MERVE YILMAZ ORUÇ / merve.oruc@aksam.com.tr
Boks maçlarının unutulmaz sesi, TRT'nin efsanevi spor spikeri, sporun sadece futboldan ibaret olmadığını hatırlatan Orhan Ayhan, 61 yıl 275 gün ile dünyada en uzun kariyere sahip erkek spor spikeri ünvanını elde ederek, Guinness Rekorlar Kitabı'na adını yazdırdı. 1957 yılında mesleğe yazılı medyada spor muhabirliği ve yazarlığı ile başlayan Ayhan, 1962 yılında TRT İstanbul Radyosu'nun açtığı spor spikerliği imtihanında birinci oldu. 21 Ocak 1963 tarihinde oynanan Galatasaray-Milan Avrupa Şampiyon Kulüpler maçı ile spikerliği başlayan Ayhan, boksu Türkiye'ye sevdiren adam oldu. İlk anlattığı boks maçı ise Garbis Zakaryan ile Wene Brune arasında yapılan maç oldu.
Mesleğimi yapmaya devam edeceğim
Biz de Akşam Cumartesi olarak, yıllarını gazetecilik mesleğine adayan ve hâlâ çalışmalarına devam eden Orhan Ayhan'ı ziyaret ettik. Oğuz Aral'ın dediği gibi, "Türk sporunun belleği", o... Ne hikâyeler var onda. 70 yıla yakındır sürdürdüğü mesleğine nasıl başladığını, kimlerle yolunun kesiştiğini, imzasını attığı özel haberlerini ve daha birçok anısını dinledik. Bu işin sırrı ise, "samimiyet" diyor, Ayhan.
Şu an TRT ekranlarında her cumartesi Orhan Ayhan'la programı ile mesleğine devam ediyor, duayen spiker... "Köşeye çekilmeyi hiç düşündünüz mü?" soruma "Bir gazeteci asla köşeye çekilmez. Gazetecilik insanın içine işler ve asla çıkmaz. Bir gazeteci işimi bırakıyorumu kolay kolay demez, dememeli. Sakın böyle şeyler düşünmeyin. Aktif olarak bir yerde çalışmasan bile yolda şahit olduğun olayı arayıp bir gazeteye haber vereceksin. Karşındaki gerçek bir gazeteci ise zaten seni dikkate alır." şeklinde cevap veriyor.
Guinness ile ilgili duygularını sorduğum Ayhan, "Bu benden öte bir şey" diyor: "Kırılamayacak bir rekor deniyorum sanırım. Guinness Rekorlar Kitabı'na 50 metre kebap yapan biri de giriyor ama bunun daha büyüğünü yapmak kolay. 61 yıl 275 günü geçmek ise zor. Guinness Rekorlar Kitabı'na girmek güzel ama en önemlisi buradan çıkmamak. Bu başarı benden çok öte bir durum. Bir Türk gazeteci olarak ülkemi de temsil ediyorum."
Spikerliğe Halit Kıvanç yönlendirdi
Mesleğe başladığı ilk yılları konuşarak devam ediyoruz sohbetimize. "Yazılı basında muhabir, spor yazarı olarak başlıyorum ilk olarak. Son Posta Gazetesi'nde arkadaşım Erol Çetindağ çalışıyordu, Florya'da top oynardık onlarla. O zaman orada foto muhabiriydi Erol, 'Ne güzel mesleğin var' demiştim. Bir hafta sonra geldi bana "Seni gazeteden bekliyorlar" dedi. Gittim, anlaştık. Sabah, akşam çalışıyorum haber topluyorum. Aradan birkaç ay geçti bana "Yorum yaz. Beşiktaş - Galatasaray maçı'nda ne oluyor yorumla" dedi müdürüm. 24 Eylül 1957 ilk defa adımla yazım yayınlandı. Ve maçta tahminlerim tutunca müdürüm beni tebrik etmişti. Bir buçuk sene sonra Tercüman'a transfer oldum. Spikerlik sonradan geliyor. Ama gazeteyi, spor yazarlığını bırakmadım. Tercüman'da Reklam Halkla İlişkiler Müdürü oldum. Basın şeref kartı alan ilk isimlerden biriyim." diyen Ayhan, spikerlik için Halit Kıvanç'ın kendisini nasıl yönlendirdiğini anlatıyor: "TRT o zamanki adıyla İstanbul Radyoları spiker arıyordu. Halit Kıvanç, 'Londra'ya gidiyorum. İstanbul Radyoları spiker arıyormuş. Sen de mutlaka sınava gir.' dedi. Biz büyüğümüz ne derse onu yapardık. 165 kişi katıldı sınava. O zamana kadar eline mikrofon almış biri değildim. Önce Amerika ile ilgili bir savaş metni okudum. Sonra banttan maç anlattım. Sonuçlar açıklandı birinci oldum. Türk radyolarında imtihan kazanan ilk spikerim. 24 yaşında toy bir spor muhabiriydim. Bu anlamda bir eğitimim yoktu. Allah vergisi bir yetenekti sanıyorum. Okulda öğretmenlerim kitapları, metinleri hep bana okuturdu zaten. Belki de bu spikerlik oradan geliyor. Bir de ben İstanbul çocuğuydum. İstanbul Erkek Lisesi mezunuyum, çok güzel Türkçe konuşurduk. Hem eski kelimelere hem de o zamanki yeni kelimelere aşinaydım. Dolayısıyla bunlar benim avantajımdı. O dönem çoğu spiker yurt dışındaki oyuncuları pek bilmezdi. Biz o dönemki yeni nesil olarak hâkimdik. Çok çalışırdım. Sadece futbol değil boks, güreş, tenis, yüzme hepsine hâkimdim."
Rüyalarımda bile boks anlatırdım
İlk anlattığı spor müsabakası 23 Ocak 1963 tarihinde oynanan Galatasaray-Milan Avrupa Şampiyon Kulüpler maçıydı. "Futbolu severim. Ben Vefa'lıyım... Babam Vefa Spor Kulübü'nün başkanı idi. Spora ilgim daha eskilere dayanıyor. Futbol, basketbol oynadım. Ayağım kırılınca futbolu bıraktım. Bu yüzden yolcu değil hancı olduk. Boks yapmak istedim ama yaşadığım bir olaydan sonra yumruk atmamaya yemin ettim. Vefa'da boks şubesi açtık, 1961,62. Milli boksörler yetiştirdik orada. O maçları Eşref Şefik'ten dinlerdik. Türkiye'de ilk radyo yayınını yapan kişi, 1927 yılında. Onunla tanışmak da nasip oldu. Hatta ölmeden altı ay kadar önce evine gittik, onu dışarı çıkarmıştım. Eşref Abi çok severdi beni. Boksu severdim ama kendim yumruk atmayı sevmezdim. Rüyalarımda bile yorumlar yapardım. O yüzden boksu severek anlattım. Hatta maçlarda skorları önceden verirdim. Benim için, 'Boksu sevdiren adam, ondan daha iyi anlatan yok' derlerdi. 1965'ten sonra boksa yöneldim. Muhammed Ali, Mike Tyson gibi boksörlerin maçlarını; Türkiye Boks Şampiyonalarını anlattım. Muhammed Ali gibisi bir daha asla gelmedi. Mike Tyson da önemli bir adamdı. Maçlarını daha ilk raundlarda kazanırdı." şeklinde konuşan Ayhan sözlerine şöyle devam etti: "TV'ler hayatımıza 1970'lerden sonra girdi. Önceden maçları sadece radyolardan anlatırdık, insanlar sesimizi bilirdi. O dönemde taksi yok, dolmuşla giderdik işe. Aksaray'dan Taksim'e gideceğiz, binerdik arabaya 'Borcumuz ne kadar?' derdim, en az 5 kişi döner arkasını bakardı. Sesimizden tanıyorlardı bizi."
Maç için Avustralya'dan Türkiye gelip döndüm
Meslek hayatı boyunca birçok kanalda çalışmış Orhan Ayhan. Türkiye'de dünyada birçok yere gitmiş, birçok sporcu ile ilklere imza atmış. Hatta bir dönem Show TV'de yayın yapabilmek için her hafta İtalya'ya gider futbol maçlarını, Paris'e gider boks maçlarını anlatırmış. Sinan Şamil San'ın maçı için Avustralya'dan Türkiye'ye bir gün için gelip dönmüş: "Bir gün Avustralya'dayım. Oğullarım orada yaşıyor. Telefon çaldı. TGRT'den arıyorlar. Sinan Şamil San'ın maçı varmış, sen anlat diyorlar bana. Maç iki gün sonra. Dedim yurt dışındayım. Sessizlik oldu, sonra tekrar aradılar, biletimi aldılar. 24 saatlik yolu gittim geldim tekrar. Sinan da o maçı kazanmıştı."
Pele, hanımla benim fotoğrafımı çekti
Orhan Ayhan'ın doğal olarak birçok sporcu ile de anısı var. "Para biriktirmek önemli ama en önemlisi insan biriktirmek. Ben çok insan biriktirdim." diyor Ayhan. Ve anılarına yolculuk yapıyoruz. Pele ile başlıyoruz: "Biz hanımla dünya turuna çıkmıştık. Eşim THY'de hostes idi. Gezerdik onunla çok. Yolumuz Brezilya'ya düştü. Rio de Janeiro'ya gittik. Konsolos görevlisi karşıladı beni orada. Kalacağımız otele gideceğiz. Bir kalabalık var sokakta. Ne oluyor diye sordum. Akşam Pele'nin jübilesi olduğunu söylediler. Milli takıma veda ediyormuş. Hemen oraya gitmek istedim, kimseyi içeri almıyorlar. Tel örgülerden atladık, koruma geldi çat pat İngilizce anlatıyoruz derdimizi. Ufak bir hediye verdik ona Türkiye'den getirdiğimiz. Bizi menajerin yanına götürdü. Sonra menajere de Kütahya'dan çini işlemeli bir tabak verdik. 20 dakika sonra Pele aşağıya indi, onunla fotoğraf çektirdik. Ayaküstü konuştuk. Hatta Pele bizim makine ile eşimle benim fotoğrafımı çekti. Çok sempatik bir adamdı. Orada maçını izledik. Ben sonra bir dosyaya koyup haberi İstanbul'a gönderdim. Bizimkiler haberi alınca bayram etmişler. Pele'nin jübilesi tam sayfa giriyor, diğer gazeteler çıldırıyor. Sonra yolumuz yine kesişti. 1994 Dünya Kupası için Amerika'dayız. Stada gittik, iki kulübe yanımda baktım Pele, yorumcu olarak oturuyor."
Ordinaryüs Lefter'e ilkokul diplomasını ben verdim
Lefter'in maçlarını anlatmayı çok severmiş Ayhan. Aynı zamanda yakın dostuymuş. Onu anmadan geçmiyoruz: "Benim has dostlarımdan biriydi. Sürekli beraberdik. Ölümünden öncede hastaneye sık sık giderdim. Boluspor, Adanaspor maçı için Bolu'ya gitmiştim. 1968 yılı hem oyuncu hem hoca. 3 gol atmıştı. Bolu'da Lefter'i çok severler. Maçtan sonra yemeğe gittik. Bolu Cumhuriyet İlkokulu Müdürü "Lefter'e diploma verdik" dedi. Lefter'in lakabı ordinaryüs ama ilkokul diploması bile yoktu. Ertesi gün gazetede manşet attık. 'Ordinaryüs Lefter İlkokul diplomasını aldı' diye. Bu haberle o yıl Spor Yazarları Derneği'nden ödül aldım."
Muhammed Ali gibisi gelmedi bir daha
Ve tabii Muhammed Ali'yi konuşmadan bırakmıyorum Orhan Bey'i. "TRT ilk defa ABD'den canlı yayın yapacak. Biz de yeni başladık TV yayınlarına. Muhammed Ali hapisten yeni çıkmış, kilo almış. Joe Frazier ise çok formda. İki boksör karşı karşıya, tarih 8 Mart 1971. 15 raundluk maçı tek başıma anlattım. Ali profesyonel boks kariyerinde ilk yenilgisini aldı. Onunla yüz yüze ilk tanışıklığımız ise 1976 yılında. Muhammed Ali'nin soyunma odasına girebilen ilk Türk gazeteci bendim. Almanya'dayız maçı var yine. Ona ulaşmak istiyorum ama imkânsız. Sonra organizasyonun sahibi kimdir diye araştırdım. Karşıma sürpriz bir isim çıktı, Cemal Kamacı'nın menajeri Willy Seller. Cemal ile biz çok yakındık, Willy Seller de beni çok severdi. Bizi bir şekilde odasına soktu. Foto muhabirimizle girdik, o anda çekti bu kareyi. Muhammed Ali de şaşkındı. Sonra ortamı yumuşatmak için ona Türkiye'de boks maçlarının çok sevildiğini, kadınların gece 3'te, 4'te kalkıp sofralar kurup onun maçlarını izlediğini söyledim. Çok hoşuna gitti. Muhammed Ali, Necmettin Erbakan'ın davetiyle 6 ay sonra Türkiye'ye geldi. O zaman da görüşmüştük. Yine yollarımız kesişti. Ölüm haberini aldığımızda da Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan bana ulaştı. Birlikte cenazesine gittik, sonra onun müzesini gezdik."
Uganda - Kenya savaşını engelledi
Orhan Ayhan'da hikâyeler bitmiyor. "Olimpiyatlardayız yine. Kenya ile Uganda arasında bir gerginlik var. 1968'de Meksika'da altın, 1972 Münih ise 800 engellide bronz madalya kazanan Ugandalı Akii Bua'ya, Olimpiyat Şampiyonu Kenyalı Kip Keiono'yu ikna ederek ziyarete götürüyorum. Çünkü o sıralarda komşu iki ülke Uganda ve Kenya'nın arası açık nerdeyse savaş patlayacak. Bu ziyaret dünyanın birçok ülkesinde yayınlandı. Ve ülkeler arası buzlar eriyip bir barış ortamı sağlandı. Hatta bana bundan dolayı rozet takılmıştı."
Tarzan'ı Demirel ile tanıştırdım
"Meşhur Tarzan Johnny Weissmuller'i İstanbul'a getirmiştim. Kendisi aynı zamanda olimpiyat şampiyonu. Park Otel'deyiz. Süleyman Demirel de o dönem başbakan. Otele geliyor. Onları bir araya getirdim. Güzel bir hatıra kaldı."
30 METRELİK DAMDAN MAÇ ANLATTIM
Yazarlığa ve spikerliğe başladığı yıllardaki şartlardan da bahseden Ayhan sözlerine şöyle devam etti: "Eskiden maçlar gündüz oynanırdı. Sonra Gece maçları başladı. İlk kez gece maçı anlatacağım, 1963 yılı, Beşiktaş ile Galatasaray arasında. Gri maçları derdim onlara. Stadyum ışıkları doğru düzgün çalışmazdı. Bir giderdi, 25 dakika sonra gelirdi. Oyuncuları vücut yapılarından tanırdım. Bacaklarına, adalelerine, çalımlarına bakar kim olduğunu söylerdim. Sürekli onlarla beraberdim. Ne günler yaşadık ne. Küçücük kulübelerde maçlar anlatırdık. Sene, 1970 Eskişehir-Fenerbahçe maçı; Eskişehir'deki ilk canlı yayın. Yine Düzce-Kırıkkale maçı var. Elimizde şemsiye, sandalye üzerinde işimi yaptım. Bir de Bursa'da bir maç takip ediyorum stadın damına çıkıp. 30 metre yukarıdan eğilerek anlatmıştım, hiç unutmam. Çok zor zamanlardı. Taç çizgisinin oradan 60 metrelik mikrofonla Emel Sayın gibi yayınlar yaptım. Şimdi her şey daha rahat, güzel."
Bugün gelinen noktada spora yapılan yatırımlardan memnun olduğunu dile getiren Ayhan, "Bu ülkede sporu başlatan Mustafa Kemal Atatürk'tür. 1924'te bütün ülkeler olimpiyatlara katılmak isterken biz davet etmiştik. Bu Mustafa Kemal'in başarısı idi. Bugün ise baktığımızda birçok spor salonu, sahalar yapılırken; maddi ve manevi sporcular destekleniyor. Recep Tayyip Erdoğan daha İstanbul Belediye başkanı iken 18 ayda 14 ilçede spor salonları açmıştı, bizzat şahidim. Bugün Türkiye'yi spor alanına çevirdi... Spor çok kıymetli. Futbolla ilgili bazı olaylar oluyor. Bunu kirletmelerine izin vermeyelim."
ERMAN TOROĞLU GİTTİ, BEN GELDİM
Bir döneme damga vuran yarışma programı Wibeout Türkiye'yi de Ayhan'ın sesinden dinledik. Tam 5 yıl boyunca burada çalıştığını anlatan Ayhan: "Ben dublaj işi yapmıştım önceden. İpek Film'e götürdü arkadaşım beni. İçeride Türkiye'nin en kıymetli sesleri var. Rock Hudson'un oynadığı bir filmde avukat biri var onun dublajını yapmıştım. Sonra İpek Film'in sahibi geldi. Maç anlattığımı bildiği için 'Özetleri anlatır mısın?' dedi. Deneme yaptık beğendiler. Wibeout işi ise şöyle oldu. Benden önce Erman Toroğlu ile görüşmüşler olmamış. Sonra bana geldiler. Deneme yapıyoruz, daha ilk dakikadan, 'Aradığımız bu' dediler. Ses tonum, kurduğum cümleler çok hoşlarına gitti. Program Arjantin'de idi. Ben Bebek'te bir yerde yapıyordum seslendirmesini. Çok güzel reytingler aldık."