Yazı ve fotoğraflar: Yasin Mortaş
Güz yine akıyor kendi ırmağında, o ırmak bize yalnızlığın buğularını bırakıp gidiyor yorgun köprüleri altından. Biz, ne kadar ilkyazlar toplasak da aşka, aşk rengini arayan bir ağaç gibi nefessiz kalıyor. Geç anlıyoruz toprağa tutunmanın varoluş sancısını azalttığını.
İşte yaprağını unutan ağacın yağmur duası, sırılsıklam olmuş eylüle bakan bir dağ yalnızlığımız; dağa yaslanan yalnızlığımız Kudüs bulutları topluyor içimize. İçimizde biriktikçe o bulut çatlıyor ruhumuz, gözümüze doğru bir ırmak açmak istiyoruz ve fakat acı çölünde kuruyup kalıyor o ırmak. Bizim ne kadar sonbahar pencerelerimiz var Rabb'im.
Aslında çok mümindir güz; o, bu dünyaya hüzünle mülahaza etmiş bir bahar yorgunudur, o baharını bir meyveyle kaybetmiş ve bu sonbaharın içindeki dünyayı arayan insanın üzerine savrulmuştur.
Güz yorgunluğunu toplamanın ilmini biliyoruz, bahara açılan kapıların şifresiyle gezmenin müsebbibi de olsak anahtarı cebimizde; üşümeden ve üşenmeden geçelim mi bu sonbaharın gazelleri üzerinden.
Bahar olalım mı güz hışırtılarıyla. Yalnızlığına güz biriktiren çocuklara baharlar çağıralım mı?
Anneler hep güzdür aslında, silkelenmeden dökülen gözyaşıdır o sarı çerağ coğrafyaların.
Güzün küçük sağanağı altında öte'nin büyük baharını bekleyenlerin mekânı dünya ıssız.
Biz, güze renk veren susuzluğun bahar suskunları, özsuya susayanların çarşısında bir akşama taşınıyoruz, sararan yamalı elbiselerimizle yürüyoruz mavera durağına.
Bitimsiz güneş gölgeliğinde bir renk unutmuş insan: yeşer.
Güz Solosu
çünkü ağaç
bir anneden almıştır ağlama kodlarını
çünkü su
Habil'e billur vakti fısıldamıştır
çünkü ateş
Kabil'in iç kibri /yakmak ister suları
çünkü Âdem
simyasını çözmüştür ateş tarlalarının
Güz mü böyle yaraları kavlatıp hayat damarlarımızda kanayan.