Hüseyin Çağlayan: Kendimi değil işlerimi ciddiye alıyorum

Dünyaca ünlü ödüllü tasarımcı ve sanatçı Hüseyin Çağlayan: ''Kendime hiçbir zaman uluslararası bir sanatçı olarak bakmadım. Sonuçta iş yapmayı seven biriyim. Bu nedenle dışarıdan nasıl göründüğümü pek de umursamıyorum. Benim için önemli olan iş üretmek. Öte yandan kendi kimliğimi esnek bırakıyorum. Çok kimlikli olmayı da bir ilham kaynağı olarak kullanıyorum çalışmalarımda.''

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Bünyesinde yaratıcı düşünceyi barındıran her türlü üretimin içinde yer alan ve bunları yaparken mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji, biyoloji ve teknolojiden esinlenen; çağdaş sanatın ve modanın önde gelen temsilcilerinden biri Hüseyin Çağlayan. Diğer bir tanımla bir hikâye anlatıcısı. Moda sektöründeki üretimlerinin yanı sıra farklı biçimsel formlarda enstalasyonlar yapıyor, kısa film ve videolar yönetiyor, sahne performansları gerçekleştirip sahne sanatları için kostümler tasarlıyor. İlk gençlik yıllarının Kıbrıs ve Birleşik Krallık gibi iki farklı kültür arasında geçmesi nedeniyle kültürel kimlik, ulus-devletler, yer değiştirme, yerinden olma ve bedensizleşme kavramları Hüseyin Çağlayan'ın çalışmalarında sıkça karşımıza çıkıyor. Bu yoğun üretimleri onu dünyanın önde gelen tasarımcıları ve sanatçıları listesine dâhil ederken ödülleri de beraberinde getirdi. İki yıl üst üste Yılın İngiliz Tasarımcısı ödülünü kazandı, 2006'da Britanya İmparatorluğu Şövalyelik Nişanıyla ödüllendirildi. Londra Tasarım Madalyası sahibi de olan Hüseyin Çağlayan aynı zamanda Royal Society of Arts (RSA - Kraliyet Sanat Birliği) tarafından aldığı Kraliyet Tasarımcısı gibi birçok ödül ve unvanın da sahibi.

'ÖZENME'DEN 'SAHTE KUTLAMALAR'A

Şu an Pilevneli Galeri iş birliğiyle İstanbul'da devam eden Souffleur adlı sergisini 29 Ocak 2023 tarihine kadar Sakıp Sabancı Müzesi'nde görmek mümkün. Peki, ne var bu sergide? Sergide yer alan üç eser serisi popüler kültürde sıkça rastlanan ve eleştirilen özenme kavramından esinlenen Pre-tension (Özenme); günden güne artan dijital soyutlanmayı protesto eden Fake Celebrations (Sahte Kutlamalar) ve tarihte Batı tarafından sömürgeleştirilmiş etnik grupların dans ve bedensel hareketlerini konu alan Post-Colonial Body'yi (Sömürgecilik Sonrası Beden) başlıkları altında temsil ediliyor. Sergide, Çağlayan'ın tasarlayıp yönettiği Gravity Fatigue (Yerçekimi Yorgunluğu) adlı performansın filmi ise sanatçının ilgi alanları olan kimlik, bedensizlik, göç ve metamorfoz gibi birçok konuyu içeriyor. Biz de sergi vesilesiyle sanatçıyla bir araya geldik. İşte sohbetimizden öne çıkan başlıklar...

Nasılsınız, bir üretici ve bir sanatçı olarak şu ara neler düşünüyorsunuz?

Birçok yaratıcı insan gibi benim de belirli hassasiyetlerim ve beni kurcalayan meselelerim var. Uzun vadeli ve geleceği düşünebilirim, geleceğe hazırlık da yapabilirim ama günü gününe değerlendirmeye çalışıyorum hayatı. Geçmişle veya kaygı içinde fazla yaşarsanız, mutsuz olursunuz. Bu nedenle hem günü gününe yaşamaya çalışıyorum hem de gelecek için planlar yapıyorum. Örneğin pandemide hepimiz sarsıldık. Genç yaşta vefat eden arkadaşlarım oldu yakın çevremden. Böyle şeyler yaşayınca birçok şey anlamsızlaşmaya başlıyor. Geleceğe yönelik endişelerim var tabii. Çünkü dünyanın gidişatı belli değil. Bizler sanatçı ve tasarımcılar olarak da güvenilir bir dünyada yaşamıyoruz. Bir an her şey çok güzelken, başka bir an boşlukta hissedebiliyoruz. Bunun için elimizdekilerle memnun olmaya çalışıyoruz.

SANATÇI UFUK AÇAN VE SORGULAYAN KİŞİDİR

Sanatın sizin için tanımı nedir ve sınırsız mıdır?

Benim için sanat ya gündemdeki ya da var olan mevzulara yeni bir bakış açısı yaratmaktır. Aynı zamanda belirli konuları sorgulamak ve bunu görsel bir şekilde seyirciyle paylaşmaktır. Bunu izleyicinin kabul etme mecburiyeti yok. Nasıl bir insan kitap yazar ve o eser ister okunur, ister okunmaz. Bu da hiçbirimizin elinde olan bir şey değil. Ama sanatçının görevi ufuk açmak, sorgulamaktır. Bazen sıkıntı da yaratabilir sanatçı. O da bir reaksiyon. Aslında bir insanı gördüğünüzde hiçbir reaksiyon göstermemeniz problemdir.

HERKES YARATICI OLABİLİR AMA SANATÇI OLAMAZ

Sakıp Sabancı Müzesi'nde devam eden serginizin çıkış noktası neydi?

Beni heyecanlandıran şey fikirlerimi bir şekilde sembolize edebilmek. Fikirlerimi sadece sayfa üzerinde veya yazı olarak değil, onları nasıl görsel bir dünyaya götürebilirimin derdindeyim. Bu fikirler ve görsel sonuçlar bu disiplini anlamayan insanlar tarafından da konuşulabiliyorsa beni tam olarak bu heyecanlandırıyor. Birisi belki ne yapmak istediğimi anlamayabilir ama en azından o konular tartışılır, başka bir sohbete yol açar. Çünkü bence her yaratıcı insanın görevi farklı bakış açıları yaratmak olmalı. Var olan ya da olmayan bir şeye yeni bir yorum getirmek ve görünmeyen konuları da bir şekilde yüzeye çıkarmak, başka şekilde bakmamızı sağlamak. Buradaki gizli mesajları deşifre etmek aynı zamanda sürpriz yaratmak da görevlerimiz arasında. Görsel bir dünyada olmayacak bir şey ortaya koymak. Herkes yaratıcı olabilir ama herkes sanatçı olamaz. Benim ilgimi çeken ve beni heyecanlandıran bunların yol açtığı diyaloglar.

KİMLİĞİMİ ESNEK BIRAKIYORUM

Uluslararası bir sanatçı olarak hangi kimlikle tanıtıyorsunuz kendinizi?

Kendime hiçbir zaman uluslararası bir sanatçı olarak bakmadım. İngiltere'de büyüdüm. Londra uluslararası bir şehir ve orada bir iş yaptığınızda başka ülkelere ulaşmak daha kolay oluyor. Ama ben kendime hiçbir zaman öyle bakmadım. Sonuçta iş yapmayı seven biriyim. Doğal bir şekilde gelişti bu durum benim için. Bu nedenle dışarıdan nasıl göründüğümü pek de umursamıyorum. Benim için önemli olan iş üretmek. Kıbrıslı bir Türküm. Ama Londralıyım da aynı zamanda. Çünkü orada büyüdüm. Londralı olmak İngiliz olmak değil tabii ki. O başka bir şey. Kendimi Londra'da yaşayan Kıbrıslı Türk bir sanatçı olarak tanımlıyorum. Ama İngiltere'deki bir gazete ya da organizasyon beni 'British' olarak tanımlayabiliyor, bundan da rahatsız değilim. Çünkü orada yaşıyorum ve İngiliz Pasaportum da var. Türkiye'nin de Kıbrıs'ın da vatandaşıyım. Bu benim çok düşündüğüm bir mesele değil. Aksine bu durumu ilham kaynağı olarak kullanıyorum. Çok kimlikli olmak ilgimi çekiyor. Bu da işlerime ister istemez yansıyor. Kendi kimliğimi esnek bırakmak isterim.

TÜRK GENÇLİĞİ BENİ HEYECANLANDIRIYOR

Bu çok kimlikli hâl içinde İstanbul'da bir sergi açmak ne hissettiriyor size?

Bunu öylesine söylemiyorum, gerçekten en sevdiğim şehir İstanbul. Bu Türk kimliğimle alakalı değil. Sanırım sanatçı kimliğimle alakalı. Bu nedenle galerim Pilevneli iş birliğinde İstanbul'da ve böyle bir mekânda sergimin olması beni çok heyecanlandırıyor. İstanbul'daki gençlik de beni heyecanlandırıyor. Büyük bir nüfus ve Türk gençliğinden heyecan duyuyorum. Ülkenin coğrafyası o kadar eklektik ki bu kreatif bir şekilde kullanılabilir. Türk gençliği sadece yaratıcı değil aynı zamanda meraklı ve öğrenmeye daha meyilli. Çünkü Türkiye biraz da hafifçe izole bir ülke. Turizm konusu ayrı ama Türkiye, hakkında çok bilgi sahibi olunan bir ülke değil. Bu nedenle gençler yurtdışına çok gidemiyor. Onun için merak etme duygusu daha fazla. Bence her şey meraktan başlıyor. Başarılı olmanın en önemli malzemelerinden biri de bu. Mesleğiniz ne olursa olsun eğer meraklıysanız daha detaycı olursunuz, daha farklı bakış açılarından yaparsınız işinizi. Böylece çok yönlü olur işiniz. Ayrıca Türkiye'deki azınlıklar da ilgimi çekiyor, çok büyük renk onlar, çok değerliler. Bunun da kesinlikle değerini bilmemiz lazım.