Gürkan olmak için köyüme gidiyorum

ARZU AKYOL
arzu.akyol@aksam.com.tr

Gürkan Uygun’la röportaj yapmak için yeni dizisi Kehribar’ın çekildiği Mudanya’dayız. Kaldığı otelde buluşuyoruz. Kısa bir sohbetten sonra Mudanya’da marangozhane aramaya çıkıyoruz. Neden mi? Marangoz olmak onun çocukluk hayali çünkü. Bir gece önce neredeyse sette sabahlamışlar. Oldukça yorgun ama yol boyunca bitmek bilmeyen “Birlikte fotoğraf çektirebilir miyiz” isteklerinin hiçbirini geri çevirmiyor. Sabırla objektife gülümsüyor. Yoğun alaka bizi bile bunaltıyor ama o bana mısın demiyor. Nihayet röportaj yapacağımız marangozhanedeyiz. İçeri girince gözü parlıyor. Lunaparka gelmiş bir çocuk gibi adeta. Marangozhanenin düzenine şaşırıyor. “Benim atölyem olsa biraz daha dağınık olurdu herhalde” diyor gülerek. Sonra röportaj başlıyor. Mesafeli bir yakınlığı var. Mütevazı, uyumlu, en önemlisi de sahici ve sade… Hiçbir abartı yok ne sözlerinde ne davranışlarında. Çocukluğundan oyunculuğa, evliliğinden çocuklarına pek çok şey konuşuyoruz. Bütün sıfatlardan uzak sadece ‘Gürkan’ olabilmek için köyüne gittiğini öğreniyoruz. “Benim el becerilerim de hayal gücüm de iyidir. Zaten oyuncu olmasaydım marangoz, heykeltıraş ya da müzisyen olmak isterdim “diyen Gürkan Uygun röportaj sonrasında bunu kanıtlıyor. Tahtaları keserken o kadar başarılı ki marangoz bile “sanki 40 yıldır bu işi yapıyor” diyerek şaşkınlığını dile getiriyor. Röportajdan sonra Gürkan Uygun’u sete uğurlayıp biz de cebimizdeki hoş sohbetle dönüş yoluna geçiyoruz. 

‘Kehribar’la başlayalım. Her şey yolunda mı sette? Yorgun görünüyorsunuz biraz…

Biraz öyle... Çalışma saatleri malum. Onun dışında her şey yolunda şükür…

Hayat verdiğiniz Orhan Yarımcalı karakterini anlatsanıza biraz…

Dizi, iki genç aşığın hikâyesiyle başlıyor. Orhan ve Leyla ailelerinin baskıları nedeniyle ayrılmak zorunda kalıyor. Orhan Almanya’ya gidiyor. 20 yıl sonra hasta olduğunu öğreniyor ve memlekete geri dönüyor. Yarım kalmış bir aşk, sırlar, pişmanlıklar, öfke, intikam. İnsana ait tüm duygular var dizinin hikâyesinde…

Bir dizi karakteri ne zamandan sonra sıkıcı hal alır sizin için?

Dizi süreleri o kadar uzun ki, dört sezonda tüketeceğiniz bir karakteri bir sezonda tüketiyorsunuz. Bu sürelerle bir sezon iyidir tabii ama işin içine kanalın, yapım şirketinin stratejileri, bu işlerden ekmek yiyen insanlar girince durum değişiyor.

Sektör huzursuz anladık, setiniz huzurlu mu peki?

Çok şükür (gülüyor). 

Paramparça setinde olanlarla ilgili ne düşündünüz?

Orada ne olduğunu tam olarak bilemeyiz. O yüzden yorum yapmamak daha doğru. Sette birçok şey olur. Doğru olan sette yaşananın sette kalmasıdır

ŞÜKRETMEYİ ÖĞRENDİM

Çocukluğunuz ve gençliğiniz taşrada geçmiş… 

Evet, taşra da denilebilir. Aslen Sakarya’nın Kocaali ilçesinin Ortaköy’ündeniz biz ama ben babamın berberlik yapmak için gittiği İzmit'te dünyaya geldim ve orada büyüdüm. Köyde de evimiz,  fındık bahçemiz vardı. Sık sık giderdik. Köy hayatını da biliyorum. 

Küçük yerde büyümek, köy hayatını bilmek, size ve oyunculuğunuza ne kattı?

Bir kere küçük yerin dünyasını, duygusunu, insanını tanıyorsunuz. Köyde yaşayan insanların sıkıntısını da biliyorsunuz, fındık işçisi olarak gelen insanların derdini de… Taşradaki orta sınıf insanının hayatına da aşinasınız. Bu insan olarak da oyuncu olarak da zenginleştiren bir şey… Bir de şükretmeyi öğreniyorsunuz. 

Çocukluk bulutlu mu güneşli mi? 

Güneşliii… Çok güzeldi. Babam, annem, kardeşlerim… 5 kardeşiz biz. Ben dört numarayım. 2 abim, bir ablam, bir de kardeşim var. 

Sokak çocuğu muydunuz, ana kuzusu mu?

Ana kuzusu değildim. Yalınayak büyüdük, sırtımızda atleti terlettik, soğuk su içtik. Yağmurda çamurda top oynadık (gülüyor).

Çalışkan bir öğrenci miydiniz?

Ortaokulda çalışkandım aslında ama lise birde sınıf tekrarı yapmak zorunda kaldım (gülüyor). Çünkü hayatıma…

Aşk mı girdi?

(Gülüyor) Yoook, aşk değil, fizik, kimya girdi, bayağı hırpalandım (gülüyor). 

Çocukluğun baskın figürü kimdi?

Babaydı tabii ama büyüdükçe yeni figürler ekleniyor. Kafamda birçok fotoğraf ve pek çok insan var. Yazın fındık toplamaya gittiğimizde dedemle, babaannem var mesela. Annem var… Onu 2002’de kaybettim. Anneden sonra her şey çok başka oluyor tabii. 

ÇARPTIĞIM İLK DUVAR ÖLÜM

Çarptığınız ilk duvar neydi?

Ölüm!

Annenizin ölümü mü?

Yok, daha erken tanıştım ölümle. 19 yaşındaydım. Yeğenlerimi trafik kazasında kaybettim. Çok küçüktüler daha. Çok başka kırılıyorsunuz ama pek girmeyelim o konuya. Yakın zamanda da Can babamızı kaybettik. Bodrum’da bir mekânımız var. Orada kokorecimizi, çorbamızı yapardı (gözleri doluyor). 

Nasıl değişiyor insan ölüm karşısında?

Çok acı çekiyorsunuz ve çektiğiniz acı sizi büyütüyor. Rahmetli Hasan Pulur’un lafı diye biliyorum; “Çocukluk anneler öldüğünde biter” diyor. Gerçekten çocukluğunuz bitiyor. Sonunda çektiğiniz acıya rağmen yaşamayı öğreniyorsunuz. 

Hayatınızdaki dönüm noktalarında iyi ya da kötü, etkisi olan kimler var?

Çok şükür kötü bulmadı beni pek. Bulduysa da sonu kötü olmadan sıyrılabildim. İyi ki karşılaşmışım diyebileceğim insanların başında eşim geliyor tabii. Babam mesela. “Köyde durmayacağım, şehirde berberlik yapacağım” deyip İzmit’e gelmese eğitim hayatım farklı olabilirdi. Köylerde çok çocuk var böyle, yetenekli ama imkânı yok. Sonra annem, abilerim… Hepsinin ayrı izi var hayatımda. 

Oyunculuk serüveninizde peki?

Lise birdeyim. Sıramda oturuyorum. Fen öğretmenimiz rahmetli Zeki Bey giriyor sınıfa. Okulun Tiyatro Kulübü bir oyun koyuyor sahneye. Bir arkadaş da bırakmak zorunda kalmış oyunu. Zeki Hoca, “Kim gelir, elini kaldırsın” diyor. Ürküyorum da. Göz göze geliyoruz. İstediğimi anlıyor herhalde ki bana “Gelecek misin?” diyor. Kafamı sallıyorum. “Kaldırsana oğlum o zaman elini” diyor. Elimi kaldırıyorum ve oyundan ayrılan arkadaşın yerine geçiyorum. Sonra konservatuvar eğitimi, derken bugünlere geldik. Mesela o olay başka bir çizginin başlangıcıdır benim için.

ARTIK MEMATİ’Yİ SORMAYIN

Çok sevildiğinizi biliyor musunuz?

Arkadaş çevremde sevilirim. 

“Sevildiğinizi biliyor musunuz?” deyince aklınıza hemen yakın çevreniz geldi. Ben hayranlarınızı kastetmiştim. Ünlü olmak pek öncelikli değil anlaşılan…

(Gülüyor) İnsanlar da seviyor tabii. Görüyorum, hissediyorum. İnsanlardan, sokaktan kaçan bir insan değilim. Mümkün olduğunca kırmamaya çalışıyorum ama bazen zorlanıyorsunuz. Mesela mecbur değilsem AVM’lere girmiyorum. Kimseyi geri çeviremiyorsunuz çünkü. Zorlayıcı olabiliyor.  

Seyircinin sizi algılayış biçimi yani ‘ağır abilik’ durumu hayatınızı daraltıyor mu?

Zaman zaman kısıtlıyorsunuz tabii kendinizi. Böyle dursanız (kaşlarını çatıyor) kibirli oluyorsunuz; biraz esnek ve eğlenceli dursanız ‘kalıbının adamı’ olmuyorsunuz (gülüyor). Mümkün olduğunca dengeyi buluyoruz.

Çok uzun zaman ‘Memati’ sorularına maruz kaldınız. Sıkılıyor musunuz? 

Yani artık benim için kaçınılmaz galiba (sıkılarak). 

Ben sormayacağım merak etmeyin.

(Gülüyor) Aman iyi… 

Gelen teklifleri de kısıtladı mı sizce? İnsanların kafasında bir algı yarattı sanki oyunculuğunuza ilişkin. 

E yani bir kalıba oturduk tabii.

“Keşke oynamasaydım” diyor musunuz hiç?

Elbette ki hayır... 27-28 yaşında Kurtlar Vadisi gibi bir dizide rol aldığım için şanslıyım. Rolün unutulmaması yaptığınız işin gücünü gösterir. Bu da iyi bir şey…

STARLIK BENDE DURMAZ

Star mı, emekçi misiniz?

Starlık benim üzerimde durmaz. Ben çalışmayı severim, güzel de çalışırım. Tarlada da toprakta da her yerde... Sıkıntı yok. Oyunculuk teklifi gelmese ekmeğinizi topraktan çıkarırsınız yani. Topraktan da taştan da çamurdan da çıkarırım (gülüyor). 

Proje seçme lüksüne sahip olacak kadar kazandınız mı?

Çok şükür, çocuklarım için belli garantileri sağladım. Onun dışında öyle büyük yatırımlarım yok. Zaten ticari kafam da yok. O yüzden eşim kontrol ediyor her şeyi. 

Sizin için “Herkesin çalışmak isteyeceği, problemsiz, uyumlu oyuncu” diyorlar. Doğru mu?

Ben çalışmayı severim. Popülaritemiz de var iyi kötü. Uyumlu olduğumu da söyleyebilirim. Herkesin değil ama yüzde 95’in çalışmak isteyebileceği bir oyuncu olduğumu düşünüyorum doğrusu.

Popülariteniz var ama egonuz yokmuş.  Şöhretin taktığı kanatlarla uçmamak için ne yapıyorsunuz?

Oyunculuğa sadece iş olarak bakıyorum. TV’ye iş yapmanın karşılığı popülarite ve iyi bir kazanç. Sonuçta benden çok daha ağır şartlarda çalışan insanlar var sette. Işıkçılar, setçiler, kamera grubu, reji grubu, şoförler… Hepsinin farkındayım ve bu uçmayı engelliyor.  

İş dışında neler yapıyorsunuz?

Bu aralar ahşap oymacılığı yapıyorum boş zamanlarımda. Doğal malzemelerden aksesuar da yapıyorum. Eski bir malzemeyi alıp yeni bir objeye dönüştürmek gibi… Mesela pet şişelerden abajur yapmak… Oyuncu arkadaşım Gökhan Yıkılkan’la bir atölye niyetimiz de var. Bakalım… Benim el becerilerim de hayal gücüm de iyidir. Çamurla da hemhâlim. Heykel yapıyorum. Zaten bu işi yapmasaydım marangoz, heykeltıraş ya da müzisyen olabilirdim. 

Müzik demişken albüm çıkaracak mısınız diye merak ediyor insanlar?

Eskiden “yok” derdim ama artık “zaman ne gösterir bilemem” diyorum. Daha yuvarlak, daha güzel cevap (gülüyor). 

Kendinize ödül vermek istediğinizde ne yaparsınız? 

Köye giderim. Babamın köyü… Sakarya’nın Kocaali ilçesine bağlı Ortaköy… Şimdi baraj nedeniyle kalktı. Annemin köyü Yenice’de 25 kilometre ileride.  Oralara gidiyorum işte, dağ bayır dolaşıyorum. Gürkan olabilmek için…

DELİORMANLI’NIN KÖTÜSÜ TAHSİN KARA'YA HER YOL MUBAH

Son dönem elimizi sallasak içinde Gürkan Uygun’un olduğu bir sinema filmine çarpıyoruz. Kahpe Bizans, Hep Yek, Deliormanlı, Ankara Yazı…

(Gülüyor) Öyle denk geldi valla ama hepsi aynı dönemde çekilmedi aslında… Vizyon tarihleri denk gelince böyle bir tablo çıktı ortaya. 

Hep Yek’te biraz misafir gibisiniz. Bir rolü kabul ederken başrol mü, yan rol mü, misafir rol mü diye bakmıyorsunuz herhalde…

Çok öyle değerlendirmiyorum ben. Bazen karakter için, bazen hatır için (gülüyor) kabul edebiliyorsunuz. Kendi kendimi deniyorum aslında. Pratik yapıyorum biraz da. Yaptığım her işe aynı özeni gösteriyorum ve her işten büyük ya da küçük bir tecrübe kazandığıma inanıyorum. Bir şey ispat etmeye çalışmıyorum. Yaptıklarımla kendi adıma, oyunculuğum adına daha iyi yerlere varmaya çalışıyorum.

“Hatır için” dediniz, insanları pek reddedemeyen biri misiniz?

Evet, biraz zorlanırım o konuda (mahcup gülümsüyor). Bunu biraz kontrol altına almam gerekiyor galiba. 

Peki, hatır için istemediğiniz bir rolü kabul eder misiniz?

Yok, o kadar da değil tabii. 

Deliormanlı’da kötüyü oynuyorsunuz…

Evet, filmin kötüsüyüm. Tahsin Kara amacına ulaşmak için her türlü kötülüğü yapabilecek biri. İstediği olmayınca cinayet bile işleyebiliyor. Hayatında önüne çıkan engelleri kötülük yaparak da kaldırabiliyor. Tahsin Kara için her yol mubah yani…

Neden izleyelim Deliormanlı’yı?

Deliormanlı güzel bir aşk ve intikam hikâyesi… İçinde bir suç örgüsü de var. Hayata iki saat mola verip güzel bir hikâyeyi sıkılmadan izleyebilirsiniz.

Çirkinlik kabulüm krallığı bilmiyorum!

Siz klasik yakışıklı jön tanımına uymadığınız halde başrol alabilen bir isimsiniz. 

Yakışıklı jön tanımına uymuyorum doğru.

Ama ekranda göründüğünüzden daha yakışıklı olduğunuzu söyleyebilirim. 

Teşekkür ederim. Ekranda canlandırdığım karakterler nedeniyle biraz daha ürkütücü görünüyorum galiba. 

Yılmaz Güney’e de benzetiyorlar sizi. 

Evet, öyle bir durum da var. Görsel olarak benzetiyorlar tabii. Duruşum, halkın içinden gelişim de benzetiliyor olabilir ama estağfurullah. O çok başka bir adam. Sinemaya nefis hikâyeler, nefis karakterler, müthiş bir bakış açısı kazandırmış bir yönetmen. Evet, benim de onun gibi dertlerim var ama ben bu dertleri onun gibi hikâye edemem. Ben de ağaçla, çamurla uğraşıyorum. Yani çirkinliğe eyvallah ama krallığı bilmiyorum. 

Bir ara Baba filmi dizi olacaktı ve siz başrolde olacaktınız. Ne oldu?

Evet ama olmadı. Aile, senaryo, telif gibi sıkıntılar yüzünden maalesef yürüyemedik. 

UZUN YOL ARKADAŞIMI BULDUM

Evlilik nasıl gidiyor?

Çok iyi gidiyor…

Âşık mısınız hâlâ…

Seviyorum… Böyle uzun soluklu bir ilişkide aşk; hayat arkadaşlığına, dostluğa dönüşüyor. 

Uzun yol arkadaşınızı buldunuz yani…

Aynen… Bu yol arkadaşlığının içinde sevgi, saygı, sadakat, güven, aşk, her şey var. Aşkla başlıyorsunuz ama bu duygunun yerini sevgi, saygı, güven, dostluk almazsa olmaz. 

Romantik misiniz?

Pek değilim galiba. Çok nadir yaparım romantik denilebilecek hareketler. Zaten duygularını gösterebilen bir adam da değilim. Çok duygusalım ama içimde yaşarım daha çok. Yani romantizm konusunda çok başarılı değilim. Yine de nadir ama etkili atışlar oluyor tabii.

Maçoluk var mı? Evde racon keser misiniz dizilerdeki gibi?

Yok (gülüyor). 

BABALIK KENDİNDEN VAZGEÇME HALİ

İki çocuğunuz var. Ne öğretti babalık? 

Daha önce elde ettiğiniz hiçbir şeyin değerinin olmadığını… Kendi kurduğunuz aile sizi çok başka bir dünyaya götürüyor. Aldığınız sorumluluk sizi büyütüyor, güçlendiriyor. Artık kendi hakkınız yerine onlarınki için mücadele ediyorsunuz.

Kendinden vazgeçme hali mi?

Evet, biraz öyle… Büyüdüğünde size sitem etmemeleri için her şeyi yapmaya çalışıyorsunuz onlar için. Buna gönüllü oluyorsunuz zaten. Bu sizi mutlu ediyor.

Toplumsal kabuller içinde kızınıza farklı oğlunuza farklı davranırken buluyor musunuz kendinizi? Kız ya da erkek gibi yetişmeleri mi, insan gibi yetişmeleri mi önemli?

İnsan gibi yetişmeleri! Hayatta her şey eşit… Adalet diye bir şey var. Adaleti öğrensinler, iyi insan olsunlar yeter. İnsanları sınıflandırmasınlar. Masum dünyalarının kirlenmemesi için uğraşıyoruz. Ben daha çok akışına bırakıyorum. Kadınlar biraz daha hassas, daha kontrolcü. Ben öyle değilimdir çok. Ben daha çok ata baba yöntemlerini uyguluyorum.