İslam'ın tabiat tasavvurunu öğrenmemiz gerekiyor

Bizim öncelikle kendi medeniyet perspektifimizden, kendi dini metinlerimiz perspektifinden İslam'ın tabiat tasavvurunu öğrenmemiz gerekiyor. Bunu içselleştirmemiz gerekiyor. Yoksa nasıl ki bir grup modernlik adına gaddar olup hayvan popülasyonunu tehdit olarak görüyorsa dindar olanlar da din adına hayvan popülasyonunu tehdit görebilir.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Modernleşme, pek çok konuda Müslümanları inançlarının öngördüğü davranış biçimleri ve kabullerden uzaklaştırıyor. Seküler bilinç giderek pek çok konuda dindarların davranış kodlarını değiştirip dönüştürüyor. İslam inancına sahip olduğunu söyleyenler farkında olmadan benimsedikleri değerlerle çelişen pek çok fiil ve söylem içinde bulunabiliyor. Kaynaklar ve sahih metinlerden uzaklaşıldıkça toplumsal sorunlara Peygamberî bakıştan da mahrum kalıyor inananlar.

Bugün sokak hayvanları üzerine konuşulup tartışılırken de aynı açmazla karşılaşıyoruz.

İslam, insanın sadece diğer insanlarla değil mahlukâtla, hayvanlarla, bitkilerle ve cemadat alemi denilen donuk varlıklarla ilişkisini de hassasiyetle düzenliyor. Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin uygulamaları sadece yaşadığı dönemde değil bugün de insanoğlunun en hakkaniyetli ve vicdanlı çözümler üretebilmesi için örneklik teşkil ediyor. İfrat ve tefrik arasında savrulmak yerine bu alanda yapılan çalışmaları dikkate almak belki de en doğrusu. İbni Haldun Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Serdar Demirel'in Hz. Peygamber ve Tabiat adlı kitabı bu anlamda günümüz insanına diğer mevcudatla ilişki kurma noktasında Peygamberî bakışı hatırlatacak türden bir çalışma. Prof. Demirel'e Müslümanların tabiat ve hayvanlarla ilişkisinin nasıl olması gerektiğini ve Peygamberimizin bu konudaki örnekliğini sorduk.

İnsanın kendisi dışındaki varlıklarla ilişkisi üzerine yeterince düşünüyor muyuz? Müslümanca davranış biçimini mi kaybettik acaba?

Maalesef Müslümanca davranış bilincimiz zayıfladı. Tabiata Müslümanca bakmıyoruz. Tabiattan kastımız; hayvanlar, nebatat (bitkiler) ve cemadat (donuk varlıklar) dediğimiz varlık kategorileridir. Meselâ İslam'da cansız varlıklar diye bir kavram ve varlık kategorisi yoktur. Kur'an-ı Kerim ve hadisler hayvanlara, bitkilere ve dahi donuk varlıklar dediğimiz cemadata bir şuur atfeder. Müslümanlar olarak İslam'ın tabiat tasavvurunu önemli ölçüde yitirmiş durumdayız. Geçenlerde bir tweet atmıştım. Anız yakılıyor, yakılan alanda onbinlerce canlı çeşidi yanarak ölüyor, onbinlercesi de zarar görüyor. Bu uygulama İslam'a göre caiz değildir, dedim. Bir takipçim de şöyle bir mesaj yazdı; 'Hocam anızı yakanların bir kısmı bunu besmele çekerek yapıyor." Düşünebiliyor musunuz, İslâm'ın cevaz vermediği bu kötü uygulama, İslamî şuurun zayıf olması sebebiyle besmele ile yapılabilmektedir. Dolayısıyla bizim insanımıza yeniden İslâmî tabiat tasavvurunu kazandırmamız lâzım. Bu çalışmamız biraz da buna matuftur. İslam bizim hayvanlar, bitkiler ve cemadat varlık âlemine nasıl bakmamızı istiyor, onlarla nasıl uyum içinde yaşamamızı öngörüyor? Bunların delillerle tutarlı cevaplarının verilmesi gerekir.

Bir misal olarak modern insanın mutlak manada cansız, şuursuz gördüğü cemadat varlıklardan dağı ele alalım. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Hayber'den dönerken Uhud dağı göründüğünde şöyle buyurmuştur:

"Bu bizi seven bir dağdır. Biz de onu severiz."

Görüldüğü üzere hadiste iki yönlü bir sevgiden söz edilmektedir: İnsanın dağı sevmesi, dağın da insanı sevmesi. İnsanın dağı sevmesi herkesin tecrübe edebileceği gayet açık bir durumu ifade etmektedir. Ancak dağın insanı sevmesi nasıl anlaşılmalıdır? "Bu bizi seven bir dağdır." sözü mecazi bir ifade midir yoksa açık anlamıyla hakiki bir sevgiyi mi kastetmektedir? Alimlerin çoğunluğu dağın sevmesini mecaza değil hakikate hamlederler. Ama bunun tam mahiyetini biz bilemiyoruz. Buna, "Allah korkusundan yuvarlanan taşlar vardır." (Bakara: 2/74) gibi âyetleri ve ufak taşların Allah'ı tesbih etmesi, Hz. Peygamber'in (s.a.v.), "Ben Mekke'de öyle bir taş bilirim ki bana selâm verirdi." hadislerini delil gösterirler.

Bu öyle bir tabiat tasavvurudur ki dağa bile bir şuur ve sevgi atfediyor. Böyle bir tasavvurun tabiata zarar vermesi mümkün müdür? Bu tasavvur ona zarar vermeyi değil, onunla uyumlu yaşamayı benimser.

Şu an o bakış çok evrildi, insan eşrefi mahlûkattır, sadece insanın varlığı değerlidir noktasına geldi.

İnsan ve diğer canlıları bir karşıtlık içine koymak doğru değil. Kur'an-ı Kerim'de Nuh tufanı anlatılır. Yeryüzü sularla kaplanacak tüm canlı hayatı son bulacak ve Nuh aleyhisselam Allah'ın emriyle her farklı hayvan türünden bir erkek ve dişi olmak üzere gemiye alarak kurtulacaklar. Âlimler derler ki 'Neden her canlı türünden Allah'ın emriyle gemiye bir erkek ve dişi eş alıyor. Çünkü aslolan bunların neslinin devam ettirilmesidir. Ekosistemin sağlıklı işlemesi bu biyoçeşitliliğin varlığına dayanmaktadır. Allah azze ve celle hiçbir varlığı boşuna yaratmamıştır. Her canlının bu tabiatta yerine getirdiği bir görevi vardır. Bunlardan biri kaybolduğunda doğanın dengesi bozuluyor. Allah'ın yarattığı her canlının yaşama hakkı vardır. Bütün canlı varlıkların neslinin devam ettirilmesi İslam'ın maksatlarındandır. Bu şuur Sünnet'e uygun bir hayat için gereklidir.

Burada güncel bir mesele olan sokak hayvanları ile ilgili Asr-ı saadetteki uygulamaları sormak isterim. İddia edildiği gibi Efendimiz tüm sahipsiz köpeklerin itlafını mı emretmiştir?

Köpeklerle ilgili birçok hadis bulunmaktadır. Ancak bu hadisler çoğu zaman yanlış ve eksik anlaşılmaktadır. Bütünsel bir perspektifle hadislere yaklaşılmıyor. Genelde de hadis uzmanı olmayan kişiler bu meyanda bir rivayeti esas alarak oradan külli sonuçlar çıkarma yoluna gitmekteler. Bu hadis tekniği açısından yanlıştır. Hz. Peygamber'in maksadını da ortaya koymaya kâfi değildir. Bu sebeple kitapta bu konuyu ve ilgili rivayetleri ele alan bir başlık açtık.

Özet olarak şunu söyleyebilirim: Köpek popülasyonu kontrol dışına çıktığında yahut yırtıcı ve kuduz köpekler sosyal hayatı riske ettiğinde tedbirler alınabilir. Bu tedbirler hayvanlara eziyet ve işkence etmeden, mümkün mertebe onları farklı yerlerde muhafaza etmek, (modern dönemde kısırlaştırmak) şekliyle olabilir. Alınan tedbirlere rağmen risk kontrol edilemiyorsa yine köpeklere eziyet etmeden bir kısmı uyutulabilir. Peygamber Efendimiz de böyle yapmıştır. Tehlike kalktığında alınan tedbirleri de kaldırmıştır.

Bir diğer ifade ile köpekleri uyutmak genel bir emir değildir sadece zaruret vuku bulduğunda gündeme gelen bir istisnai uygulamadır. Peygamber Efendimizin bütün köpekleri öldürme gibi bir emri veya tavsiyesi olsaydı Müslüman topraklarda köpek kalmazdı. Çin sınırından Endülüs'e kadar uzanan geniş İslam coğrafyasında ta başından günümüze kadar köpeklerin varlığı biliniyor. Dolayısıyla köpekler insan hayatını tehdit etmeyecek düzeyde insanlarla aynı doğayı paylaşabilirler ve sünnete uygun yaşam da budur. Bu diğer hayvanlar için de geçerlidir. Sonuç olarak köpeklerle alakalı hadisleri bütüncül bir perspektiften incelediğimizde alınan tedbirlerin insan sağlığını korumayı amaçladığını görmekteyiz.

Efendimizin kuduz gibi bir salgın hastalık durumunda itlaf emri verdiği de geçiyor bazı kaynaklarda...

İstisnai hallerde istisnai hükümler uygulanır. Bunlar genel kurallar değildir. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayvanların öldürülmesiyle ilgili vaz ettiği hükmün çerçevesi özetle şöyledir: İnsanların hayatlarını sürdürebilmeleri için gıda ihtiyaçlarını karşılamak kastıyla eti yenmesi helâl olan hayvanların ihtiyaç miktarınca kesimine ve avlanmasına izin vardır. Eti yenmeyen ve insanlara zarar vermeyen hayvanların öldürülmesi ise yasaktır. İslâm insan sağlığına, temizliğe ve koruyucu hekimliğe önem vermiştir. Öldürülmesine cevaz verdiği hayvanların da bu kapsamda olduğu anlaşılmaktadır.

Eti yenen hayvanların kesimi esnasında da uyulması gereken şartlar ve usuller vazetmiştir. Bunlar hem hayvanın acı çekmesini engellemeye hem de insanların sağlığını korumaya yöneliktir. İslâm'ın bu konuya verdiği önemi ilgili hükümlerin, Kur'an'da ve özellikle de hadis kaynaklarında, detaylıca ele alınması göstermektedir. Eti yenmeyen hayvanlar ise ancak istisnai durumlarda, mesela bir canlı türü doğadaki ekosisteme zarar verecek şekilde çoğalmışsa, dengeyi bozuyorsa bu durumda bir müdahalede bulunulabilir. İnsan hayatı ve ekosistem tehdit altında ise, ki bu nadir görülen olaylar cinsindendir, fıkıh değişir. Ancak esas olan tüm biyoçeşitliliği korumaktır.

En son çare galiba öldürmek...

Medine'de genç bir sahabeyi yılan sokuyor ve ölüyor. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz bazı tedbirler alıyor. Ama zararından emin olunan yılanlara dokunulmamasını söylüyor.

Bir defasında Resûlullah'a (s.a.v.) evlerde bulunan yılanlar hakkında, onlara karşı nasıl davranılması gerektiği sorulduğunda şu cevabı verdi: "Evlerinizde onlardan birini görecek olursanız, ona şöyle seslenin:

"Sizden Nûh Peygamberin (gemiye sokarken) aldığı söz hakkı için ve de Süleyman Peygamberin sizden aldığı söz hakkı için bize zarar vermeyin. (Evimizi terk edin ve bize gözükmeyin.) Bunu söyledikten sonra eğer tekrar gelirse (o zaman) öldürünüz."

Ev yılanına bu sesleniş sonrası Hz. Peygamber ona üç gün mühlet verilmesi gerektiğini, üç günden sonra tekrar evde görülürse dördüncü gün öldürülebileceğini beyan etmiştir.

Hadislerde bazı zararlı hayvanların türü zikredilerek öldürülmesine izin verilmiştir. Bu hayvanlar kelb-i akur (kuduz köpek yahut kurt, aslan, kaplan, pars gibi insana saldıran hayvanlar), yılan, akrep, keler, karga, fare ve benzerleridir. Bu iznin de mutlak değil şartlara bağlı olduğunun izahını kitabın ilgili yerlerinde yaptık. Islah olmayacak saldırgan bir köpek çoluk çocuğa, kadınlara vs. zarar veriyorsa burada öncelik tabi ki insanın hayatını korumaktır. Ama insana zarar vermeyen bir hayvanı durduk yerde öldürmek caiz değildir.

Maalesef kutuplaşmış bir toplumda yaşıyoruz. Ortak meselelerimizi bile ideolojik bir zeminde ele alıyoruz. Bu açıdan sağlıklı çözümler üretemiyoruz. Oysa bu konuda gerek dini gerek sıhhi alandan uzmanların ve devlet görevlilerinin bir araya gelerek ortak bir yol haritası hazırlamaları gerekir. Bu işi kimi grupların ve bireylerin tercihlerine bırakmamak icap eder.

Köpek popülasyonunu artıran en önemli etkenler belediyelerin barınak ve kısırlaştırma yapmayışı. Ancak evinde köpek besleyenlerin sorumsuzca bu hayvanları sokağa atması da sayıyı katlıyor. Bu anlamda hayvan besleyenlere nasıl bir sorumluluk düşüyor?

İslam'a göre bir kişi bir hayvanı uhdesine aldığı zaman ona barınak temin etmesi, yedirip içirmesi onun görevidir, fıkhi mükellefiyetidir. İstediğim zaman alırım istediğim zaman bırakırım, terk ederim diyemez. Bu hem hayvana karşı hem de topluma karşı bir sorumluluktur. Sorumluluğu yükleyen de Yaratıcı'dır.

Ait olduğumuz medeniyet tecrübesi ve kutsal metinler bize diyor ki: İslâm'ın merkezî şahsiyeti ve insanlığa gönderilmiş rol modeli (gudvetu'l-hasene) Hz. Muhammed'dir. O, Allah'ın tüm varlıklara rahmet olarak gönderdiği bir resûldür.

"(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya: 21/107)

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) rahmet olma özelliği sadece insanları kapsamaz. Tebliğ ettiği ve yaşayarak insanlara gösterdiği ilahi mesaj rahmetiyle tüm varlıkları kuşatır. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in (s.a.v.) öğretileri hayvanat, nebatat ve cemâdat varlıklar için de rahmettir. Biz çalışmamızda bu soyut ifadelerin onun yaşantısında nasıl tecelli ettiğini tikel olaylar üzerinden göstermeye çalıştık. Bunun özünde de canlılara rahmet ve tabiatla uyumlu yaşama vardır.