Hip-hop'la Klasik Türk müziğini buluşturdu

Türk kökenli Alman müzisyen Tayfun Guttstadt, Tarâpzâde adlı ilk solo albümüyle hip-hop'u Klasik Türk müziği ve şiiriyle buluşturuyor. Yetiştiği çok kültürlü ortamdan etkileyici bir sentez yakalamayı başaran Guttstadt, gelenek ile şimdi ve burası arasındaki ilişkiyi yeniden tartışmaya açan albümde Fuzuli'nin, Mevlana'nın, Pir Sultan Abdal'ın, Harabi'nin asırlık şiirlerine günümüz sound'larıyla ses veriyor.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Doğu ve batı kültürleri, gelenek üzerine düşünen, sadece müzikal anlamda çalışmakla kalmayıp bu bakışını akademik anlamda da bir zemine oturtan genç müzisyen Tayfun Guttstadt, "Sanata anlamlı bir şey katamıyorsak geleneğe sadık kalmak daha iyidir belki de. Müzikte de, şiirde de öyle. Müzik alanında derince tartıp bir şeyleri ekleyebildiğimi düşünüyorum. Çünkü ses üretme ve yaratma imkanlarımız eskiye göre çok daha fazla ve değişik. Fakat şiir alanında gerçekten de şunu düşünüyorum: Fuzuli'nin, Mevlana'nın, Harabi'nin yazdıkları ortadayken ben daha niye fazla söz yazayım?" diyor. Tarâpzâde adlı ilk solo albümüyle hip-hop'u Klasik Türk müziği ve şiiriyle buluşturan genç sanatçı ile müzikal yolculuğunu konuştuk.

Almanya'da büyüyen Türk kökenli bir müzisyensiniz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Babam Konyalı, 1980'lerde Almanya'ya gelmiş, Hamburglu olan annemle tanışmış. Fakat ben annemin yanında büyüdüm, sağolsun o da Türkiye'yle çok ilgileniyordu, hatta ben ve kardeşimle biz daha çocukken bir seneliğine Mersin'e taşındı, Türkçe'yi, Anadolu kültürünü orada öğrendik.

Hamburg'daki evimizde ise hep çok kültürlü bir hayat vardı, Türkçe, Kürtçe, Farsça, Fransızca konuşan arkadaşlar, yazarlar, sanatçılar gelip giderdi. Bu ortamdan çok beslendik tabii.

Babam tarafından Konya'daki akrabalarımla aslında babam vefat ettikten sonra daha yakından iletişime geçtim. Babam öldükten sonra bir öğrenci değişim programıyla bir yıllığına Orta Amerika'ya, Guatemala'ya gitmiştim, orada yepyeni bir kültürle tanıştım. Almanya'ya döndüğümde bunun etkisiyle bizi biz yapan kültürü, geleneği, kimlikleri derinden sorgulamaya düşünmeye başladım. Babama da soramadığım bir sürü şey olduğunu üzüntüyle anlayıp özellikle Türkiye'ye ve genelde Orta Doğu'yla daha çok ilgilenmeye karar verdim, amca ve halalarım yanına daha sık gitmeye başladım. O yıllarda gitar çalarak müziğe başlamıştım; biraz batı müzikleri, biraz Latin müzikleri çalardım. Sonra bir gün, Marmaris'te yaşayan amcam beni canlı müzik çaldıkları bir mekâna götürdü, resmen aklım durdu. O ezgiler, o ritimler, hem tanıdık geliyordu, hem de o kadar yabancı. O zamanki müzik bilgimle batı müziğinden çok farklı işleyen bir miras olduğunu anladım. O akşamı asla unutmam. Ertesi gün amcam beni bir müzik dükkanına götürdü, esnaf abimiz bana birkaç CD seçti; Mecaz isimli bir türkü grubun albümü , Mercan Dede, Ceza ve Şenol Filiz gibi ustaların yer aldığı bir Türk Musikisi Jazz karışımı albüm. Bu birkaç CD sayesinde Türk, Anadolu ve Osmanlı müzik alemine daldım ve bir daha çıkamadım.

Anadolu ve bu coğrafya ile kurduğunuz bağ müzik hayatınızı nasıl etkiledi?

Çocukken Mersin'de geçirdiğim bir yılın dışında gençliğimde Türkiye'ye çok fazla gitmedim. Fakat ergenliğimde az önce anlattıklarımın da etkisiyle bir karar aldım. Okulu bitirir bitirmez biriktirdiğim biraz parayla İstanbul'a gittim, Galata'dan ucuz bir ney aldım kendime. Ortadoğu ekspresiyle İran'a gittim. Orada üç ay kalıp İran dili ve kültürüyle ilgilendim; Şiraz, İsfahan, Tebriz, Alamut Kalesi gibi efsanevi yerleri gezdim. Hayyam, Hafez ve Sadi'nin tercümesini okudum. Ondan sonra bir yıl da Türkiye'de hem gezdim hem de İstanbul'da ney, makam ve musıki derslerine başladım. Türkçe'mi geliştirdim. Konya'daki akrabalarla Mevlana Müzesi'ni gezdim, İstanbul'da sürekli konserlere ve bazı tekkelere gittim. Kısacası bu kültüre dair ne varsa öğrenmeye çalıştım. Almanya'ya döndüğümde Hamburg Üniversitesi'nde Müzikoloji ve Orta Doğu araştırmaları dallarında lisans eğitimi alıp, Orta doğu tarihi, İslam Tarihi, biraz Arapça ve Farsça okudum, Osmanlı Müziği hakkında bir tezle bitirdim.

Üniversiteyi bitirdikten sonra Türkiye'ye taşındım, bu defa Antalya'ya. Orada hem akrabalarım hem de arkadaşlarım vardı. Müzikle ve müzik dersleriyle geçindim, Özlem Taner, Merve Akyıldız gibi solistlerle çalıştım. Ney ve gitar çalmanın yanı sıra sesimi daha sıkça kullanmaya başladım. Bir de gençliğimde sürekli dinlediğim HipHop'a olan sevgimi yeniden canlandırıp HipHop ve Pop altyapıları yapmaya başladım, aranjör ve prodüktör bilgi ve becerilerimi de geliştirdim.

İlgi duyduğunuz ilk müzik türleri nelerdi?

Çocukken annemin yanında tüm dünyadan değişik müzikler dinledim. Türkiye'de yaşadığımız zamanlar daha çok halk müziği dinlerdik, Musa Eroğlu duydum mu direk çocukluğuma götürüyor beni mesela. İbo Show izlemek için tüm mahalle gibi eve koştuğumuzu çok iyi hatırlıyorum.

Almanya'da pop müziği dinlerdim çocukken. Ney üflemeye başladığımda tabi bolca tasavvuf ve klasik müzik dinliyordum. Makam müziğini öğrenmek için. Zamanla çok sevmeye başladım. 20'li yaşlarımdan itibaren Almanya'da yıllarca ilahi gruplarında çaldım, makam ve usul bilgimi pekiştirdim.

Bu albümden önce de bu tür sentez müzikler yaptınız mı?

Hayatımın doğal bir ürünü olarak hep sentez müzikler yaptım. Fakat 'zamanı geldiğinde yayınlarsın' diyerek başka zamana bıraktım dünyayla paylaşmayı. 2019 yılında birkaç etkinlikte ilk defa kendi alt yapılarımın üstüne ney ve sesimi kullanarak canlı olarak sundum. Geri dönüş beklentimin çok çok üstünde ve çok olumluydu. O motivasyon ve ilhamla nihayet oturup bu albümü yapmak için çalışmaya karar verdim. 2022'nin ortasında albümü bitirmiştim.

Ney enstrümanını seçmenizin nedeni nedir? Ney üflemek size ne hissettiriyor?

İlk duyduğumda bana ilginç ve hoş, biraz da yabancı geliyordu ney sesi. Her duyduğumda biraz daha etkilendim. Sonra Orta doğu müziklerini öğrenmek ve anlamak için ney'in çok uygun bir enstrüman olduğunu, ayrıca gitara ek olarak müziğe bakışımı değiştireceğini düşündüm. O zaman üstümde ne kadar derin bir etki bırakacağını, hayatıma adeta yeni bir yön vereceğini tahmin edemiyordum tabi, sade bir kamıştan bunu beklemiyordum.

Fuzuli, Pir Sultan Abdal gibi söz ustalarının şiirlerini seslendiriyorsunuz. Türkiye'deki akranlarınızın bile çoğu bilmez bu isimleri. Siz nasıl tanıştınız bu isimler ve şiirleri ile?

Tasavvufla ve Orta doğu dilleriyle ilgilendiğim için elbette büyük söz üstadları bir ilgi odağıydı benim için. Ayrıca bazı klasik eserlerde, halk müziğinde, ilahi ve nefeslerde de sürekli onların güfteleri önüme çıkıyordu. Bazıları beni çok etkilerdi. Bunca zaman geçmesine rağmen herkese dokunabilen, her insana, yaş, din, dil farkı olmaksızın kendisi hakkında, hayat hakkında, dünya hakkında bir şeyler öğretebilecek bu sözler benim için çok büyük bir hazine. Sanata anlamlı bir şey katamıyorsak geleneğe sadık kalmak daha iyidir belki de diye düşünüyorum. Müzikte de, şiirde de öyle. Müzik alanında derince tartıp bir şeyleri ekleyebildiğimi düşünüyorum. Çünkü ses üretme ve yaratma imkanlarımız eskiye göre çok daha fazla ve değişik. Fakat şiir alanında gerçekten de şunu düşünüyorum: Fuzuli'nin, Mevlana'nın, Harabi'nin yazdıkları ortadayken ben daha niye fazla söz yazayım? Mesela Fuzuli'nin 'Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil' sözlerine daha ne ekleyebiliriz ki? O kadar çok şey anlatıyor ki insan olma hali hakkında, herkes kendine bir ilham bulur orada. Onun için bu sözlere yazdığım eser benim için albümdeki en önemli ve en güçlü bestelerden. Buna rağmen yine de birkaç esere kendim söz yazdım. Klasik edebiyattan esinlenerek günümüz dünyası ve insanın meselelerini ele almayı denemek istedim.

MÜZİĞİM İLE KÜLTÜRLER ARASINDA KÖPRÜLER KURUYORUM

Almanya'da yaptığınız bu yeni sentez müzik nasıl karşılanıyor?

Düşündüğümden çok daha olumlu dönüşler alıyorum. Hem müziğin kendisi, hem de kullandığım metinler Alman dinleyiciler tarafından baya ilgi görüyor. Tabi bazı ezgiler, kullandığım bazı enstrümanlar çoğu insana yabancı ve egzotik bir ses dışında çok fazla bir şey ifade etmiyor. Ama öğrenmek isteyen, bu müziğin estetiğini, sözlerin derinliğini bir şekilde hissedip anlamak isteyen insan da çok. Özellikle beni canlı konserde izleyip dinledikten sonra Türk müziğinin canlılığı ve ifade genişliğinden oldukça etkilenerek yanıma gelen, hayranlığını anlatan insan çok oluyor. Batı'da klasik müziğin zamanla edindiği o katılığından biraz farklı olarak Orta doğu müziklerinde sanatçının kendine has bir şeyler kattığı icraası ve var olan ezgilere doğaçlama olarak eklediği, arada kendi ruh dünyasını döktüğü ve becerisini gösterdiği uzun taksimler gibi elementler canlılığını koruyor. Bu da konserlerde insanları alıp götürüyor resmen. Canlı performanslarımda bu canlılığa, o ânın gücüyle ortaya çıkan elementlere mutlaka ama mutlaka yer veriyorum. Dolayısıyla hiçbir konserim bir diğeri gibi geçmiyor. Bu da dinleyicilerin çok hoşuna gidiyor. Ayrıca konserlerde kullandığım metinler hakkında bilgi paylaşıyorum. Dinleyiciler aynı zamanda ozanlar, şairler, mutasavvıflar hakkında bir şeyler öğreniyor, Almanya'da yaşayan milyonlarca Türk ve diğer Orta doğulu halklardan gelenlerle yeni bir köprü kurabiliyor böylece.

Albümdeki tüm metinler web sitemde Türkçe, Almanca ve Ingilizce olarak mevcut, ilgilenen ordan araştıramaya devam edebilir.