GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Türk sineması son yıllarda uluslararası arenada çok büyük başarılara imza atıyor. Sadece Türk yönetmenlerin filmleri değil TRT ortak yapımı Avrupalı yönetmenlerin filmleri de dünyanın sayılı festivallerinde ödül üstüne ödül alıyor. Bunda Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı ve TRT'nin film destek organizasyonu 12 Punto'nun ciddi katkısı var. TRT ortak yapımı filmler sadece 2022 yılında ulusal ve uluslararası arenada toplam 117 ödül kazandı.
Bu ödüllerin yanı sıra yine TRT ortak yapımı "Klondike", TRT destekli "A Ballad","A Piece of Sky" ve "Victim" adlı filmler de Oscar'a aday gösterildi. Festival filmleri dışında seyirci ile buluşan TRT yapımı gişe filmleri de Türk sinemasındaki durağanlığı kıran ve salonları dolduran yapımlar oldu.
Son olarak Cannes Film Festivali'nde Nuri Bilge Ceylan'ın TRT Ortak yapımı ve Kültür Bakanlığı desteği ile çektiği Kuru Otlar Üstüne adlı filmindeki rolüyle Merve Dizdar'a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü kazandı. Elbette tüm bu başarılar hem ülkemiz, hem Türk sineması adına çok büyük başarılar ve hepimiz için gurur kaynağı.
Sektörün dijital platformlar karşısında giderek güç kaybettiği bir zamanda bu büyük destekler sinemamız için can suyu oluyor. Yönetmeninden senaristine, teknik ekibine bütün sektör bileşenlerinin büyük oranda bu desteklerle projelerini hayata geçirebildikleri de ortada.
Buna karşılık sektörde 1990'lardan beri giderek artan tondaki kimliksizleşme, dilsizleşme ve aidiyetsizlik duygusu son yıllarda Türk sinemasını Türkiye sineması olarak adlandırmakla kalmadı malum olduğu üzere ulusal ve uluslararası festivallerde ülkesini dünyaya şikayet etme hastalığına dönüştü. Çektikleri filmlerde Türkiye'yi kötülemeleri yetmezmiş gibi ödül konuşmalarında da kompleksli bir dil kullanmaktan geri durmuyorlar. Merve Dizdar'ın kimilerince hiç de art niyetli bulunmayan teşekkür konuşması bunun son örneği olarak kayıtlara geçti.
KİMSE ONLARDAN İYİ FİLM BEKLEMİYOR!
Hepimizin gururla alkışlaması gereken bir başarıya 'mesaj' kaygısı ile gölge düşüren genç oyuncu belli ki mahalle baskısı ile omuzlarına yüklenen sorumluluğu yerine getirmek istemişti. Merve Dizdar ne ilk ne de son örneği olacak bu yabancılaşmanın. Çünkü Avrupa'daki festivaller ve Oscar törenlerinin temel amacı tam olarak kültürel zeminde bu yabancılaşmayı köklendirmek.
Buna karşı durabilenlerin sayısı ise ne yazık ki bir elin parmaklarını geçmiyor. Onlardan biri de Ulusal Sinema kavgasını veren usta yönetmen Halit Refiğ. Ömrü boyunca bu kompleksli yaklaşıma karşı duran, onurlu ve kimlikli bir sinemacı olarak eser vermeye çalışan Halit Refiğ, uğradığı saldırılara, yok sayılmalar rağmen inandığı işleri yapmanın mücadelesini verdi. Bu toprakların sinemasını yapmak için yalnızlaşmayı, yok sayılmayı göze alan Refiğ'e yapılan saldırıların benzeri şimdi de bütün ağırlığı ile devam ediyor. Ülkede sinema, tiyatro, müzik ve diğer sanat alanlarında eser veren herkes tek bir politik görüş etrafında kümelenmeye zorlanıyor.
Sinemadan çok politik söylemlerin yükseldiği festivaller ile ilgili eleştirilerde bulunan Halit Refiğ'in eşi Prof. Gülper Refiğ, "Sinemayı dert edinmiyorlar. Çünkü kimse onlardan daha güzel, seyirciyi etkileyen, gişesi olan film yapmalarını istemiyor. Talep o değil. Ne istiyorlar festivallerde? Onların kriterlerine göre ödül alacak film yaparsan varsın, yoksa yoksun. Ama uzun vadede Metin Erksan, Lütfi Akad, Halit Refiğ gibi kimlikli isimler kalıyor geriye." diyor.
SİNEMA İLE İKİ KUTUPLU DÜNYA ÖĞRETİLDİ
Avrupa'daki festivallerde öteden beri Türkiye, İran, Çin, Kuzey Afrika ve İslam ülkelerinin sinemalarına ancak batının öngördüğü oryantalist bakışı destekler hikâyeler anlattıkları takdirde paye ve ödül verildiğini hatırlatan Refiğ, sanayileşme ve sömürgeciliğin başladığı 18. yüzyıldan itibaren Batı'nın bütün dünyaya kendini aydınlanmanın ve gelişmişliğin merkezi olarak kabul ettirdiğini bunu yaparken en güçlü araç olarak sinemayı da kullandığını söylüyor.
Refiğ, sinema aracılığıyla Batı'nın dünya kültürüne kendi üstünlüğünü nasıl dikte ettiğini şu cümlelerle özetliyor: "Ne gariptir ki Avrupa'da hem sömürgecilik hem de aydınlanma aynı dönemlerde başlıyor. O tarihlerden itibaren şu kabul ettiriliyor bütün dünyaya. İki dünya var. Bir gelişmiş, medeni, batı dünyası. Onlar adeta Tanrı'nın seçilmiş kulları. Medeniyeti inşa edenler de onlar. Akademik tezlerle Antik Yunan medeniyeti, Roma'yı merkeze alan bir anlayış oluşturuyorlar. Bu, ders kitaplarına geçiyor ve artık resmi bir söylem haline geliyor. Gelişmiş Batı'nın karşısına da küçümseyerek bakılan, aptal, geri kalmış, kurtarılması gereken Doğu ve diğerleri konuluyor. Dünyayı ırkçı ve sömürgeci yenidünya düzenine uydurabilmek için de en güçlü sanat dalı olan sinemayı kullanıyorlar. Orada da en güçlü zemin olarak festivaller yapmaya başlıyorlar."
Cannes'da, Venedik'te, Berlin'de yapılan festivallerde doğudan gelecek yapımlarda auteur yönetmenlerin kabul gördüğüne dikkat çeken Refiğ, "İstisnasız bütün Asya ülkeleri ve doğu ülkelerinden katılacak filmlerin auteur yönetmenlerin işleri olması beklenir. Seçkin bir kitleye hitap edecek. Elitler izleyecek. Fransız, Alman, İtalyan sinemasında bu ayrımlar yok. Bu ülkeler zaten az gelişmiş ve barbar oldukları için bu gerçeği göstermesi lâzım. Bunlar diktatör tarafından yönetilirler, barbarlar. Buna inanırlar ve bu gerçek anlatılmalıdır onlara göre. Onların seçtikleri, istedikleri yönetmenler var. Bu kalıplara uyan filmler yaptıklarında da maddi, manevi kazanıyorlar, bütün dünyada tanınıyorlar bir anda. Çin, İran ve bizim gibi gelecek için potansiyeli olan medeni ve büyük ülkelerde yapıyorlar." şeklinde konuşuyor. Sinema yoluyla devşirme yöntemini batının 1960'lı yıllardan bu yana yaptığını anlatan Refiğ, Türk sinemasında da 1960'larda zirveye çıkan başarılı sinema dilinin sonraki yıllarda ne yazık ki devam ettirilemediğini bugün hâlâ o dönemlerde yapılan filmlerin başarısının yakalanamadığını söylüyor üzülerek.
BU MAHALLEDE LİNÇ BİTMEZ
Muhalefetin seçim ittifakı milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ağır bir hezimete uğradı. Çok güvendikleri kültürel iktidarları, sinema, müzik ve bilumum sanat çevrelerinden 'seçkin' ve 'kanaat önderi' haline getirdikleri isimlerin sabah akşam verilen destekler sonuç getirmedi. Seçim bittiğinde 21 yıldır olduğu gibi yine seçimi kazanan Cumhur İttifakı'nın seçmenine hakaretler, aşağılamalar ile yenilgilerinin acısını çıkarma yoluna gittiler. Bu da yetmedi bu kez linçlerini sanat çevrelerinde Cumhur İttifakı'na bırakın desteği yakından geçme ihtimali bulunanlara yönelttiler. Sözgelimi seçim öncesi TOGG'un direksiyonunda poz veren MaNga grubunun solisti Ferman Akgül'ü hedefe koydular. Akgül, sosyal medya hesabında geçen birkaç ay içinde kalp emojisi paylaşsa elbette böyle bir tepkiyle karşılaşmayacaktı. Akgül'ün tek suçu ülkesinin başarısı ile gurur duymaktı.
Birkaç gün önce sosyal medyada paylaşılan bir başka görüntü de sanat çevrelerinin nasıl bir illüzyonun içinde yaşadığını, gerçeklikten ne kadar kopuk olduklarını yeniden ve yeniden hatırlattı hepimize. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde Bilge Olgaç Başarı Ödülü'nü alan oyuncu Asiye Dinçsoy, ödül konuşmasında "Çok karanlık dönemlerden geçiyoruz, geçeceğiz belki de. Gerçekten bu karanlık döneme evet diyen kız kardeşlerimize bir şey söylemek istiyorum: Eğer bir gün bize ihtiyacınız olursa biz her zaman buradayız. Umarım ihtiyaç duymayacağınız bir şeye evet demişsinizdir. Ama bir gün ihtiyaç duyarsanız her zaman yanınızda olacağız, her zaman arkanızda duracağız. Her zaman mücadele edeceğiz." dedi. Dinçsoy'un karanlığından söz ettiği bir ortamda 26 yıldır yapılan ve ödül aldığı festival, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü'nün katkılarıyla düzenleniyor.
Ülkenin karanlığa teslim edildiğini iddia eden söz konusu çevreler işin garibi kendi mahallelerinde öylesine büyük bir korku iklimi yaratmış durumda ki oynadığı dizinin sezon finalinde meşale yakan Kıvanç Tatlıtuğ, seçim kutlaması yaptı iddiası üzerine korkup açıklama yapmak zorunda kaldı. Bu sezon oynadığı diziden bölüm başına 1 Milyon TL alan bir oyuncu üzerinde BİLE bu kadar baskı kuran, 'Hayır seçim kutlaması değil, sezon finali kutlaması' dedirten dizi ve sinema sektörünün demokrasi, özgürlük, karanlıktan aydınlığa çıkma aşkı gözlerimi yaşartıyor. Çok merak ediyorum. İnsanlar ekmeğinden olmayacağını bilse ve özgürce tercihlerini açıklayabilse sanat çevrelerinden AK Parti'ye ya da Cumhur İttifakı'na kaç oy çıkardı?