ZEYNEP TÜRKOĞLU / zeynoturkoglu@gmail.com
Bir yere mi gideceksiniz, bir şeyler mi göreceksiniz; sevenle, zevk alanla gidin. İlgilisini, bilgilisini, hepsinden önemlisi uğruna yola çıktığı şeyi sevenini bulun yol arkadaşının. O, gidilecek yolu ya da bulunan hazineyi seyretsin, siz de onu… Çünkü en iyi rehber, kendisi için, zevkle, aşkla öğrenmeye çalışandır. Şeyh Hamdullah Sergisi’ne giderken böyle bir şansla çıktım yola. Size de dilerim.
Hattat arkadaşlarından gelen, “Şeyh Hamdullah sergisi Sakıp Sabancı Müzesi’nde ziyarete açıldı, gidip görmelisiniz” notu annemin gözünü parlattı. “Yarın işe gitmeden, beraber ziyaret edelim mi?” diye sorduğumda, o ışık iki katına çıktı. İstanbul’un boz bulanık semasına aldırmadan düştük yola. Sosyal medyadan attığımız her adımı duyurma iştihamız kurusun, sabahın ayazında yağmur patladı patlayacakken müze ziyaretine gittiğimizi haber alan dostlar “Tebrikler, ne de güzel hava seçmişsiniz gezmek için!” diye hevesimizle eğlendilerse de umursamadık. Hevesimizin boş olmadığını, İstanbul’un karanlık havasını aydınlatan yazı ve süslemelerin içimizi yağmurdan evvel yıkayacağını, sergi alanını gezerken hissetmeye başladık.
Sabancı Müzesi’ndeki sergi, İstanbul Türk ve İslam Eserleri ile Sadberk Hanım müzelerinden, Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı Ekrem Hakkı Ayverdi koleksiyonlarından seçilen, 15. ve 16. Yüzyıla ait Mushaflar, kıtalar, levhalar, albümler ve elyazması nadir kitaplardan hazırlandı. 2020 yılı için tasarlanan sergi küresel salgın sebebiyle ancak 2020’nin Aralık ayında açılabildi. 2021’in Mart sonuna kadar da ziyaret edilebilecek.
Dilerim en kısa zamanda yolunuzu düşürebilirsiniz. Müzenin internet sitesinde de eserlerden bir seçkiye ulaşabilirsiniz. Gözünüzden kaçmış ayrıntı varsa, buradan görecek, değilse detayına vakıf olacak, yok “Ben hepsini gözümle içtim, gönlüme akıttım.” derseniz de gezinin hatırasını yâd etmiş olacaksınız. Şimdiden ayağınıza, gözünüze sağlık; daha çok gezin, daha çok görün, daha çok sevin diye...
https://sakipsabancimuzesi.org/tr/sayfa/sergiler/olumunun-500-yilinda-seyh-hamdullah
‘KIBLETÜ’L-KÜTTÂB’ ŞEYH HAMDULLAH KİMDİR?
Her sergi/müze gezisi önünde ardında yeni yeni kapılar açıyor. Müthiş bir keşif duygusu sarıyor. İster gezinin öncesinde, ister dönüşte ziyarete konu şeyler hakkında iyi bir kaynağa ulaşabiliyorsanız, katlanarak büyüyor tesir. Şu soğuk ve karanlık kış günlerinde gözünüzü, gönlünüzü aydınlatacak bu sergiyi de mutlaka görün ama başka kaynaklarla da beslenin. Ne mutlu ki bu eserlerin kıymetini daha güçlü fark ettirecek, önemli kalemlerden derin yazılar da var. Uğur Derman’ınkiler gibi. Sergiyi gezmek elbette çok önemliydi. Ama Şeyh Hamdullah’ın tarihte durduğu yeri, onun öncesi, kendi devri ve sonrası diye keskin bir ayrımı Uğur Derman’ın yazılarından okumasam şüphesiz neye baktığımı anlamayacaktım.
Hattat-yazar Uğur Derman’ın ilk baskısı 2011 yılının Mart ayında yapılan Ömrümün Bereketi isimli kitap serisinin 1. cildinde “Hat Dehâlarımızdan Şeyh Hamdullah” başlığını taşıyan makalesinin okuruyla ilk buluştuğu tarih 1969. Kubbealtı Yayınları’nın okura sunduğu Ömrümün Bereketi derleme serisinde yeniden karşımıza çıkan bu yazının birkaç paragrafına göz atmak sergi ziyaretinin öncesinde veya sonrasında bütün meraklılarına zevk ve bilgi vaad ediyor.
“XIV. asrın sonlarında Osmanlı idaresine geçen Amasya’da, ‘Sühreverdî’ tarikatına mensub ismi Mustafa olan genç “Dede”, Peygamberimizin ‘Evleniniz, çoğalınız.’ emrine şahsı için uyma zamânının geldiğine kanaat getirmişdi. Bu fikirle bir gün Amasya’da gezerken, keşfi açık bir mübarek zâta rastladı. Bu zât onun kalbinden geçenleri okuyup, ‘Ey Dede! Senin evleneceğin, filan mahallede bir fakîr kadının kızıdır; ondan başkası değildir. Almakda tereddüt etme!’ dedi. Mustafa Dede hemen bu emri yerine getirip, o fakîrin kızını buldu ve aldı. Sonra o keşfi açık zat ile tekrar görüşerek bu tavsiyesinin sebebini sordu. Mubârek bu defa ellerini kaldırdı ve: ‘Mâdem ki sen o fakîrenin kızını aldın. Allah sana ondan öyle bir çocuk versin ki, kemâlâtı, irfânı ve güzelliği, her yerde bilinip söylensin. Nâmı, kıyamete dek kalsın, ismi de Hamdullah olsun.’ diye duâ etti. İşte, ‘Hamdullah’ ismini verdikleri istikbâlin hat dehâsı, 1429 yılında Amasya’da doğdu.
O esnâda, Fâtih’in şehzâdesi Bayezid, Amasya Sancağına vâli olarak gelmişdi. Gerek Mustafa Dede’ye gerekse oğluna yakınlık duydu. Hamdullah Efendi’den hüsn-i hat (güzel yazı) öğrendi. Hattâ, babası Fâtih Sultan Mehmed’in husûsî kütüphânesi için iki tıbbî eseri de ona istinsah ettirdi.
O zamanlar (Sultan II. Bayezid devri) aklâm-ı sitte dediğimiz altı cins yazıda (sülüs, nesih, muhakka, reyhânî, tevkî’, rıkâ’) dâima Yâkutü’l-Mustasîmî ‘nin (ö.1298)geliştirdiği şîve makbul sayılırdı, tabiatıyle Şeyh Hamdullah da bu vâdîde yazardı. Bir gün Hamdullah Efendi ile sohbet esnasında –ki, bu tahmînen 890/1485 yılına rastlar- Sultan II. Bayezid, hazineden yedi adet enfes Yâkut yazısı çıkarttırıp ona gösterdi ve: ‘Bu tarzdan gayri bir vâdî ihtira olunsa idi iyi olurdu.’ diye teşvik etdi. Bunun üzerine Şeyh, bir ‘yazı çilesi’ne girmek üzere inzivâya çekildi ve ‘Hızır Aleyhisselâm’ın da yardımıyla’ kendisine hâs bir yazı üslûbunu buldu, dâima o vâdîde eser vermeğe başladı. Öyle ki; hakkında:
Şeyh oğlu Hamdi hattı, tâ kim buldu zuhûr,
Âlemde bu muhakkak, nesh oldu hatt-ı Yâkut.
beyti söylenmişdir. Yâni ‘Şey Hamdullah yazısı ortaya çıkınca, Yâkut yazısının hükmünün kalmadığı muhakkakdır.’ (Bu beyitte kullanılan muhakkak ve nesih, aynı zamanda iki yazı cinsinin de ismidir.) Ondan sonra, yazı san’atımızda bu ‘Şeyh vâdisi’ hâkim olup, arada yetişen büyük üstâdlar eliyle, daha da süzülüp saflaşdı ve en mükemmel şekliyle asrımıza kadar geldi. Bu sebeple Şeyh Hamdullah için ‘kıbletü’l-küttâb’ (yazıcıların teveccüh noktası) tâbiri kullanılır.
SON ZAMANLARI
Şehzâde Selim’in, babasını tahttan indirerek, 1512 yılında pâdişah oluşundan sonra, Bâyezid-i Velî’ye son derece bağlı olan Şeyh Hamdullah, bu hareketi protesto edercesine, Alemdağı’nın Sarıkâdı (Sarıgâzi) köyünde inzivaya çekildi ve rivâyete göre, Yavuz’un vefâtına kadar İstanbul’a inmedi. Şeyhin yazılarına meraklı olanlar, geçen asırda bile, onun yazılarından bulmak ümidiyle bu köye gidermiş…
YÜZLERCE YILLIK GELENEK
1520 Aralık ayı başında vefat eden ‘kıbletü’l-küttâb’ı Üsküdar-Karacaahmed Câmii civârında ‘Şeyh sofası’ diye mâruf kabristana gömdüler. Sonradan yapılan mezar taşı hâlâ durur. Bir kısım hattatlar, vefatlarında onun civârına defnolunmayı bir şeref saymışlardır. Yazıya yeni başlayanların kalemleri de, bu büyük hat üstâdının kabir toprağına bir hafta müddetle gömülür ve çıkartıldıktan sonra, bu kalemle yazı öğrenmeğe başlamakdan mânevi bir feyiz umulurdu.”