uçlardan birisi dünyevileşmek, sekülerleşmektir. İnsanın bu hale düşmesi, insanın yaratılış sebebini göz ardı etmesi, geçici olan dünyayı ebedi devam edecekmiş gibi düşünmesi, âhireti inkâr ya da ihmal etmesi ile mümkün olur. Kur'an, pek çok âyetinde insanı bu şekilde sekülerleşmeye karşı uyarmış, dünyanın geçiciliğine vurgu yapmıştır.

Dünya ile ilişkilerimiz konusunda diğer aşırı uç ise kendisini dünyanın meşru nimetlerinden mahrum etmek, dünyayı boşlamaktır. Oysa İslam dini dünyayı Allah'ın âyetlerinin tecelligâhı, âhiretin tarlası ve bir imtihan yurdu olarak tanımlamış, insanın dünya üzerinde halife tayin edildiğini belirtmiştir. Yüce dinimiz Müslümanları dünyada güçlü olmaya, Allah tarafından kendi hizmetlerine sunulan yer ve gökteki bütün unsurları Allah'ın gösterdiği istikamette işleterek yeryüzünü mamur hale getirmeye teşvik etmiştir. Günümüzde Müslümanlar olarak, dünya ilişkileri konusunda bir denge tutturmakta maalesef zorlanıyoruz. İslam toplumları içinde küçük bir kesim âhiret düşüncesi ile dünyayı tamamen boşlarken çoğunluğun ise âhireti tamamen unutup sekülerleştiği görülmektedir. Bu kesimin dinle bağlantısı bir takım özel zaman dilimlerine, ritüel gibi görülen bazı ibadetlere hasredilmiştir.

Hayatına dindar olarak başlayan bazı kişiler hem zihniyet hem de yaşayış olarak seküler hayatı tercih eder hale geliyor. Bunun nedeni nedir sizce?

Bunu tek bir nedene bağlamak doğru değil. Her insanın hidâyet yoluna girerek doğruyu bulmasının da doğru yoldan ayrılıp İslam ile arasına mesafe koymasının da kişisel, toplumsal pek çok sebepleri bulunabilir.

İslam ile arasına mesafe koyanların bir kısmı açısından buna sebep olan şey dünyadaki Müslümanların içinde bulunduğu durum. Müslüman ülkelerin bilim ve teknolojide geri kalması, çoğu Müslüman ülkenin yönetiminde halkın söz sahibi olmaması, baskıcı yönetimler, iç savaşlar, terör gibi hadiseler kimileri tarafından İslam dinine mâl edilmesi. Bunların temel açmazı İslam ile Müslüman arasındaki ayrımın yeterince farkına varmamış olmak. İyi ve kusursuz olan İslam'dır, Müslüman değildir. Üstelik Müslüman ülkelerin mevcut olumsuz hallerinde Batılı ülkelerin sömürge politikalarının hesaba katılmaması büyük bir yanlış olur.

İnsanların İslam ile aralarına mesafe koyması, sekülerleşmesi, hatta kimi zaman İslam'ı terk etmesinin gerisinde bireysel nedenler de olabilir. Aile baskısı, kötü eğitim, İslam'ın kötü temsili vb. durumlar bu bireysel nedenleri körüklemiş olabilir. Durum her ne olursa olsun şunu biliyoruz: Bu tür şahıslar açısından temel sorun, onları ikna edecek yeterli delillerin bulunmaması değil, onlarda ikna olacak yeterli bir ruh hâlinin olmamasıdır. İnsanların çoğu bu delillere karşı kendisini kapatıyor. Bunu ya bilinçli bir tavırla yapıyorlar veya adına gaflet, vurdumduymazlık, aymazlık denen bilinçsiz bir tavırla. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler." (Yusuf, 105)

İnkârcı insanların delilleri görse bile onları dikkate almamaları ve inanmamalarının ikinci temel sebebi onların nefislerinde, iç dünyalarında var olan "kendini büyük görme duygusu"dur. Kulluk makamını, boyun eğmeyi, itaat etmeyi kendisine layık görmüyor. Yaratıcı da olsa "boyun eğmek" onun ağırına gidiyor. Böyle olunca da etrafında nice delil görse de bu deliller onun işine yaramıyor. Çoğu kimse açısından dine karşı kayıtsızlık bir bilgisizlikten ziyade bir ilgisizlik, boş vermişlik, bıkkınlık, hayal kırıklığı gibi nedenlere dayanıyor. Fıtraten inanmaya meyilli yaratılan, sonsuz bir kudretin şu hayatı sevk ve idare ettiğine, her şeyin belirli bir plan ve düzen içerisinde işlediğine dair çevresinde sayısız deliller gören insan, psikolojik travmaları sebebiyle tüm bunları görmezden geliyor.