İstanbul Ortadoğu'nun Berlin'i gibi

AYSUN YILDIZ GÜNGÖR

aysun.yildiz@aksam.com.tr

Kısa sürede üne kavuşup, dünya çapında yüzden fazla konser veren İsviçreli pop müzik grubu Kadebostany Türkiye’ye geliyor. Gruptan Guillaume Jeremie’yle bir araya geldik hem müziklerini hem Türkiye’yi konuştuk. 

Yeni albüm Monunental, grubun kariyerinde nerede duruyor?

Grubun kariyerinde yepyeni bir dönemde duruyor diyebiliriz. 2 başarılı albümden sonra, işleri biraz daha büyütmeye karar verdim. Bu albümün hazırlık ve kayıt aşaması 3 yıl sürdü. 6 farklı vokalistle çalıştım ve en iyi sound’u yakalamak uğruna dünyanın dört bir yanına seyahat ettim.

Save Me’nin video klip çekimleri nasıl geçti?

‘Save me’nin video klibi yaptığımız her şey gibi büyük bir tutku ve özveriyle gerçekleşti. Şarkının özünü yakalayacak, doğru ifade edecek iyi görüntüyü yakalamak uğruna saatlerce vakit harcadık.

Kadebostany artık başardı dediğiniz andaki hisleriniz neler?

Elbette büyük bir mutluluk ama ardından gelen hemen yeni ve iyibir şeyler daha yapmalıyım hissi..

Dinlediğiniz, ilham aldığınız müzisyenler kimler?

Vizyon sahibi, zamansız her müzisyen benim için ilham kaynağı olabilir.

Sahne öncesi ritüelleriniz?

Her zaman sol ayağımla sahneye adım adıyorum.

TÜRK MELODİSİNİ BEĞENİYORUM

Türkiye’yi sıkça ziyaret eden bir grupsunuz buradaki hayranlarınızla olan bağı nasıl tanımlarsınız?

Çünkü muhteşem bir damak tadınız var (gülüyor).

Bu kez İstanbul dışında Ankara ve İzmir›de de çalacaksınız. Bizi nasıl bir set list bizi bekliyor.

Elbette yeni albümdeki şarkılardan da bol bol çalacağız. Ama ‘Castle in the now’, ‘Crazy in Love’ gibi klasiklerimizi de unutmayacağız.

Türkiye’deki mini turne sonrasında planlar neler?

Dünyayı gezmek istiyorum…

Özellikle Türkiye konserlerinizde Kadebostany büyük ilgi ile karşılandı. Türkiye’deki dinleyici sizi neden bu kadar sevmiş olabilir? Kadebostany ile Türkiye’deki müzik dinleyicisini birbirine bağlayan sence ne olabilir?

Sevgiyi açıklamak her zaman zordur ama gördüğüm kadarıyla Türkiye’deki müzik takipçisi kitleyi belli bir şekle sokmak zor. Çok iyi bir zevkleri var ve müziğin temsil ettiğiyle değil duygusal olarak ne yansıttığıyla ilgileniyorlar. Türkiye’ye gelen bir Amerikan şarkıcısı çok fazla bilet satamayabiliyor. Türkiye’deki müzik dinleyicisi İngiliz emperyalizmiyle pek alakalı değil. O müziğin imajıyla ilgilenmek yerine dinledikleri müzikte duygu hissetmek istiyorlar. 

Türk müziğini takip ediyor musunuz?

Sezen Aksu ve Selda Bağcan gibi klasikleşmiş bazı sanatçılarınızı biliyorum. Sizin melodinizin duygusunu beğeniyorum.

Türkiye ve Türkiye kültürü senin için ne ifade ediyor? İstanbul’da en çok neyi yapmayı sevdin?

Ben çeşitlilik, gelenekle kültür arası geçişlerden ve karışımdan çok hoşlanıyorum. İstanbul’u ilk ziyaret ettiğimde bu şehri Ortadoğu’nun Berlin’i gibi düşündüm. Muhteşem bir misafirperverliğe sahip genç insanların olduğu bir grup var.

HİKÂYEM 12 YIL ÖNCE BAŞLADI

Tüm hikâye nasıl başladı peki? Söyleyebileceğin, müzikseverlerle paylaşabileceğin bir şeylerinin olduğunun ne zaman farkına vardın? 

12 yıl önceydi.  Her şeyi deniyordum. Bilgisayardan bir şeyler çıkarmak için, klavyeden mantıklı ve “dinlenilebilir” şeyler çıkarmak için her yolu zorluyordum. Deniyordum sadece. Bir gece kendi kendime çalarken bir anda kendi aydınlanmamı yaşadım diyebilirim. “Tamam” dedim. “Oluyor, artık bunu yapmaya hazırım, müziğimi, kurduğum hayali ülkemi insanlarla paylaşmaya hazırım.” Tabii ki bu ülkeyi insanlara tanıtmam, onların benim yaptığım müziğe yaklaştırmam ilk başta biraz zor oldu. Büyük bir projeydi ve dinleyici sadakatini sağlamak için olabildiğimce samimi olmayı başarabilmeliydim. Onlara ait hikâyelerden parçalar alıp bu hikâyeleri dinlenilebilir kılmalıydım. Hedefim, bir gün bambaşka bir coğrafyada daha önce hiç tanımadığım bir insana “Kadebostany Cumhuriyeti”ni biliyor musun?” diye sorduğumda, “Evet, bilmez olur muyum?” demesi.