Hikâyemizi neden anlatamıyoruz?

Çanakkale ruhunun yeniden kendini gösterdiği bir bağımsızlık mücadelesi 15 Temmuz. FETÖ'nün bütün hesaplarını alt üst eden halk iradesi o gece birbirinden çarpıcı hikâyelerle açığa çıktı. Peki neden yakın bir geçmişte yaşanan bu büyük direniş yeterince güçlü ve etkin bir şekilde kültürel zeminde yer bulmuyor?

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden yedi yıl geçti. 2016'dan bu yana yaşanan demokrasi ve bağımsızlık mücadelesini hafızalarda diri tutmak ve gençlere aktarmak için sayısız etkinlik yapıldı. Belgeseller, filmler çekildi, yurt içi ve yurtdışında sempozyumlar, paneller gerçekleştirildi. Ancak özellikle gençler üzerinde tüm bu çalışmaların çok güçlü bir etkisi olduğunu söylemek zor. Ne yazık ki bu kadar hayati ve demokrasi tarihimiz açısından dönüm noktası olan 15 Temmuz direnişi senede bir akıllara gelen resmi tatil günlerinden biri olma tehlikesi ile karşı karşıya. Oysa Çanakkale ruhunun yeniden kendini gösterdiği bir bağımsızlık mücadelesi 15 Temmuz. FETÖ'nün bütün hesaplarını alt üst eden halk iradesi o gece birbirinden çarpıcı hikâyelerle açığa çıktı. Tüm dünya ilk kez bir halkın topyekûn ve silahsız şekilde bir darbe girişimini engelleyişine şahit oldu.

Peki neden bu kadar yakın geçmişte yaşanan bu büyük direniş yeterince güçlü ve etkin bir şekilde kültürel zeminde yer bulmuyor, yıldan yıla gündemimizdeki yeri giderek azalıyor ve takvimlerdeki herhangi bir tarihe dönüşüyor?

Bunun cevabı çok tanıdık. 28 Şubat neden anlatılamıyorsa, o dönem dindarlara yönelik baskı ve dayatmalar, hak ihlalleri neden gençler için bir şey ifade etmiyorsa 15 Temmuz da aynı sebepten hafızalarımızda güçlü bir biçimde yer edinmiyor. Hikâyemizi etkili bir biçimde anlatamıyoruz. Anlatmaya çalışanların ortaya koyduğu eserleri görünür hale getirmiyor, onları gündem etmiyoruz. Sinemacılar, tiyatrocular bu konuları 'dert' edinip, buna dair işler yaparlarsa 'piyasa'da mimlenmekten korkuyor belki de. Bir yandan her şeye rağmen yakın tarihin bu en yakıcı olaylarını anlatmaya çalışanlar da ortaya çıkıyor. TRT yapımı filmler bu anlamda bir boşluğu doldurmak üzere başlangıç sayılabilecek düzeyde. Ancak bu bile çok önemli bir gelişme. Çünkü zihin dünyamızı, algılarımızı yöneten ne yazık ki popüler kültür ve onun en güçlü araçlarından biri olan sinema.

Bu yüzden her yıl 15 Temmuz Derneği'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle hazırladığı "3. On5Sıfır7 Film Haftası" büyük önem taşıyor. Üçüncüsü gerçekleştirilen ve bugün son bulacak festivalde bu yıl da çok sayıda ülke sinemasından "Darbe", "Direniş" ve "Özgürlük" temalı filmler gösterildi. Festival kapsamında Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi'nde gerçekleştirilen "Sinemada Özgürlük: Sırlar ve Sınırlar" panelinde sinemanın bu konularda bir bellek oluşturulması için ne kadar büyük bir misyon üstlendiğine dikkat çekildi. 15 Temmuz Derneği, her yıl Film Festivali'nin yanı sıra düzenlediği sergiler ve kültürel etkinliklerle de kanlı darbe girişiminin toplumsal bellekte canlı tutulması için gayret gösteriyor. 15 Temmuz gecesi Ankara ve İstanbul'da tankların ezdiği insanlar ve araçlar oldu. 15 Temmuz gecesi yaşanan dehşeti unutturmamak ve milli hafızaya kaydetmek için bu araçlar, 15 Temmuz Derneği tarafından alınarak darbe girişiminin yıl dönümlerinde farklı zamanlarda farklı meydanlarda sergileniyor. "0 AN" Fotoğraf Sergisi ise 15 Temmuz gecesinin unutulmaz karelerini bir arada sunuyor. 15 Temmuz Derneği'nin Devriye Tiyatro ile birlikte hayata geçirdiği "252" oyunu ise özellikle gençlere 15 Temmuz'u sahnede onların dilinden anlatıyor.

KARABAĞ ZAFERİ'NDE SİNEMA ETKİSİ

Bu yıl Film Haftası'nın onur konuklarından olan Azerbaycanlı yönetmen Elhan Caferov'un Yeni Şafak'tan Halime Kirazlı'ya verdiği röportajda söyledikleri de az önceki sorumun cevabı niteliğinde. Karabağ Zaferi'ne giden yolda sinemanın büyük bir etkisi olduğunun altını çizen Caferov, "Azerbaycan tarihi savaşlar ve darbelerle dolu. Özgürlük arzusu, halkımızın temel hafızasına sinmiş olan Türklük'ten gelmektedir. Birinci Karabağ Savaşı'nda kaybedilen toprakların geri alınması için verilen mücadele, sinema diliyle defalarca filme alındı. İkinci Karabağ Savaşı Azerbaycan'ın zaferiyle sona erdi. Bu zaferde aynı konuda çekilen yerli filmlerin payının büyük olduğunu düşünüyorum. Bu olaylar, sinemacının insan düşüncesi üzerindeki etkisinin kanıtıdır." diyor. Sovyet Rusya dağıldıktan sonra Azerbaycan kendi kimliğine kavuşurken de gençlere milli şuur kazandırmak için sinemayı kullandıklarına dikkat çeken Caferov, "Bağımsızlık kazandıktan sonra Sovyetler'den kalan sistem kırıldı. Yeni bir sistem kurarken birçok engelle karşılaştık. Sinemaya yaklaşık 30 film çektik. Bunlar arasında benim Eksik Hatıralar, Dolu ve Karabağ'dır Azerbaycan adlı yarı kurmaca yarı belgesel bir filmim de var. Gençlere bu savaşları anlatmalıydık. Evet baskı var, topraklarımız elimizden alınmış ama nasıl geri alacaktık? Filmlerde savaşarak, gerçek savaşı gösterebilmeli ve onlara örnek olmalıydık. Sinemanın ilk görevi insanın ruhuna, düşüncesine, zekasına ve kalbine tesir etmek. Biz de durmadan aynı noktaya çalıştık. Düşünce ve dikkatlerini çekebildik." şeklinde konuşuyor.

Türkiye'ye dönersek ülkemizin yakın tarihinde yaşadığı travmaları, batılılaşma kavgasını, kimlik meselesini, askeri ve hukuki vesayet dönemlerini, darbeleri ve bağımsızlık mücadelelerini dert edinip anlatacak, bunu kendine vazife edinecek yönetmen sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Dünyaya soldan bakanlar ise devrim sineması anlayışıyla ideolojik tarafgirlik ürünü işlere imza attılar bugüne kadar. 12 Eylül'ün bu ülkenin gençlerine neler ettiğini hakkaniyetli bir dille anlatabilen film sayısı bile ikiyi, üçü geçmez. 28 Şubat ve o günlerde temelleri atılan 15 Temmuz darbe girişimi ise yeni yeni sinema ve tiyatroda konu edilmeye başlandı. İnşaallah önümüzdeki yıllarda bu meseleler roman, hikâye ve görsel sanatlara daha çok ilham kaynağı olur ve gençler bugünkü demokrasi ortamının nasıl bedeller ödenerek kazanıldığını idrak edebilirler.