İnsanlar kimsesiz ölmesin diye çalışıyor

İsviçre'nin Luzern kentinde yaşayan Hülya Eren, bir gönüllü olarak kimsesizlere hayattan göçüp giderken son insani görevi yerine getiriyor. Mezar Taşı Derneği'ni kuran Eren, cenaze işlemlerini üstleniyor, defnini gerçekleştiriyor ve mezar taşlarını yaptırıyor.

EMİNE DOLMACI / cumartesi@aksam.com.tr

Pek çok kişi veya kurum yoksulluk, göçmenlik, yetimlik ve benzeri sebeplerle hayatın kıyısındaki insanlar için çalışır. Ama bu defa durum farklı. Hülya Eren, insanların hayattayken değil ölünce de saygıdeğer bir muamele görmeleri ve kimsesiz, bir başına ölmemeleri için çalışıyor. Bu amaçla Mezar Taşı Derneği'ni kuran Hülya Eren, yaşadığı İsviçre'deki kimsesiz ve yoksulların definlerini ve mezarlık hizmetlerini sürdürüyor. İsviçre'nin Luzern kentinde yaşayan Hülya Eren, bu ülkede doğup büyümüş. Gurbetçi bir ailenin çocuğu olarak başka bir ülkede yaşamanın tüm zorluklarıyla mücadele etmiş. Ama asıl kırılma noktası ve insanlara kendisini adaması ise babasını, ardından da talihsiz bir olayla kardeşini kaybetmesiyle başlıyor.

AVRUPA BİZE NE VERDİ?

Hikâyeyi onun ağzından dinleyelim: "2008'de babamı kaybettim, bayağı hastaydı zaten. Bir sene sonra da 40 yaşındaki ağabeyimi kaybettim. Abimi vefat ettiği yerde hiç kimse duymamış bütün gece yalnız kalmış. Madde bağımlısıydı, psikolojik haplar, alkol kullanıyordu. Oysa çok nitelikli, çok saygıdeğer bir insandı. Bir şekilde şeytana uydu ve çevresindeki olumsuz arkadaşlar nedeniyle de başına bunlar geldi. Bu olaydan sonra dedim ki Avrupa bize ne verdi, biz neyin farkında değiliz? Ne olur bu insanlar adına Allah için bir şey yap dedim ve o gün kararı verdim. Benim abim gibi Avrupa'da çoğu anne, baba veya kardeş hüzün içinde yaşıyor. Bazen kliniklerde çocukları ölüyor haber alamıyorlar, bazen yakılıyorlar çok üzücü olaylar oluyor. Bu iki ölüm bana çok ağır geldi. 2009'da ben bu işe başladım."

GAZETE HABERİYLE GELEN İLHAM

Luzern'de bir alışveriş merkezinin kafeteryasında otururken, yan masadaki birinin elindeki gazetede "Müslümanlar burada mezar açtırdı biz parasını verdik gidip bakmıyorlar, hiç değer vermiyorlar" yazısını görmüş Hülya Eren. Gazeteyi eline alıp haberi okuduğunda da gerçekten 2005 yılında açılan bir Müslüman mezarlığı olduğunu ve kendisi dahil pek çok kimsenin haberinin olmadığını fark etmiş. "Abim İsviçre'ye defnedilmek istiyordu ama İstanbul'da. Annemi de oraya defnettik. Bari abimin, babamın mezarını temizleyemiyorum bakamıyorum, garibanların mezarlarını abimle, babamın ve bütün ölmüşlerimizin, bütün gariplerin niyetine temizleyeyim" diyerek o gün kararını vermiş. Gittiğinde ise mezarlığın çok bakımsız, kötü, büyük büyük taşlarla doldurulduğunu görmüş ve ilk işe o taşları çıkararak yerine ince toprak döktürerek başlamış. Sonrasında da arkasından yıllarca süren ölüm sonrası hizmetleri gelmiş.

MEZARLIKTAN ARIYORLAR, GİDİYORUM

Çalışmaya ilk başladığında dört tane mezar varmış mezarlıkta; Müslümanlara ait parselde. Şimdi 15 çocuk, 50 yetişkin olmak üzere 65 mezar var. Hülya Hanım, hepsinin mezar taşını yaptırmış. Cenaze işlemlerine bizzat koşturuyor, kefen temini, imam hatibin çağırılması gibi işlemleri de yaparak definde bulunuyor, hatta bazen de cenazeleri yıkıyor. Hülya Eren, vefatlardan mezarlıktan gelen bir telefonla haberdar oluyor, ardından aileleri arayıp bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını soruyor. Aile yoksa tüm görevleri üstleniyor. Eğer varsa ve ekonomik olarak sıkıntıdalarsa defin masraflarını topladığı paralarla karşılıyor. Müslümanların cenazelerine sahip çıkan Hülya Eren bir senedir kalbinin çok kırık olduğunu söylüyor: Türkiye'den bir kurum telefonlarımı hep suratıma kapattı. "Cenaze fonu yoksa kendiniz bakın" diyorlar. Ben hangisine koşayım. Kefen parasını bile çoğu zaman cebimden verdim, gün geldi ev kiralarımı ödeyemedim. Ne yapalım? 2 bin Euro için ben Müslüman kardeşimi nasıl yalnız bırakırım? Burada alınmayan cenazeler yakılıyor, ben onu nasıl yaktırırım? Ben bu düşünceyle uyuyamazdım.

OSMANLI TORUNU OLARAK YAPIYORUM

İslamiyet denildiği zaman dünyada ilk önce Türkiye'nin akla geldiğini ve bunun kendisi için büyük bir gurur olduğunu belirten Eren, "Bu İsviçre'de de böyle. Müslümanlık denildiği zaman Türkiye düşünülüyor, başka milletler başka ülkelerin adı geçmiyor. Bizim insanlara ne kadar iyi davrandığımızı, ne kadar merhametli olduğumuzu biliyorlar. Ben bu insanlara Hülya Eren olarak değil de bir Osmanlı torunu olarak yardım ediyorum" diyor. Avrupa'da bir hastası veya cenazesi olan bir insanın ilk önce aklına "Bir Türk camisi var", "Bir Türk marketi var" şeklinde Türklerin geldiğini anlatan Eren, "Türkün olduğu yerde her zaman yardım vardır. Ben insanlara bunu öğretmeye çalışıyorum ama benim kendi Türk vatandaşlarım, maddi manevi durumu çok iyi olan arkadaşlarım, kurumlar bana kapılarını kapattı. Türküm diyor, bayrağımı seviyor, öbür taraftan yardımlaşmaktan kaçınıyor. Bir insanın düşüncesi, görüşü ne olursa olsun mühim olan merhametidir" diye konuşuyor. Hülya Eren bir taraftan da Dünya Yaşlılar Federasyonunun Avrupa Fahri Temsilciliğini almış, kimsesiz kalan yaşlılara da maddi, manevi yardım götürmeye çabalıyor. Onları bakım evinde, hastanede olan kimsesizleri de kaldıkları hastanelerde ziyaret ederek yalnız olmadıklarını hissettirmeye, moral olmaya çalışıyor.

HAYALİM BÜYÜK BİR MÜSLÜMAN MEZARLIĞI

Hülya Eren, Mezar Taşı Derneğini, kızı Laila ve damadı Marco ile birlikte kurmuş. Ortanca kızı Esma ve küçük kızı Belma da kendilerine her zaman destek oluyor. Hatta kendisi bu işlerle ilgilenirken tüm çocuklarının mezarlıkta büyüdüğünü söylüyor. Onun en büyük hayali ise Avrupa'nın tam ortasında bulunan İsviçre'de bir Müslüman mezarlığı kurmak. Bunun için Türkiye Cumhuriyeti devlet büyüklerini ve kurumlarını desteğe çağırıyor. "O insanlara tabi ki teşekkür ediyorum, kendi mezarlıklarından bir yer veriyorlar bize bir köşede. Ama ben bir köşede kalsın istemiyorum. Biz burada diğer dinlere baktığımızda Budistler, Hindular, Yahudilerin kendine ait mezarlıkları var ama biz hep boştayız, hep ortadayız" diyen Eren, rüyasında Fatih Sultan Mehmet'i görmüş. Söylediklerini ise şöyle aktarıyor: "Bana öyle bir kapı yaptır ki, bu kapıdan herkes girsin diyor. Ben İstanbul'daki kapıyı açarken çok gariban başka dinlerden başka ırklardan insanlar gördüm, bir köşede sığınmışlar benden çok korkuyorlardı. Ama ben onlara benden korkmayın dedim. Sen öyle bir kapı yaptır ki bunlar bizden korkmasınlar. Bizim kim olduğumuzu anlasınlar."

SİYAH POŞETTEKİ HÜZÜN

Avrupa'da tamamen gönüllülük esasına göre çalışan ve insanlara dünyadan göçüp gitmeden önce son görevini yapan Hülya Eren'in tanık olduğu üzücü hikâyeler de var. Filistinli bir kadının bebeği doğumda ölmüş ve kendisine haber verilmiş. Defin masrafları için para toplamaya çalışan ve parayı denkleştiren Hülya Hanım, hastaneye koşup anneyle görüşmüş. Ancak kadın kendisini elinde siyah bir poşetle karşılamış. Çünkü dil bilmediği için bir form imzalatarak bebeğini yakıp küllerini siyah bir poşetle anneye vermişler. Bu yaşadığını atlatamayan anne daha sonra İsviçre'yi terk etmiş. Bu olaydan çok etkilenen Hülya Hanım, bebeğin defnine geç kaldığı için hem kendisini hem diğer Müslümanları ve insanlığı sorguluyor. Şimdi bu tür olayları yeniden yaşamamak için ekonomik gücünü artırmaya ve güçlü bir kuruluş olarak yoluna devam etmeye çalışıyor.