GÜLCAN TEZCAN / ASLIHAN DÖNMEZ
Bir gün bir şey olur, bir haber alır, bir şey öğrenirsiniz. Telefon rehberini yeniden düzenlemek gerekir. Oradaki isim artık arayabileceğiniz biri değildir. Telefon ekranında rehber açıktır, 'düzenle' yazısının üzerine tıklarsınız, alttaki 'sil' kısmına yönlendirir sizi akıllı telefonunuz. Ama o telefondan akıl almak istemezsiniz. Çünkü rehberinizden çıkarmak istemediğiniz kişiyle dünyadaki son bağlantınızın böyle kopması fikri ağırınıza gider.
Telefon rehberimden çıkarmak istemediğim bazı isimler oldu son yıllarda. İstemiyorum. Hiç istemiyorum, hâlâ istemiyorum. Ama başka birini ararken o isme rastlamak da garip; hiç çaldırmayacağın, çaldırdığında cevap alamayacağın o telefon numarası öyle durur. Son yıllarda ne çok oldu rehberimden silmek istemediğim ama arasam sesini duyamayacağım isimler. Kendilerinden bahsederken adlarının başına 'merhum' sıfatını takacağım kişiler...
Hayat sınav, ölüm sınav... Giden sınavda, kalan da sınavda. Geçen hafta birinin yaşam sınavı bitti. Bize, kalanlar sınavından geçmek kaldı. Yolun açık olsun Alatlı.
Seksen yılda tamamladığı dünya yolculuğunun ardından gelen veda haberi, şüphesiz her kanattan okuryazarın ilgisini çekecekti. Çekti de. O gün ve günlerde (şahidim) yazar-akademisyen pek çok kişi birbirini aradığında telefondaki ilk sözleri "başımız sağ olsun" oldu. Gerçekten bizzat tanışsın-tanışmasın, insanlar bir fikir insanının ardından üzüntü ve kayıp hissi yaşadı. Bu da enteresan bir ruh halidir. Her gün arayıp konuşuyormuşsunuz gibi bir boşluk duyarsınız böyle insanların ardından. Ve bir endişe de uç verir, belli belirsiz; "Şimdi anlamakta zorlanacağım bir mesele hakkında ufuk açmasını beklediğim bu kişi yok, ben kime soracağım, kimden soracağım?" Oysa sağlığında da sık bir temas olmamıştır, ama alınacak virajlarda danışılacak birinin varlığını bilmek, güven verir. Söyleyeceği bir sözün, akla takacağı bir çengelin akıl ve vicdanda kımıldanmalar yaratacağına duyulan itimat vardır.
Baş sağlığı dileklerinin ardından Alatlı'nın tarihe geçmiş uyarılarını taşıyan konuşmaları çıktı arşivlerden. Hani şu "Her yasal hak helâl değildir" diyen 2014 tarihli konuşma. Alatlı o tarihte, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en üst makamından ve bizzat elinden aldığı ödül vesilesi ile yapmıştı bu konuşmayı. Konuşma sırasında ciddiyet, nezaket, ölçü dikkat çekiyor, ama belki söylenemez denilen şeyler Alatlı tarafından dile getiriliyordu. Kim hangi tarafından işine gelirse öyle aldı. Mesela Alatlı'nın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hitaben söylediği "Orwell sizi ayakta alkışlardı" sözü, konuşmacının, ödüle layık bulunmasının zaruri jesti gibi görmek isteyenler de oldu.
Halbuki orada -anlık kişilerden ve mekândan bağımsız düşünmenizi teklif ederim- bir devlet adamı, siyasetçi, yönetici ile bir âlim, âkil, edip, aydının karşılıklı bulunuşu ve hitapları idi esas olan. Yöneten, liyakatine karşılık, bulunduğu makam üzerinden takdir ediyorsa da âkil olanı, esasen, akıl, vicdan ve muhakemeyi en yukarıya taşıyordu. Ve âkil olan, tevdi edilen ödüle teşekkür vesilesi ve hatta belki bahanesi ile devletin başına öğüt verme geleneğini sürdürüyor, hukuk ve ahlak arasındaki bağ veya bağsızlık üzerine akla ve vicdana bir kez daha çengel atıyordu.
Alev Alatlı, adı üzerine tartışılmaz bir entelektüel değildir. Böyle bir iddianın sahibi, bilmelidir ki hakkında iyi bir şey söylemeye çalıştığı Alatlı buna hoş bakmaz, hatta reddeder. Kendi savunduklarına ne kadar bağlı ise, tartışmasızlığı savunmayı, bizzat varlığı reddeder. Öte yandan güncel siyasi görüş ve yerleşimi kendine uymuyor diye, küçümseme ve karalama yoluna gidenlerin vakit kaybetmeden kaleme aldığı yazılar da oldu. Bu da bir başka hâl... Yakışıksız mı demeli, belki de dememeli, belki de bu çiğlik yakışıyordur. Dokunmamak lazımdır...
Herkes inancına, meşrebine göre uğurluyor gidenleri. Allah rahmet eylesin, kalıp olsa da en sevimli temenni, inanıyorsa insan. Başka inançların, kabullerin başka saygılı ve güzel ifadeleri de güzel olur. Bir de sonuçta giden bire bir fiziki insan temasının ötesinde, yazdıkları ve söyledikleri ile çok geniş bir çerçeveye ulaşabilen bir kişi. Bir bakmak lazım, tapınmaya yakın yüceltenlerle, içindeki kini kusmanın yeni ve güncel yolunu bulmuşların uçlarının dışında. Ne söylerdi bunca yazan ve konuşan bu insan? Ve başkasının aklına ve anlayışına havale etmeden, o satırlardan ben ne anlarım? Oradan neyi öğrenebilirim, neyi hatırlarım... Biraz böyle bir ihtiyaçla karıştırıyorum kitaplığımdaki Alev Alatlı imzalı kitapları. Oradan geçerken rastladığım bir cümlesi çekti dikkatimi. 3. Baskısı 1993'ün Ağustosunda yapılan 'Nuke' Türkiye'nin 243. sayfasının son satırlarından;
"Memleketimizde en yaygın muhalefet türü geçmişi devamlı karalayarak şimdi yapılanları inkâr etmek ve gelecek hakkında hep kötümser tahminlerde bulunmaktır. Böylece, acıklı filmlere ve hüzünlü şarkılara meyyâl halkımıza en uygun muhalefet şeklinin bulunduğu sanılır"
Yaklaşık otuz yıl önce kurulmuş bu cümle. Eskimemiş ve aşınmamış bir şeyler var burada. Yeren ve yüceltenleri kenara bıraktım. Alatlı'yı okumaya dönüyorum. Buradan devam...
Edebiyat dünyasında Parasız Yatılı ile sarsılmaz bir yer edinen, öyküleri pek çok dile çevrilen Füruzan, Türk edebiyatına modern hikâye anlayışının yerleşmesi, zor dönemleri siyasi dilin dışında edebiyatı önceleyerek verme konusunda ders kitabı sayılacak metinleriyle hatırlanacak.
Türk öykücülüğünün en özgün kalemlerinden biri olan Füruzan geçtiğimiz günlerde 92 yaşında vefat etti. İlk kitabı 'Parasız Yatılı' ile 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazanan Gecenin Öteki Yüzü, Kırkyedililer, Benim Sinemalarım gibi eserleri ile edebiyatseverlerin zihninde yer edinen Füruzan'ın öyküleri; Fransızca, İspanyolca, Farsça, İtalyanca, Japonca, İngilizce, Rusça, Bulgarca, Boşnakça'ya çevrildi.
Edebiyatımızda nitelikli ve özgün eserler üretenlerin ortak kaderini yaşayan, uzun yıllar hak ettiği değeri görmeyen Füruzan'ın 90'lı yıllarda neredeyse rafa kaldırılmışken öykünün yeniden yükselişe geçmesi ile gündeme geldiğini hatırlatan yazar ve eleştirmen Erdinç Akkoyunlu, Füruzan'ın edebiyatımıza katkısını "Türkiye'de kim nasıl, iyi öyküler yazmış denilince Füruzan yeniden keşfedildi, çok sevildi, çok okundu. Türk edebiyatına modern hikâye anlayışının yerleşmesi, zor dönemleri siyasi dilin dışında edebiyatı önceleyerek verme konusunda ders kitabı sayılacak metinler üretti." diyerek özetliyor. Yazar Funda Özsoy E. ise Füruzan'ın ödüllü kitabı Parasız Yatılı'nın gölgesinde kalan Gül Mevsimidir'in her okumada farklı katmanları açılan güçlü bir metin olduğuna dikkat çekiyor. Sevilen yazarın edebiyat dünyamızdaki yerini Erdinç Akkoyunlu ve Funda Özsoy E.'ye sorduk.
TÜRK ÖYKÜCÜLÜĞÜNÜN ANASI
ERDİNÇ AKKOYUNLU
Türk edebiyatının kendi tadını, rengini, dokusunu bulma süreci dünya edebiyatından çok keskin çizgilerle ayrıldı. Biz önce Fransız edebiyatını yeğ tuttuk, sonra Alman, sonra Rus edebiyatı. Türkçe'ye geçişle birlikte klasikler geniş kitlelerce okunmaya başlandı. Bu da edebi bir devrim yarattı ama Türk edebiyatı özgün metin üretmede bizimle hemen hemen aynı siyasal ve toplumsal süreçleri yaşayan Latin Amerika'ya oranla hayli geride kaldı. Onlardan tamamen zıt şekilde bireysel çabalarla edebiyatı yüceltmeye çalıştık. Sonucunda da bizde kuşaklar arası edebi bağ dünyanın genelinde olduğu gibi sağlam kurulamadığı gibi ancak bir görünüp bir kaybolan çeşitli yıldızların geçişine sahne oldu edebiyatımız. Toplumun ve entelektüellerin yapısı da böyleydi. Kitap yayınlamak 2024 Türkiye'sinde ne kadar zor ise 1954 Türkiye'sinde de o kadar zordu. Bu da beraberinde az okuru olan, dar bir çevreye hapsolmuş, hiçbir yeniliğin makbul sayılmadığı birbirini yani çok satanların çabalarının tekrar edildiği bir kısır döngüyü getirdi. Füruzan, bu döngüde kendi ışığını yakabilmiş az sayıdaki yazardan oldu. Benim okur olarak edebiyata dahil olduğum 1990'ların ikinci yarısında kitapları sahaflarda bulunurdu. O dönemde artık rafa kaldırılmış bir yazar sayılırdı. Çünkü dili, yöntemi, üslubu 90'ların her şeyi değiştirelim havasında eski bulunur, 70'lere mahkûm edilirdi. Sonra ülkemizde öykü devrimi oldu. Öykü çok yazılmaya, okunmaya, satılmaya başlandı. Türkiye'de kim nasıl, iyi öyküler yazmış denilince Füruzan yeniden keşfedildi, çok sevildi, çok okundu. Füruzan Türk edebiyatına modern hikâye anlayışının yerleşmesi, zor dönemleri siyasi dilin dışında edebiyatı önceleyerek verme konusunda ders kitabı sayılacak metinler üretti. Türkiye'de öykücülüğün anası sıfatını hiç almadı ama kısa süre önce Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan ve hayatı boyunca sadece öykü yazan Alice Munro'dan edebi kalite olarak geride değildi. Sadece Türkçe yazmanın dezavantajını bizim gibi yaşamaya devam etmiş bir yazardı. Yeni kuşakların Füruzan'dan öğreneceği çok şey var. Sait Faik nasıl ülkemizde öykücülüğü kurduysa, Füruzan da herkesin köy edebiyatına merak saldığı dönemde öyküyü yeniden gündemimize getirmiş çok önemli bir yazardır.
GÜÇLÜ AURASI OLAN BİR YAZAR FÜRUZAN
FUNDA ÖZSOY E.
Füruzan'ı bir yazar olarak tanımam üniversite yıllarımda Gül Mevsimidir kitabı ile oldu. Yirmi yaşımda okuduğum ve bende derin bir iz bırakan bu aşk hikâyesini kırklarımda yeniden okuduğumda satır aralarına serpiştirilen sınıfsal çatışmayı, idealize edilen aşkın da ötesinde o var oluş nedeninin sorgulanışını fark ettiğimde epey sarsılmıştım. Demek ki büyük eserler her okumada, farklı katmanlarıyla kendini açıyordu okura. Füruzan'a 1972 yılı Sait Faik Hikaye Ödülü'nü de kazandıran Parasız Yatılı kitabının gölgesinde kalmış olan bu uzun hikâyeye bu açıdan bakılmasını isterim. Kendisiyle yüz yüze tanışmam ise yıllar sonra, Selim İleri vasıtası ile oldu. 2018 yılı TÜYAP Kitap Fuarı'nın onur konuğu olan Selim İleri için düzenlenen yemekte tanıştık. Beden dilinden giyinişine, konuşurkenki ses tonundan seçtiği sözcüklere kadar güçlü aurasını hissettiren biriydi. Çok heyecanlandığımı hatırlıyorum; yıllar içinde pek çok kitabını okuduğum ama benim için hep Gül Mevsimidir yazarı olarak hafızamda ulaşılmaz bir yere koyduğum bu güzel insanla sohbet ediyordum! O tanışmadan sonra Parasız Yatılı kitabının yayınlanışının 50.yılı dolayısı ile bir röportaj da yaptık kendisiyle. Daha sonra röportajı genişleterek bir Füruzan Dosyası yapmaya karar verdik, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesinde çıkan ve benim de yayın yönetmenliğini yürüttüğüm İstanbul Akademi dergisi için. Dosya üzerine zaman zaman telefonlarda da görüştük. Ben ona hayranlığımın iştihası ile sürekli sorular soruyordum bu telefon görüşmelerimizde, onun kitaplarına ve gençlik yıllarındaki edebiyat muhitine dair. Röportaja girmeyen pek çok şeyler de konuştuk bu şekilde. Sanırım nezaket dediğimiz o incelik, insanın yapısından geliyor. Füruzan'ın konuşurkenki kelime seçiminde, karşısındakinin gönlünü kırmamaya özen gösteren naifliğinde o nezaketi hissedebiliyordunuz. Doğal nezaket, yapmacıksız samimiyet insanı çekiyor. Kendimi ona çok yakın hissedişim belki de bu yüzdendi.
Hepimizin hayatı dünya zamanı ile sınırlı. Homeros'tan bu yana hiç kuşkusuz hepimizin ölümlü ve yaşamlı olduğu dünyada şairin tespit ettiği üzere bir gün gelecek bir tel kopacak ve ahenk ebediyyen kesilecek, zaman bizi yutacak ama kitaplar kalacaktı. Füruzan gibi insanın trajedisini güçlü kalemiyle hikâyeleştiren yazarlar ise eserleriyle yeni kuşaklara sevgiyi, merhameti, adaleti anlatmaya devam edecekler.
GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
TİYATRONUN ÇİLESİNİ ÇEKMİŞTİ
Üstad Necip Fazıl Kısakürek'ten beslenen, onun çizgisinde ilerleyerek edebiyat, sinema ve tiyatroda bu ülkenin değerlerini yansıtan eserler üreten İnanç, kültürel hayatımızda derin izler bıraktı. İki kültür sanat gazeteci Özcan Ünlü ve Bünyamin Yılmaz Üstün İnanç'ın sanat hayatımız için ne ifade ettiğini anlattı.
Gazeteci, yazar ve senarist Üstün İnanç 87 yaşında hayata veda etti. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'ten beslenen, onun çizgisinde ilerleyerek edebiyat, sinema ve tiyatroda bu ülkenin inanç ve değerlerini yansıtan eserler üreten İnanç, kültürel hayatımızda derin izler bıraktı. "Her şeyimle 'Büyük Doğucu'yum. Büyük Doğu olmasa, sıradan solcular gibi dangalağın biri olabilirdim. Beni kurtaran Büyük Doğu'dur; Necip Fazıl'dır." diyen Üstün İnanç'ın ilk yazıları Yelken, Durum, Sanatkâr ve Büyük Doğu gibi dergilerinde yayımlandı. Gazeteciliğe 1956'da Tercüman Gazetesi'nde başladı. Babıâli'deki birçok gazetede üst düzey yöneticilik yaptı. İstanbul'un en önemli kültür muhitlerinden olan Marmara Kıraathanesi'nin müdavimlerindendi.
Milli Türk Talebe Birliğinde (MTTB) 1977'de düzenlenen "Milli Sinema Açık Oturumu"nu yöneten İnanç, bu toplantıda dönemin sinema ustalarından Halit Refiğ, Salih Diriklik, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Yücel Çakmaklı ve Ayşe Şasa'yı ağırladı.
Tiyatroya temkinli bakan dindar çevrelerde bu sanatın gelişmesi için öncülük eden isimlerden olan İnanç, Ergun Göze'nin kaleme aldığı "Çar Tabancası"nda "Çar" rolünü oynadı. Yalçın Akçay'ın yönettiği, "Şeyh Şamil"i Abdullah Kars'ın temsil ettiği oyun, Anadolu'da turneye çıktı ve yoğun ilgi gördü. Prologunu İnanç'ın yazdığı, Necip Fazıl Kısakürek'in kaleme aldığı "Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han" eseri, 1967-1969'da Türkiye'nin birçok şehrinde ve ilçesinde 519 kez sahnelendi.
Sinema sektöründe de Erdoğan Tokatlı'nın asistanlığını yapan ve Son Kuşlar filminin senaryo ekibinde yer alan İnanç'ın 1990'lı yıllarda yaşanan başörtüsü yasaklarını konu alan Yalnız Değilsiniz romanı Mesut Uçakan tarafından sinemaya uyarlandı. "Kanayan Yara Bosna" filminin senaryosunu kaleme alan İnanç, İstanbul Şehir Tiyatroları Repertuar Kurulu üyeliği ve İBB Gösteri Sanatları Merkezi Müdürlüğü de yaptı; "Oyunculuk" ve "Tiyatro Yazarlığı" dersleri verdi.
"ÜSTÜN AĞABEYİ İYİ BİLİRDİK"
ÖZCAN ÜNLÜ /GAZETECİ-YAZAR
Üstün İnanç ruh dünyamız ve kültür iklimimizde müstesna bir yer tutar. Bana göre, Üstad Necip Fazıl ırmağında -Büyük Doğu'da yazdı- yunmuş, terbiye almıştır. Onun ve onun gibi zor zamanlarda yazan ve konuşanların bizde ayrı bir kıymeti vardır. Herkesin başkaca değerlere yöneldiği bir zamanda hak ve özgürlükler, sanat, edebiyat, estetik, medeniyet gibi kadim meseleler etrafında kümelenen ve fikir üreten bu insanlara çok şey borçluyuz.
Merhum Üstün İnanç, bizim ünlememizle Üstün ağabey, her şeyi bir kenara bırakarak söylersek, sadece "Yalnız Değilsiniz" romanıyla bile bu dünya sürgünündeki varoluş ödevini başarılı biçimde tamamlamıştır. Onun ilgisi sadece edebiyata değildi. Romanlarında sinematografik derinlik, diyaloglarındaki teatral ifade gücü ile de bu sanatlara hâkimiyetini göstermiş, bu konularda da söz söylemiştir.
1956'da başladığı gazetecilik hayatında Babıalide Sabah, Bugün, Son Havadis, Tercüman, Yeni İstanbul gibi durakları oldu ve bu dönemde pek çok basın heveslisinin elinden tuttu. Bosna dramına çok 'içeriden' bakıp anlattığı "Kanayan Yara Bosna" senaryosunu da hatırlatmamız gerekiyor. Özetle Üstün ağabey, güzel işler yaparak, "Kurt Kapanı", "İlk Kurşun", "Sultan Abdülhamit", "Yalnız Değilsiniz", "İnsanlar Böyledir", "Ayıp Uşakları", "Makedonya Gamzesi", "Yazıklar Çıkmazı" gibi pek çok esere imza atarak çekildi dünyamızdan. İyi bilirdik. Allah rahmet eylesin.
ÜSTÜN İNANÇ'TAN BİZE KALANLAR
BÜNYAMİN YILMAZ /GAZETECİ
Üstün İnanç ismi aslında Türkiye'nin kültür tarihi yazılacak olursa en önemli sıralarda yerini alacaktır desek abartı olmaz. Sadece matbuatta değil, sanat dünyasının farklı pek çok alanında eserler vermiş, beyazperdede senaryosunu yazdığı sinema filmini, TV'de kalem oynattığı dizisini izlemiş, tiyatro dünyasında sadece eserler vermekle yetinmemiş aynı zamanda oyunculuğuyla da katkıda bulunmuş bir çınardan bahsediyoruz.
60'larda minimal kıpırdanmalar 70'lere geldiğinde capcanlı bir ortam oluşturur. İflah olmaz 'Büyük Doğu'cu Üstün İnanç'ın bu dönemde önce dergilerde daha sonra da günlük gazetelerde yer aldığını görürüz. Belki de onun hayatında dönüm noktası olan Üstad Necip Fazıl'ı anmak bu dönemi anlamamızı daha çok kolaylaştıracaktır. Küllük, Marmara Kıraathanesi gibi yerler dönemin entelektüel isimlerini, şair ve yazarlarını, yazı işine bulaşmış ya da muhabbet deminde ilerleyen değerleri bir araya getirmiştir. Türkiye'nin siyasal atmosferini ve fikir akımlarını da göz önünde bulunduracak olursak, bu buluşmaların sadece yazı çizi ile değil Türkiye'nin mukadderatıyla ilgili olduğunu daha çok görürüz. Üstün İnanç'ın tiyatro dünyasına adım atarken Necip Fazıl'la yolunun kesişmesi şaşırtıcı değildir. Dönemin put kırıcısı Üstad, toplatılan ve yasaklanan eserlerine aldırmadan kalemini oynatmakta, etkisini sadece konferanslarda değil sahnelerde de göstermektedir. Kısakürek'in Sultan Abdülhamid'i anlatan tiyatro oyununda Abdülkadir Sezgin'le dönüşümlü olarak başrol karakteri olarak sahneye çıkar Üstün İnanç. Zor dönemlerdir. Rekor denebilecek sayıda oynadıkları oyun çoğu zaman polis baskınlarına uğrar. Rahmetli Hasan Nail Canat'la turnelere çıktığımızda anlattığı o hatıraların önemli kısmını da Üstün İnanç'tan dinlemiştik. Dönemin bir diğer ismi Abdullah Kars'ın sahnelerde verdiği mücadelenin bu isimleri ortak paydada buluşturduğunu ve kader birliği eden bu isimler o dönemin şartlarına rağmen bir hafıza oluşturdu.
HAKSIZLIKLAR KARŞISINDA SUSMAYAN KALEM
Üstün İnanç paylaşırken biraz muzipçe, Üstadın perde aralığından kendilerini seyrettiğini anlatırdı. Elbette Necip Fazıl'ın göz teması kurduğu oyuncuların nasıl terledikleri de hatıralara eklenir. Necip Fazıl'la geçirilen zamanlar sadece tiyatro ile sınırlı değildir. Büyük Doğu, konferanslar, heyecan dalgası oluşturan o yıllarda Üstün İnanç vardır. Hatta Türk Edebiyatı Vakfı'nın 80'lerde Türk Edebiyatı dergisinin Necip Fazıl'a Sultanü'ş-Şuara ödülünü takdim ettiği gecesinde Üstad'ın talebiyle "Çile" şiirini okuyacaktır.
Gazeteciliğe adım attığımda benim için de artık geçmişin izlerini takip ederek geleceğe ne bırakılacağı sorusu durmaktaydı orta yerde. Çocukluğumdan itibaren yasaklı günlerde tavan arasında korunan gazete ve dergilerle oluşturdum yolculuğumu. Türkiye'yi okuyabilmek için arka planı iyi bilmek gerekiyordu. İlk adım okumak, ikinci adım ise dinlemekti. İstanbul benim için daha çok konferansları takip etmek, kıymet verdiğim isimleri dinlemekti. Gazetecilik yoluyla aktardıklarımız okurlara emanetti ama bize düşen de meslekten sıyrılıp bir adım ötesiyle ülkemizin kültür atmosferini zihinlerimize nakşetmekti. Üstün İnanç'ı bu sebeple önce okuru olarak takip ettim. Sahnede yer aldığı günlere yetişememiştim ama benim için çok kıymetliydi. Mesut Uçakan'ın yönettiği "Yalnız Değilsiniz"in senaryosu, onun haksızlıklar karşısında susmayan kaleminin etkisini gösteriyordu.
TİYATRO DENEYİMİNİ GENÇLERE AKTARDI
Hasan Nail Canat ustamızın tiyatro dünyasına girerken İstanbul da yeni bir dönemin kapılarını açmıştı. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan İBB Başkanlığı'nda yeni dönemin işaretlerini bir kadro hareketine dönüştürüyordu. Gösteri Sanatları Merkezi genç kuşakları sahneyle buluşturuyor, sıkı bir eğitimle geleceğin tiyatrocularını yetiştirme amacıyla harekete geçiyordu. Üstün İnanç, GSM'de yöneticiydi ve tiyatro deneyimlerini öğrencilerine aktarıyordu.
Gazetecilik dönemlerimde Üstün ağabeyle didişmelerimize de değinmezsem olmaz. Yıllar sonra tatlı bir muhabbetle o günleri yâd ederken yüzündeki tebessümden sorgulayan ve eleştiren tavrımdan keyif aldığını müşahede etmiştim. Elbette eleştirilerim şahsına değildi. Ezberlerin bozulması gerektiğini düşünüyordum. Üstün ağabeyin heyecanı beni kendisinden uzak tutmadı. Muhabbetlerimiz sorgulamalar eşliğinde ilerledi ve elbette kayıt önemliydi. Bize emanet edilen heyecanlar gelecek kuşaklara başka türlü taşınamazdı çünkü. GSM'den çok sayıda dostum var, bugün kültür kurumları yöneten de, sinema ve TV'lerde oyuncu olarak karşımıza çıkan kıymetli isimler de bize o dönemin hatırasıdır. Gök Sultan'ı yazdığında talebelerini yanında görmek istediğini düşündüm. Sultan Abdülhamid'i kendi diliyle bugünün nesillerine anlatmak istemişti ve her birimizin yüzünde yansıyan mutluluğu okur gibiydi.
Üstün ağabeyin köşesine ve kitaplarına çekildiği zamanlarda da etrafı hiç boş kalmadı. Bazen bir telefon kadar uzağımızda bazen de özlem giderecek şekilde yanımızda. Şehir Tiyatroları onun Makedonya Gamzesi oyununu repertuara aldığında ve sahnelediğinde de o heyecanı paylaşmak bizim için büyük mutluluktu. Mihrabad Yayınları eserlerini bir araya getirdiğinde okurlarıyla fuarlarda buluşma imkânına kavuştu.
ZOR ZAMANLARDA SANAT YAPTILAR
Üstün ağabey sınıftan kaçıp kütüphanede ders işleyen öğrenci heyecanı yaşattı bize. "Hadi çocuklar, kitapları kapatın şimdi yaşama vakti" der gibiydi. Biz de onun anlattıklarıyla Türkiye'nin yakın tarihinin sayfalarını çeviriyorduk.
Peki bize ne kaldı Üstün İnanç'tan? Öncelikle Anadolu ruhu. Bu toprakların kıymeti. Geçmişini öğren ve geleceğini kur. Balkanlarda dolaşırken onun eserlerinin bizimle dolaşması da biraz bu yüzden. 'Biz zor zamanlarda cümle kurduk, oyunlar oynadık, senaryolar çalıştık şimdi sıra sizde' dedi.
Artık geleceğin geldiği hızlı zamanlarda gölgemizin bizden ilerde olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla oraya yetişmemiz gerekiyor. Doğu'nun da Batı'nın da heybemize bıraktığı bilgi ve donanımla geleceğe işaret taşları bırakmamız lâzım. Üstün ağabey emaneti devretti, Eyüp'te üstada komşu oldu, sıra hayatlarına dokunduğu insanlarda, bende, sende, onda. Sözün ağırlığı artık hepimizde. Yarınki Türkiye'yi kültür tarihimizle birlikte oluşturmayı artık denemeliyiz.
GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com