İnsana düşen doğaya sahip olması değil sahip çıkması

İklim değişikliği, küresel ısınma ve birçok çevresel sorunun insanoğlunun doğa ile olan ilişkisinin değişmesinden kaynaklandığını belirten Prof. Dr. Ali Ayten, ''Yaradan doğanın ve ekolojik dengenin korunması konusunda insana önemli sorumluluklar yüklenmiş. İnanan bireye düşen de bu ilkeler doğrultusunda doğaya sahip olması değil sahip çıkması. Ancak günümüzde Allah, âlem ve Âdem (insan) arasındaki ilişki biçimi bozulduğu için buna bağlı olarak çevreyle ilgili sorunlar artmakta.'' diyor.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Son yıllarda dünya çevre sorunları ile uğraşıyor. Bir yandan sel felaketleri bir yandan günlerce süren yangınlar... Ülkemizde de bu tarz doğal afet durumlarını çok acı bir şekilde yaşar olduk. Peki doğanın dengesinin bu derece bozulmasında etkili olan neydi? Aslında cevap çok basit: İnsan... İnsan kendi elleriyle doğa anaya yaptıklarının cezasını ödüyordu belki de... Oysaki doğa bize Allah'ın bir emaneti değil mi? İnsanoğlu onu bu hale nasıl getirdi? Bu konuda inanç sistemleri ve dinler ne söylüyor? "Kuran'ı Kerim'deki ayetlere bakıldığında insanın halife olarak yaratıldığı, yüceltildiği, doğanın ise onun kullanımına verildiği anlaşılır. Ayrıca doğanın ve ekolojik dengenin korunması konusunda insana önemli sorumluluklar ve ödevler yüklenmiş." diyen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Ayten, doğa ile insan arasındaki ilişkiyi dini boyutlarıyla anlattı.

İnsan eliyle meydana gelen çevre sorunları ve afetleri son yıllarda daha sık yaşamaya başladık. Bu Androposen Çağı olarak adlandırılan insanın doğa üzerindeki hâkimiyetinin en yüksek noktaya geldiğinin habercisi mi?

Tarihsel sürece baktığınızda insanoğlu ile doğanın ilişkisinin çeşitli evrelerden geçtiğini görürüz. Başlangıçta insan doğanın bütünüyle bir parçasıydı. Yiyeceğini ve barınağını ondan temin eder ve kurallarına uyardı. Tabiat yaşamın merkeziydi. İkinci evre ise romantik dönem olarak isimlendirilir. Özellikle sanayileşme ve peşinden gelen şehirleşme süreçlerinden sonra insan-doğa ilişkisinde bu aşamaya geçildi. Bu evrede insan daha üstün bir konumda, doğayı kontrol edebileceğini ve dilediğince ona tahakküm edeceğini düşünür. Son evre ise dijitalleşme çağının yaşandığı evredir. Bu evreyi daha çok z-kuşağı yaşıyor. Özellikle 1995 sonrası doğanlar. Bu nesil çevrimiçi bahçecilik yapıyor, tarım devrimi ve medeniyet kuruyor sanal âlemde. Ancak evindeki çiçekten bihaber. Burada ilgisizlik daha hâkim. Çünkü dijitalleşme çağındaki neslin doğa ile olan doğrudan tecrübeleri daha sınırlı. Uzmanlar doğada gerçek deneyimler yaşayan doğayı tanıyan onunla irtibatı olan nesillerin yetiştirilmesi için çabalıyor. Ancak bu şekilde çevre dostu yaşam tarzı konusunda bilinçlenme sağlanabilir.

İnsanın doğa karşısında daha tahakküm edici olduğu onu dilediğince şekillendirdiği dönem sizin de bahsettiğiniz üzere androposen çağı olarak isimlendirilmiş. İkinci evre ile başlayan süreçte daha önce hiç olmadığı kadar insan doğaya müdahale etmiş. Ve sonucu çoğunlukla olumsuz olmuş. Başta küresel ısınma beraberinde ortaya çıkan iklimsel sorunlar; toprağın, havanın ve suyun kirlenmesi ve aşırı tüketimi gibi diğer çevresel sorunlar günümüzde giderek artmakta. Bunun en temel sebeplerinden biri insanoğlunun doğa ile olan ilişkisinde emanet görme bilincinden uzaklaşarak sahip olmacı bir yönelime doğru kayması. Günümüzde insan Yaratan'dan emanet olarak aldığı doğayı gelecek nesillere aktarması gerektiği fikrinden uzaklaşmakta. Ayrıca Allah, Alem ve Adem (insan) arasındaki ilişki biçimi bozulduğu için bireyin hem kendisi hem de başkaları ve doğayla olan ilişkisi bozulmakta ve buna bağlı olarak çevreyle ilgili sorunlar artmakta. Daha fazla tüketim, daha fazla kazanmanın, tamah ve hırsın her türlüsünün meşru görüldüğü bir atmosferde çevreci ve doğa dostu değerlere verilen önem azalabiliyor.

Androposen Çağı konusunda ilahiyat ve sosyoloji alanlarında özellikle bizde yeterli çalışmalar var mı?

Bireyin doğayla olan ilişkisi, küresel ısınma, çevrecilik ve çevreciliğin dindarlık ve dini değerlerle ilişkisine dair çalışmalar genel olarak 1980'lerden sonra yaygınlık kazanmaya başladı. Batı'da bu konuda ciddi bir alan yazın oluşmuş görünüyor. Ancak İslam ülkelerinde özellikle konuyu ampirik düzeyde ele alan çalışma sayısı oldukça az.

Dünya üzerindeki dinler, inanç sistemleri, etik değerler insanın doğa üzerindeki tahribatının önünde geçme noktasında ne söylüyor ve dinlerin vaaz ettiği kurallar ne ölçüde karşılık buluyor?

Dinler, insanın günlük hayatını ve davranışlarını düzenlemeyi hedefleyen öğretiler getirmiş. Bu bağlamda insanın tabiatla ilişkisine dair ilkelere başta İslam olmak üzere, ilahi dinde geniş yer verilmiş. Bugüne kadar farklı dinlerin doğal çevreye verdiği önemle ilgili Batı'da ve Türkiye'de pek çok eser yazılmış. İslam'ın da insan-doğa ilişkisine bakışı da farklı alanlardan sosyal bilimciler tarafından incelenmiş ve eserler kaleme alınmış: İnsan ve Tabiat, İslam ve Ekoloji, Ayet ve Hadislerin Işığında Çevre Ahlâkı, Dinler ve Çevre, Kuran ve Ekoloji, Çevre ve Din, Hadisler Ekseninde Çevre Ahlâkı...

Kuran'ı Kerim'deki ayetlere bakıldığında insanın halife olarak yaratıldığı, yüceltildiği, doğanın ise onun kullanımına verildiği anlaşılır. Ayrıca doğanın ve ekolojik dengenin korunması konusunda insana önemli sorumluluklar ve ödevler yüklenmiş. ("İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde bozulma oluştu..." 30/Rum: 41). O nedenle insana düşen, doğal dengenin yaratılışta olduğu gibi bir denge ve ölçü sınırlarında korunması. İnanan bireye düşen de bu ilkeler doğrultusunda doğaya sahip olması değil sahip çıkması. Ancak başta kentleşme, tüketim kültürünün artması, bireyleşme ve sekülerleşme gibi nedenlerle dinlerin insan davranışları üzerindeki etkisi azalmakta. Bu durum, Batı'da daha fazla iken İslam ülkelerinde daha sınırlı. Olması gerektiği kadar gerçekleşmese de dindarlığın bireylerin doğayla olan ilişkilerine olumlu katkısının olduğunu söyleyebiliriz. Dindarlığın özellikle israftan kaçınmayı içeren doğa dostu davranışları desteklediği söylenebilir.

Kaynakların tükendiği yakın bir gelecekte su savaşlarının yaşanacağı, kıtlık ve kuraklığın da benzer şekilde kapıda olduğu söyleniyor. İnancımız dünyanın kaynaklarını doğru kullanma noktasında bize neler söylüyor?

İslam'da israftan kaçınma doğal kaynakları koruyucu bir yöntem olarak salık verilmiş, israf Yaratıcının sevmediği bir eylem olarak nitelenmiş. Yaratıcının doğal çevrede bir düzen inşa ettiği ve bu düzenin bozulmaması gerektiğine vurguda bulunulmuş. Yine çevreyi koruma ve gelecek nesillere aktarma doğrultusunda, bitkilerin ve hayvanların korunması, ağaç dikmenin özendirilmesi, çevre temizliğinin teşvik edilmesi, hava, su ve toprak kirliliğinin önlenmesi konusunda da İslam'ın getirdiği ilkeler yer alıyor. Ayetlerden yola çıkarak İslam'ın doğal çevreye ve doğal çevrenin olanak ve nimetlerine bakış açısını şu şekilde özetleyebiliriz. Allah doğal çevreyi insanlar kullansınlar diye yaratmıştır. İnsanlar ihtiyacını giderir ve başkalarına da ikram eder. Nimeti vereni hatırlar, şükrünü yerine getirir. Tabiattaki kaynakları hoyratça kullanıp israf ve savurganlık etmez. Emanet bilinciyle tabiattaki tüm güzellikleri ve doğal kaynakları korur, kollar ve gelecek nesillerin de bu bilinçle yetişmesine katkıda bulunur.

ÇEVRE DOSTU BİREYLER YETİŞTİRMELİYİZ

Çevre konusunda başkalarını kıyasıya eleştirirken bireysel olarak kendi sorumluluklarımızın yeterince farkında mıyız?

Kimse çevre konusunda kendi sorumluluğunun ne olduğunu düşünmüyor. Oysa bireysel olarak her ferdin çevrenin korunması konusunda yapacakları var. Özellikle ailelerin çocuklarını yetiştirirken çevre dostu bireyler yetiştirme gibi bir misyonu olmalı. Çünkü çevresel felaketler geleceğimizi tehdit eder boyutta. Bu konuda her şeyde olduğu gibi en etkin yol eğitim. Nihayetinde her insanın peşine bir çöpçü takamayız. Bireysel bilinçlenme yayılarak toplumsal düzeyde bir bilinçlenmeyi getireceğini düşünüyorum. İnsanoğlunun yıkıcı bir tarafı olduğu gibi imar edici ve yapıcı bir tarafı da var. Yaratan bile insana bu konuda güvenmiş ve emaneti ona vermiş.

Geçen haftalarda hem ülkemiz hem de dünyada çıkan yangınlar hakkında neler söylersiniz?

Şüphesiz büyük kayıplar yaşadık, üzgünüz ve biraz da kızgınız. Malumunuz ormanlar akciğerlerimiz bizim. Deniz ve okyanusların kirletilmemesi, korunmasına nasıl özen göstermemiz gerekirse ormanların artırılması ve korunmasına da o derece sahip çıkmamız lazım. Ayrıca hem denizler de hem de ormanlarda binlerce çeşit hayvan yaşıyor bunları da düşünmemiz gerekir. Bu süreçte kurumlara sorumluluklar düştüğü gibi bireyler olarak bizlere de sorumluluklar düşmekte. Bütün enerjimizi günah keçileri aramak için harcamamalıyız. Bireysel sorumluluklarımız nelerdir, bizler neler yapabiliriz sorularına cevap bulmalıyız.

PANDEMİYLE DOĞAYA MUHTAÇ OLDUĞUMUZU ANLADIK

Sürdürülebilirlik kavramı uzunca zamandır dünya ülkelerinin gündeminde olduğu halde neden kapitalizm ve tüketim çılgınlığı hız kesmiyor? Pandemi süreci bu anlamda bir farkındalık oluşturmadı mı sizce insanlarda?

İnsan-doğa ilişkisi, geçmişte olduğu gibi son yıllarda da farklı disiplinlerin bakış açılarıyla tartışılmaya devam ediyor. Pandemi öncesi 2019 yılında neredeyse her gün uluslararası gazetelerde başta küresel ısınma olmak üzere çevre sorunlarıyla ilgili yeni bir haber gündeme geliyordu. Özellikle Avrupa'da Greta Thunberg isimli İsveçli bir aktivist, çevreyle ilgili sorunlara dikkat çekmek üzere bir dizi eylemler yaptı. Onun bu söylemleri dünya çapında milyonlarca öğrenci, öğretmen, aktivist ve siyasetçi tarafından desteklendi. Sosyal, siyasal ve ahlaki yönleriyle çözüm yolları üzerinde duruldu. Pandemi sürecinde ise bir şeyin farkına daha iyi vardık: Biz doğaya muhtacız. Psikolojik ve fiziksel sağlığımız açısından doğada bulunmak bizler için hayati bir önem taşıyor. Aynı zamanda insan olarak doğaya ne kadar zarar vermekte olduğumuzu da fark ettik. İnsan doğayı kirletmediğinde daha temiz bir doğal ortamın olduğunu fark ettik. Bu çerçevede pandemi döneminin geçici ve sınırlı düzeyde bir farklılık oluşturdu ancak bunun kalıcı olması için topyekûn bir gayret göstermek ve bireysel sorumluluklarımızın gereğini yapmamız gerekir.