Güven Karaca: Sanatçı sadece üretmeli, ticaretini düşünmeden…

İDMİB Yönetim Kurulu Başkanı Güven Karaca: ''Türkiye'de sanat çok ucuz. Yeterince sanatçı yok. Maddi ve manevi olarak değeri de kısıtlı. Dünyada 100 milyonlarca dolara tablolar satılırken Türkiye'de satılan en pahalı eser bunun çeyreği bile değil. Sanatın sanatçı dışındaki oyuncuları görevlerini doğru yapmıyor. Sanatçı üretmeli, ticareti düşünmeden...''

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

İDMİB - İstanbul Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği'nin yeni başkanı Güven Karaca bu hafta Akşam Cumartesi'nin konuğu oldu. İhracata 2003'lü yıllarda başlayan, 14 yıldır İDMİB çatısı altında farklı görevlerde bulunan Karaca aynı zamanda ciddi bir sanat yatırımcısı ve koleksiyoner. Biz de bu röportajımızda 'ticaret adamı' algısının dışında bu yönüyle de kendisini daha yakından tanıyalım istedik. Sanat da konuştuk, başkanlığıyla beraber hayata geçireceği yeni projelerini de tabii: "Benim için en büyük sosyal sorumluluk insana dokunmak. Projelerimizle çocuklara, kadınlara, gençlere dokunmayı hedefliyoruz. Özellikle ilkokullarda yapacağımız tasarım yarışmalarıyla Anadolu'nun ücra yerlerine dahi ulaşacağımızı düşünüyorum..."

İnternette ulaşabildiğimiz bilgiler dışında sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?

Eskişehirli, klasik bir Anadolu ailesinde büyüdüm. İki de kız kardeşim var. Lisenin son yılına kadar Eskişehir'de yaşadım. Daha sonra Üniversite'de Uluslararası Ticaret okumak için İstanbul'a geldim. Şehir fark etmeksizin bunun çok ciddi bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Aynı şehirde büyümek ve hayatının tamamını aynı şehirde yaşamak her ne kadar güzel olsa dahi Anadolu kültürüyle zenginleşip daha sonra İstanbul'da hayatınıza devam etmek bence çok başka bir zenginlik. Çünkü her iki tarafı da görmüş oluyorsunuz. Belki ilerleyen zamanlarda başka bir şehir veya başka bir ülkede yaşayıp bambaşka kültürler görebiliriz. Sadece geçmişe değil, geleceğe de bu şekilde bakmamız gerekiyor. Sanırım üniversite yıllarımdan ihracatçı olacağım zaten belliydi. Çünkü ailem de ticaret ile uğraşan bir aile. Biraz da Anadolu'nun etkisinden faydalanarak, aile baskısından kaçmak veya ailenin yaptığı işe yenilik katma isteği olsa gerek İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Uluslararası Ticaret Bölümü'nde üniversite hayatıma başladım.

DAHA 22 YAŞINDA 30 İŞÇİLİ BİR FABRİKAM OLDU

İş hayatım da oldukça ilginç bir şekilde başladı. O zamanlar hepimizin "hadi bir kafe açalım" hevesi vardı. Yakın bir arkadaşımla işin boyutunu hayallerimiz kadar genişlettik. Meksika'nın Taco Bell adlı McDonald's gibi bir fastfood zinciri var. Kendileriyle görüştük, verilere baktık her şey oturuyor geleceğimiz parlak ancak pek tabii paraya ihtiyacımız vardı. Para için babama gittiğimde babamdan olmaz, bir ton işimiz var, okuman lazım, işlerimizin başına geçmen lazım gibi bir tepki beklerken bana cevabı "Hayırlı olsun." oldu. O gece uyuyamadım. Daha sonra ailemle Tuzla'ya tabakhaneleri gezmeye gittik. Tuzla'da gezerken alternatif olarak bu şirket de senin olabilir dedi. Bana bu teklif bir oyuncak gibi geldi zaten tam olarak kaçtığım şey de buydu. Aileden gelen mirastan hazzetmiyorum. O yüzden hayatta olmaz dedim. O da bana: "Beni yanlış anladın. Taco Bell projen için verdiğin para kadar para vereceğim. Fabrikayı sana kiralayacağım. Hesaplar ayrı olacak. İşlet, kazan öde." dedi. Benim hayatım tam da o gün değişti. Böylelikle 1999 yılında 22 yaşında 30 tane işçi ve bir fabrikam ile sanayiciliğe başlamış oldum. Yerimizde duramıyor olmamız, hep projeler peşinde koşmamız, yönümüzü batıya dönmemiz ile ardından deri fabrikalarımızla, birkaç farklı sektöre de girerek bugünlere geldik.

GENÇLERİN VE KADINLARIN OLDUĞU BİR YÖNETİM GÖRMEK İSTİYORUZ

Yeni göreviniz hayırlı olsun. Adettendir soralım, başkanlığınızın ardından radikal adımlarınızdan ve projelerinizden bahseder misiniz?

Hayatta çok basit düşünmememiz gerekiyor. İlk önce ihracatçılar birliğinin kitapçığını açtım. İhracatçılar birliğinin neden kurulduğunun karşısında açıklama olarak "İhracatçılar Birliği ihracatı artırmak için faaliyet ve tanıtımlarda bulunan kuruluşlardır" yazıyor. Buradan ne yapacağımız zaten çıkıyor. Biz ihracatı artıracağız. Dünyada 210 milyar dolarlık bir pasta var ve biz bu pastadan çok küçük bir pay alıyoruz. Bunun için ne yapabiliriz ne eksiklerimiz var baktık ve bir durum tespiti yaptık. Karşılarına projeler yazdık. Bunların yanına da farklı yaklaşımları, toplumsal yaklaşımları yazdık. Örneğin bizim neden kadın çalışanımız az? Çünkü OSB'de değiliz ve kreş yok. Çocuğunu bırakabilecek bir yeri olmazsa kadın çalışanın az olur. Kadınlar işimizin içinde olmalı. Çok uğraşmama rağmen bir şekilde yönetim kurulumuza yeteri kadar kadın üye alamadık. Bu gerçekten üzüldüğüm bir şey ve bu nedenle İDMİB Kadın Kolları ve Gençlik Kolları kuruyoruz. Çok ciddi tasarım yarışmaları, etkinlikler ve fuarlar yapıyoruz. Biz deri ayakkabı mont ve benzeri şeyler üretiyoruz ve tüketicilerimizin büyük bir kısmı da kadın. Dolayısıyla bir şekilde her türlü görüşe ihtiyacımız oluyor. Gençlerimize de yakın olmamız gerekiyor. Artık gençlerimizin geleceği kurduğu, yönetimde olduğu bir İDMİB görmek istiyoruz. 35 yaşına kadar olan genç ihracatçılarımızın olacağı bir çalışma grubu olarak kurguladık. Başkanını da 6 ayda bir değişecek şekilde ayarladık. Gençlik aşısı böyle vurulur aynı yüzler tekrarlamamalı. Sürdürülebilirliği, Sosyal uygunluğu, Karbon Nötr olma hedeflerimizi, 2025-2050 hedeflerimizi gençlerimizle çözeceğiz.

İHRACATIN GÖBEĞİNE TASARIMI KOYMAMIZ GEREKİYOR

Tasarıma çok önem veriyoruz. Çünkü bizim işimiz moda. Eninde sonunda ihracatın değeri kilogram başına değer ile ölçülüyor. Türkiye'nin ortalaması 1,3 dolarlardayken deri ve deri mamullerinin 9,5. Deri hazır giyimde ise 150 dolarlara kadar çıkabiliyor. Yani biz katma değerli ürün üretiyoruz. Bunu ancak tasarımla artırabiliriz. İhracatın göbeğine tasarımı koymamız gerekiyor. Her tasarım yarışmasında 10 senedir aynı şeyi söylerim hala da söylemeye devam ediyorum, milyon dolarlık makineler alıp 1000 tane işçi çalıştırsak dahi güzel bir tasarımımız olmadıktan sonra bir anlamı kalmıyor. Bu çok kaliteli bir restoran yapıp aşçı tutmamaya benziyor. Dolayısıyla tasarım yarışmaları yapıyoruz. Üniversiteden mezun arkadaşlarımızı bakanlıkların destekleriyle yurtdışına yolluyoruz. Bazıları tasarımcıların sektöre geri gelmediğini o yüzden boşa para harcadığımızı söylüyor. Bu mesleğe bir hakarettir. Bir tasarımcıya sadece deri tasarlayacaksın başka bir yere gitmeyeceksin derseniz o tasarımcı ne kadar yaratıcı olabilir? Veya bir yazara sadece şunu yazacaksın derseniz o yazarın bir anlamı kalır mı? O yüzden gitsinler farklı şeyler yapsınlar elbet yetiştirdiğin ağaçlar meyvesini verir ve ihracatta birim fiyatlarımız o tasarımcılarımızla artar. Ayrıca tasarımın ilkokuldan başladığına inananlardanım. Eğer bir ayakkabı tasarımcısı yetiştirmek istiyorsanız ilkokuldan başlayacak ve ilkokulda tasarım yarışmaları yapacaksınız. Hem bütçesi az hem de havuzu genişletmiş oluruz Anadolu'nun her ilkokulunda. Belki kötü sonuçlar verebilir ancak fidelemeye ilkokuldan başlamanız gerekiyor. Tasarım yarışmalarıyla bugünü kurtarmaya çalışırken 10 sene sonrasını da düşünmeli ve tasarımcı ruhları keşfetmeliyiz. Bu işin sadece ekonomik boyutu değil toplumsal boyutta yarına bu şekilde dokunmuş oluyoruz.

TASARIM VE TASARIMCI KEŞFEDİYORUZ

İDMİB çatısı altındaki tasarım yarışmalarınızdan bahseder misiniz?

Tasarım yarışmalarımız dışa dönük en önemli unsurlarımızdan biri. Burada tasarım keşfetmeye aynı zamanda Türkiye'nin en parlak tasarımcılarıyla çalışarak ayakkabılarımızda, çantalarımızda, kıyafetlerimizde yenilik yaratmaya ve yukarıya taşımaya çalışıyoruz. Genellikle üniversiteden başvurular alsak da aslında lise mezunu herkes başvurabiliyor. Önümüzdeki günlerde 4. Ayakkabı Tasarım Yarışması var. Şu anda yarışmanın kreatif direktörü Gamze Saraçoğlu, bütün üniversiteleri dolaşıp çok ciddi boyutlarda dosyalar oluşturuyor ve bu dosyalar daha sonra jürimiz tarafından eleniyor. Şu an 12 finalistimiz var ve mentorumuz eşliğinde bu ayakkabılar üretiliyor. Dereceye giren yarışmacılarımızı da Bakanlığın destekleriyle İtalya'ya gönderiyoruz. Böylelikle hem çocuğa dokunmuş hem koleksiyon çıkarmış hem de eğitim ihtiyacına destek olmuş oluyoruz. Kısacası kendisine ve sektörümüze faydalı bir birey oluşturmuş olduk. Birçok dünya çapında ünlü markanın tasarımcısı bizim yarışmalarımızdan çıkıyor. Bu bizim için büyük bir gurur. Neden bu yarışmaları yaptığımızın bir sebebidir. Kendi markalarımızı oluşturmak için önce bizim gitmemiz gerekiyor. Zira global bir dünyada yaşıyoruz.

ENFLASYONİST BİR ORTAMDA KOLEKSİYONER OLMAK KOLAY DEĞİL

Sanata olan ilginiz nereden geliyor ve koleksiyonerliğe ne zaman başladınız?

Sanata şahsi bir merakım var. 2008-2009 yılında koleksiyonerliğe başladım. Evime sıradan bir tablo alacakken bir arkadaşımın tavsiyesiyle daha 'sanatsal' bir tablo aldım. Daha sonra tutku olarak kendime bir modern sanat koleksiyonu oluşturdum. 'Koleksiyonerler satmaz sadece toplar' diye öğrettiler bize, ben de aynı şekilde devam ettim. Ancak enflasyonist bir ortamda koleksiyoner olmak kolay değil bunu geç öğrendim. Fakat bundan vazgeçmek de mümkün değil. Bir ara arkadaşlarımla otururken ihracat ruhumuz tekrar devreye girdi ve Çağdaş Türk Sanatı'nı nasıl ihracat edebiliriz diye düşünmeye başladık. Bunu da ihraç etmemiz gerekiyor. Türkiye'de sanat çok ucuz. Yeterince sanatçı yok. Maddi ve manevi olarak değeri de kısıtlı. Dünyada 450 milyon dolara satılan eserler var. Türkiye'de ise en fazla 4 milyon dolar seviyeleri görülmüş. Sanatın sanatçı dışındaki oyuncuları görevlerini doğru yapmıyor. Sanatçı üretmeli, ticareti düşünemez. Galericisi, koleksiyoneri, cv'si iyi olacak ancak ticaretini düşündüğü takdirde sanatçı olamaz. Biz de sanatçı temsil edilemiyor noktasında ne yapabiliriz diye düşündüğümüzde bir arkadaşım SPK'dan onay alarak Türkiye'nin ilk sanat fonunu kurdu, ben de ilk yatırımcısı oldum. Hedefimiz burada koleksiyon oluşturmak değil tamamen Türk sanatına bir fayda sağlamak ve buradaki oyunu da biraz değiştirmek. Sanatın, regüle edilmiş piyasada tasarruf sahibi açısından da bir yatırım olabileceğine inanıyorum. Mottomuz ise şu: Sanat birleştirir!