ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr
Resim sanatında kendi üslubunu yakalayabilmiş nadir ressamlardan biri İlhami Atalay. Az buçuk sanatı takip edenler için çizgisi ve tarzı hemen ayırt edilebilir durumda. Bu hem içerik hem de teknik birikimin yani yılların emeğinin bir sonucu hiç şüphesiz. Şimdilerde bu emeğin kısa bir özetini görmek isteyenler rotasını İstanbul Atatürk Kültür Merkezi'ne çeviriyor. Sanatçının 75. doğum günü, açtığı resim sergisiyle kutlanırken, aynı zamanda Atalay'ın 55 yıllık sanat üretimi de gözler önüne seriliyor. 20 Ocak'a kadar AKM Galeri'de devam eden ve 36 eserin yer aldığı sergi vesilesiyle sanatçıyla gözlerden uzak; doğanın içinde, tavukları, yetiştirdiği ağaçları ve arı kovanlarının olduğu, aynı zamanda atölye olarak da kullandığı evinde bir araya geldik. Hem sanatını hem de 'dalgalı' olarak tanımladığı hayatını konuştuk: "Var olmak için sanatkâr olmak lazım. Varoluşun kaynağında ve yaratılışımızın temelinde aşk var. Aşkın sırrı güzelliktir. Bu aşk için yaratılmış kâinata sanatla bakmazsak, düşünmezsek ve sanat yapmazsak o zaman ot gibi yaşamış oluruz."
Yeni bir sergi açmak size ne hissettirdi?
Resimlerimi toplu olarak bir arada ve böyle büyük bir salonda görmemiştim uzun zamandır. Baktığımda onlar benim klasiklerim gibi göründü gözüme. Yeni şeyler yapmam gerektiğini anladım. Şu sıralar yeni bir seri düşünüyorum. Bunun sancısını çekiyorum, geceleri uyumuyorum. En az 50-60 tablo yapmam lazım. Bu seride dünyaya tersinden bakıp; olaylara ve figürlere takılmadan, dünyayı nasıl görebiliriz diye yorumlayıp, tabiatın gizli çizgilerini ortaya çıkarmak ve onların bağlantılarını bulmak, fazlalık varsa onları ayıklamak derdindeyim. Böylece yeni bir tarz ortaya çıkarmak istiyorum, şu an eskizlerini hazırlıyorum.
'KENDİMİZ' OLMAK İÇİN YENİ DİNAMİZM'İ KURDUM
Sanatınızdaki üslubu nasıl tanımlıyorsunuz?
İlhami Atalay çizgisi diye adlandırıyorum. Kendime ait coşkulu ve heyecanlı bir çizgim var, nerede görürseniz tanırsınız. Ben ölsem bile benim çizgimle çalışan biri benim ruhuma girmiş olur. Yetiştirdiğim talebeler benim ruhumdan etkilenmiş olduğu için çizgime girerek çalışmalar yapıyorlar. Ben onların gölgemden kurtulmaları için benden uzaklaşıp, yoğun bir şekilde kendi kişiliklerini bulmaları için çaba sarfediyorum. Öte yandan Yeni Dinamizm adlı bir grup oluşturdum. Kendi kültürümüzün, akademik eğitimimizin ve milletimizin yabancı kültürlerin emperyalizminde olduğunu hissettiğim aynı zamanda medeniyet olarak da Batı kültürünün etkisi altında kaldığımızı düşündüğüm için; kendi kişiliğimizi, kültürümüzü ortaya koymak ve buradan hareketle bir tarz ortaya koymak için bu grubu kurdum. Bu grupla, Avrupa sanatından ve sanatçılarından nasıl farklı olmamız gerektiğini, Avrupa kültürü etkilerinden nasıl kurtulabileceğimizi düşündüm. Kendi kaynaklarımızda nasıl çağdaş çıkışlar arayabiliriz, başkalarına benzememek için ne yapabiliriz ne kadar farklıyız, biz kimiz, neyiz; bu farklılıklarımızı ortaya koymak için bir tarz oluşturmaya çalıştım.
BENİM DALGALI BİR YOLCULUĞUM OLDU
Peki, bütün bu yolculuğunuza baktığınızda aklınızdan neler geçiyor?
Açıkçası yeterli görmüyorum, daha güçlü olabilirdim ama benim dalgalı bir yolculuğum oldu. Sürgün hayatım var, sanattan uzaklaşmam var, sanatı bırakmam var, tekrar dönme dönemim var. Böyle olmasaydı, zamanında desteklenmiş olsaydım, o ortam oluşmuş olsaydı belki şimdi bambaşka şeyler olacaktı. Olmuyor ama... Hayatımın bir döneminde 7 yıl boyunca farklı şeylerle uğraşmak zorunda kaldım. Mecburi hizmet borcum gibi. Resim yapamadım uzunca bir süre. Sonra da o boşluğu doldurmak için adeta intikam alır gibi senelerce fırça salladım, geceler boyu çalıştım, bu arada da çocuklarımı ihmal ettim. Onları doyasıya sevemedim. Bir dönem böyle çalışarak seriler oluşturdum. 2015'ten sonra da burada; tarlayla, ağaçlarla, tavuklarla uğraşarak bir inzivaya çekildiğim dönem oldu. Çünkü bazı talebelerimin ihanetine uğradım. Bu beni sarstı. Talebe yetiştirene kadar ağaç yetiştireyim dedim. Bazı talebelerimi yıllarca yetiştirdim, akademiye soktum, akademiden mezun ettim bir de baktım sonra bana düşman kesildiler, vefasızlık gösterdiler, beni bazı konularda zor duruma düşürdüler... Bunlar olunca işte inzivaya çekildim, vazgeçtim sanattan. Bu arada vefalı talebelerim de var tabii. Örneğin bu sergi öğrencilerimin bana bir vefa borcu oldu. Bütün temasları onlar yaptı, her detayıyla onlar uğraştı.
SANATÇI DEĞİLİM SANATKÂRIM
Sanatçı kimdir sizce?
Ben resim yapmadan duramıyorum, sanatkârım çünkü. Bana göre sanatkâr tanımı daha doğru, 'sanatçı' uydurma bir şey, sonradan çıkma. Bohem takılmak isteyen kendine sanatçı diyor. Ben sanatkârım. Arı neden bal yapıyorsa, sanatkâr da onun için sanatını icra eder. Yani Allah kime ne kabiliyet vermişse, onun sorumluluğu vardır. Onun kendi kabiliyetine göre iş yapması gerekir. Ağaca çiçeklenme kabiliyeti vermiş, ağaç çiçekleniyor, yaprak açıyor. Sanatkarın işçiliğinin de diğer insanlardan farklı olması lazım. Sanatkâr demek enerji, aşk, heyecan yüklü demek. Onun bu heyecanı diğer insanlara aktarabilen kişi olması ve diğer insanlardan farklı görmeyi bilmesi lazım.
SANAT BİR MİLLETİN MEDENİYET TAŞLARIDIR
Peki ya sanatın tanımı nedir sizin için?
Sanat bir milletin kendi kültüründen; kendi medeniyetini oluşturmak için ortaya koyduğu medeniyet taşlarıdır. Sanat olmasa o milleti anlatamazsın. Kendi kültüründen çıkış yapamayan ve kendi kültürünü tanımayan başkasının kültürünü tanıyor. Avrupa etkisinde yaptığımız çalışmalar hepsi Avrupa için olur. Her şeye Avrupa kültürüyle bakıyoruz, onlara hayran olduk. Bizi esir aldılar. Her milletin kendi sanatı olması lazım. Örneğin Yunanistan'ın bu şımarıklığı neden? Sanatıyla bütün dünyaya hâkimiyeti altına alıyor. Birçok millet kendi kültürünün temelini Yunanistan'da buluyor. Örnek vereyim kavramsal sanat bize ait değil. Çünkü biz modern çağı yakalayamadık ve yaşayamadık. 1900'lerde Kurtuluş Savaşı ile uğraşıyorduk. Sanat akımları ve modernizm; hepsi o dönemdeydi ama biz bu dönemi yaşayamadık. O akımlar dünyaya gelirken biz savaşla uğraştık. Ondan sonra da sanat Türkiye'de zaten anlaşılamadı ve batı anlayışında eğitim sürdürüldü. Yunan heykellerinin gölgesinde, Yunan mitolojisi ve Yunan Tanrılarının konuşulduğu akademideki çalışma tarzı ile eğitim sürdürüldüğünden, öğrenciler mezun olduklarında sanat daha da anlaşılmaz hal aldı. Akademilerden senede 3 bin kişi mezun oluyor. Akademiye giren talebeler Batılı sanatçıların hayat hikâyelerini okuyorlar, onlar gibi bohem takılmak için uğraşıyorlar, sanatçı gözükmek için sanat akademisine gidiyorlar. Hiçbir zaman sanatı ilmi olarak görmüyorlar. Akademiler Batılı kafada profesör ve hocalarla dolu. Adeta talebelerin beynini yıkamak için oradalar.