“Hayaller gibi kaygılar da bitmiyor”

Oyuncu Nezaket Erden: “Dünyada çok fazla kadın var ilham aldığım; yapımcılık yapıyorlar, yazıyorlar, oynuyorlar… Ben de bu cesareti gösterebilmek istiyorum. Hayaller gibi kaygılar da bitmiyor. Dünyanın haline dair de bir sürü kaygım var herkes gibi. Şu sıra dünya dertlerinden vakit kaldığında üstüne kafa yorduğum meslekî kaygılarım da var tabi. Tüm önyargılardan, kalıplardan çok sıkıldım.”

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Son zamanların dikkat çeken başarılı bir oyuncusu Nezaket Erden. Bu yıl 57.’si düzenlenen Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’ adlı filmle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü’ne layık görüldü. Sadece sinemada değil tiyatroda ve rol aldığı Baraj adlı diziyle televizyonda boy gösteriyor. Okuduğu Haluk Bilginer röportajıyla rotasını İstanbul’a ve felsefe alanına çevirmiş Erden. Galatasaray Üniversitesi’nde felsefe lisansını tamamlamış ardından Kadir Has Üniversitesi Film Drama Oyunculuk dalında yüksek lisans yapmış. Bile isteye oyuncu olanlardan anlayacağınız. Biz de Akşam Cumartesi için bir araya geldik onunla. İşte sohbetimizden öne çıkan başlıklar…

Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?

Çocukluğumdan beri içimde bir duygu taşıyordum. Bir coşku vardı ama o coşkuyu nerede nasıl kullanacağımı bilemiyordum. Sokaktaki oyunlarda bunu sonuna kadar kullandım. Kan ter içinde, çığlık çığlığa oynuyorduk. Bir ara dansözlük ilgimi çekti. Kendi kendime dans ediyordum ve o kadar iyi yaptığıma inanıyordum ki. Sonra o heves geçti. Ortaokulda voleybolla tanıştım. Oyun içindeki heyecan coşkuma coşku kattı. Ama turnuvalar, maçlar derken derslerim kötüye gidince annem duruma el koydu. Voleybol maceram son buldu. Lisede bu kez radyocu olmak gibi bir hevese kapıldım. Bir sürü program dinliyor, kendi kendime kayıtlar yapıyordum. Ama şunu sezdim, sadece sesinle varsın insanlar için. Ben görünmez olmak istemiyorum ki… Aksine izlenmek, bir şeyler yapmak, göstermek istiyorum. Bir gün bir afiş gördüm. Belediye tiyatrosunun kurs ilanı. O kursa başladım. Orada oyunculuğun içimdeki o coşkuya denk düşecek bir ifade biçimi olabileceğini sezdim. Bu sezgi çok kuvvetliydi ve peşinden gitmeye karar verdim. Sonra tamam dedim üniversite için İstanbul’a gitmeliyim. Haluk Bilginer’in bir röportajını okumuştum. Oyuncu olmak isteyen gençlere felsefe ya da sosyoloji okumalarını tavsiye ediyordu. Konservatuar okumak seçenekler arasında görünmüyordu bile o an benim için. Galatasaray Üniversitesi Felsefe’yi kazandım. Oradaki tiyatro kulübünde çalıştım bir süre. Kendimi sahnede nasıl ifade edeceğimi ve bunun bana ne kadar iyi hissettirdiğini deneyimlemiş oldum. Neler yapabilirim diye hep radarlarım açıktı. Akademi 35,5’ta Uğur Demirpehlivan, Vahide Perçin ile çalıştım. Sonra Kadir Has Üniversitesi’nde Zeynep Günsur Yüceil ve Çetin Sarıkartal ile. Mezun olduğumda Hakan Emre Ünal ve Ayşe Draz ile Tiyatro Hemhal’i kurduk. Sevgili Arsız Ölüm ve Tırnak İçinde Hizmetçiler ürettiğimiz oyunlarımız.

KALBİM PATLAYACAKMIŞ GİBİ HİSSEDİYORUM

Oynamak ve oyunculuk sizin için ne anlam ifade ediyor?

Bazen tiyatro sahnesinde oynarken coşkudan kalbim patlayacakmış gibi hissediyorum. Çocukluğumdan beri içimde duyduğum o coşku yerini buldu. Seyirciyle bir karşılaşma yaşıyorsun ve büyük bir enerji akımı oluyor sanki. Bu eşsiz bir deneyim. Sevgili Arsız Ölüm Dirmit diye bir tiyatro oyunumuz var. Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm romanından Emre ile birlikte sahneye uyarladık, Emre yönetti, ben oynuyorum. Dirmit vesilesiyle o kadar çok insanla karşılaştık ki… Köyden kente göçen bir ailenin en küçük kızı Dirmit. Ailenin şehirle mücadelesini Dirmit’in gözünden anlatıyoruz. Dirmit’in hikâyesi bir direniş hikâyesi ve oyunun bir yerinde bu direnişini bir çığlığa dönüştürüyor. Bir seyirci bir oyun sonrası bana “Benim o çığlığı senelerdir atmam gerekiyor ama atamadım. Benim yerime attığınız için teşekkür ederim. Rahatladım.” demişti. Bir başka seyirci “Oyundan sonra yalnız olmadığımı hissettim. Bir insan bir oyundan daha ne bekler ki.” demişti. Anlattığımız hikâyenin insanlara bir çeşit direnme gücü verdiğini hissediyorum. Bu yüzden hikayeler anlatma isteğiyle doluyum. Bir anlığına da olsa insanlarla ortaklaşabileceğimiz, insanların yalnız olmadıklarını hissedebilecekleri hikâyeler…

OYNAMANIN HER HALİNİ SEVİYORUM

Tiyatro mu, dizi mi, sinema mı?

En çok deneyimlediğim şey tiyatro sahnesinde olmak. Seyirci ile o an orada birlikte olmak, o ânı paylaşmak başka bir büyü. Bahsettiğim coşkuyu en çok tiyatroda yaşıyorum. Hikâye aktarmanın yolu teknik olarak değişebilir. Kamera karşısında oynamak bambaşka bir deneyim. Setlerde herkes her an bir şeyler yapıyor. Sahne öncesi ve sahne çekilirken teknik ekibin çalışma hali de bende çok büyük bir coşku yaratıyor. Bu kolektif çalışmanın bir parçası olma hissi çok güzel. Sinema filmlerindeki prova sürecini seviyorum. Bir karakteri başını sonunu bilerek çalışıyorsun. Dizide ise parça parça bilgiler ediniyorsun. Bunun yarattığı bir zorluk var. İşin özü ben bir sürü farklı hikâyeyi aktarmak istiyorum insanlara. Teknik farklılıkları olsa da ben oynamanın her halini seviyorum.

AYNI CESARETİ GÖSTEREBİLMEK İSTİYORUM

Kaygınız, hedefiniz nedir oyunculuğa ve geleceğe dair?

Oyunculukla ilgili birçok hedefim var. Arzu oldukça hayaller durmuyor. Kafamda bir sürü hikâye var. Onları yazmaya başladım. Daha evvel hep tiyatro formunda kendi işlerimizi ürettik. Başka formlarda neler yapabilirim denemek istiyorum. Dünyada çok fazla kadın var ilham aldığım; yapımcılık yapıyorlar, yazıyorlar, oynuyorlar… Ben de bu cesareti gösterebilmek istiyorum. Hayaller gibi kaygılar da bitmiyor. Dünyanın haline dair de bir sürü kaygım var herkes gibi. Şu sıra dünya dertlerinden vakit kaldığında üstüne kafa yorduğum meslekî kaygılarım da var tabi. Bazı kalıplar var ve ben o kalıpların yıkılabileceğine inanıyorum. Tüm önyargılardan, kalıplardan çok sıkıldım ve her zaman yıkmak için mücadele edeceğim. Bunun dışında tabi pandemi dönemindeki belirsizlik; tiyatrolar sinemalar kapanıyor, festivaller yapılamıyor. Tüm bunlar da bir kaygı yaratıyor.

BABAM ZORLU BİR KOVİD SÜRECİ GEÇİRDİ

Biraz da İnsanlar İkiye Ayrılır adlı filmde yer alma sürecinizden bahseder misiniz?

Filmin senaristi ve yönetmeni Tunç Şahin ile bizim oyunlarımızı izlemesiyle tanışmıştık. Sonra Tunç filmin çalışmalarına başlamış ve Tilbe karakterini beni düşünerek yazmış. Bunu öğrendiğimde ayrıca sevindim. Tilbe karakterini de çok sevdim. Çalışmaya başladık. Tunç zaten sevdiğim bir insandı. Şimdi en yakınlarımdan biri oldu. Burcu, Pınar, Aras ve tüm ekip de iyi çalışma arkadaşlarıydı. Benim için birçok sebepten özel bir yerde kalacak bu film.

Aldığınız Altın Portakal size neler hissettirdi?

Eylül ayında babam covid19 oldu. Uzun bir yoğun bakım dönemi geçirdi. Tunç ile sürekli konuşuyorduk babamın hastalığı sürecinde. Pınar (Deniz) ile o dönemde her gün konuştuk. Beni çok rahatlattı, birçok konuda yardımcı oldu. Tunç benim festivale gelmemi çok istiyordu ama babamın durumu çok belirsizdi. Bir ara kötüye doğru gitti her şey. O sırada hiçbir şey düşünemiyordum. Sonra babam yoğun bakımdan çıktı. Festivale gidip gitmemekte kararsızdım. Babam ‘lütfen git’ dedi. Stresli, belirsiz ve tetikte günler geceler geçirmiştik. Şimdi maalesef birçok arkadaşımın aynı süreçten geçtiğini görüyorum. Yaşadıkları acıyı yüreğimde hissediyorum ve herkese sağlık, şifa diliyorum. O zor günlerin ardından Antalya’da olmak bana çok iyi geldi. Özellikle filmi herkesle birlikte izlemek çok hoştu. Bunların hepsi zaten ödül gibiyken bir de ödül almış oldum. Ben sinemayı çok sevdim umarım o da beni sevmeye devam eder. Heyecanla beklediğim filmler var. Selman Nacar’ın filmi İki Şafak Arasında. Umarım onun da yolculuğu çok güzel olur. Ve bir de Aykut Enişte 2. Kalıpları yıkmak derken ciddiydim. Bu filmde bir Azerbaycan Türkü’nü oynadım. Ve çok keyif aldım.

BARAJ İLK DİZİ DENEYİMİM

Baraj nasıl gidiyor?

Baraj hayatıma çok hızlı girdi. İlk dizi deneyimim. Nermin karakteri bu zamana kadar oynadığım karakterlerden epey farklı. Kocasını aldatmış vakti zamanında. Nermin vesilesiyle şunu fark ettim ki bir kadının bir erkeği aldatması asla affedilemez bir hata olarak kabul ediliyor toplum tarafından. Oysa erkeklerin aldatma sonrası çoğu zaman kolayca affedildiğini görüyoruz. Kadınlar affedilmediği gibi ne yaparlarsa yapsınlar bu hata ile yargılanıyorlar. Nermin de hem başkalarının sevgisizliği ve öfkesiyle hem de suçluluk duygusuyla baş etmeye çalışan ve hatalar yapan bir karakter. Ben iyi ya da kötü insan olduğuna inanmıyorum. Hepimiz belli koşullara belli tepkiler veriyoruz. Bazen hatalar yapabiliyoruz. Ama hep iyilik ya da kötülük yapmıyor kimse. Ve sevgisizlik insana en büyük hataları, kötülükleri yaptıran şey. Çalışma ortamımdan, ekipten çok memnunum. Farklı, güçlendiren bir deneyim.