ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr
Pera Müzesi, Zamane İstanbulları sergisi kapsamında, belgesel tiyatro, ses enstalasyonu, görsel sanatlar ve canlı müziği bir araya getiren disiplinlerarası bir performansa ev sahipliği yapıyor. İstanbul'da yaşayan göçmen sanatçıların yer aldığı "Diyalog Projesi – İstanbul" başlıklı performansın ilki geçtiğimiz günlerde izleyiciyle buluştu.
"Diyalog Projesi – İstanbul"da yer alan sanatçılar Enzo İkah (Demokratik Kongo Cumhuriyeti), Marina Nazarova (Ukrayna), Saghar Daeiri ve Ali Bonyadi (İran), Pera Müzesi'nde gerçekleşen performansta, İstanbul'da yaşadıkları süre içerisinde şehre dair gözlem ve tecrübelerini aktardılar. "Tanışma", "Yol", "Ev ya da Başka Dünya" başlıklı bölümlerden oluşan performansta sanatçılar, 7 farklı dilde (Türkçe, İngilizce, Farsça, Ukraynaca, Rusça, Lingala, Fransızca) otobiyografik anlatılar sahnelediler. Ses enstalasyonlarının, görsel sanatların ve canlı müziğin kullanıldığı disiplinlerarası bir çalışma niteliği taşıyan proje; birleştirici, kapsayıcı ve çeşitliliğe yönelik söylemiyle göçmen ve mülteci grupların toplumla bağını güçlendirme yönünde katkı sunmayı hedefliyor. Biz de performansı sergilemeye devam edecek olan sanatçılarla hissiyatlarını ve neler düşündüklerini konuştuk.
MÜZİK BENİM SESİM
Enzo İkah: "Müzik benim sesim; gidemediğim yere sesimi gönderebiliyorum, evet sesim oraya erişiyor, müziğim oraya gidebiliyor. Bu konuda çok başarılıyım. Şu ana kadar yaptığım seçim çok zor çünkü hiçbir destek almadan bu işleri yapabiliyorum. Bu yüzden Diyalog Projesi İstanbul'un bir parçası olmak, ülkem Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nden Türkiye'ye kaçtığımda yolculuğumun sadece bir parçası oldu. Coltan madeninde çocukların köle olarak kullanılması fikrini tartıştım, müziğimle yüksek sesle ve güçlü bir şekilde çığlık attım, 'Onların yeri okuldur' dedim. 'Kadınlara tecavüz etmeyi bırakın vahşi askerler, bu kadınlar saygıyı hak ediyor.' cümlesini kurdum. Bilgimi sadece bavul olarak ve sanatı onunla kullanarak getirdim ve daha sonra belgeseller ve kitaplar geldi. Hepsi sadece diyalog kanalları. Marina, Ali ve Saghar ile farklı dillerde sahneleri paylaşmak ve hikâyelerimizi bir araya getirmek benim için tek bir kalbi olan ve dünya isimli annemizin adını paylaşan dört siyam ikizi gibiyiz."
HEPİMİZ EMPATİ BAYRAĞININ ALTINDA TOPLANDIK
Saghar Daeiri: Ben Saghar Daeri, görsel sanatçıyım. İran'da lisans eğitimimi resim bölümünde bitirdikten sonra 2012 yılında yüksek eğitim almak için Türkiye'ye geldim ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü'nde yüksek lisansımı bitirdim. Yaklaşık 20 yıldır solo, karma sergiler ve bir sürü uluslararası projelerde ve dünyanın farklı ülkelerinde sanatsal faaliyetimi sürdürüyorum. Bu projede tüm söylemlerimi belirli bir ülke, bayrak ve kişilikten bağımsız olarak ele aldım. Günümüzün ortak derdi olan mekân meselesini farklı etnik ve yerel dillerde, görsel formlar ya da sesler ile harmanlanmaya çalıştım. Bu proje 'göç' temasını çok farklı bir perspektiften ele alıyor. Projede kendi monoloğumu 'Taş yerinde ağırdır' söylemiyle başlatıp hepimizin bu dünyada birer taş olup her an yer çekimine karşı gelip uzağa atılmış ağır taşlara dönüşebileceğimizi vurgulamaya çalıştım. Diğer bölümlerin devamında ise mekân kavramını bir 'ev hayali tarifiyle' ironik bir biçimde besledim. Bu projenin bana kattığı en önemli deneyim ise dil, mekân, ırk, ülkeden ve bireysel deneyimlerden bağımsız olarak ortak bir dilde konuşuyormuşçasına bir etki yaratmasıydı. Burak Safa Çalış sanatsal vizyonuyla, yazdığımız hikâyeleri yaratıcı bir biçimde birbirine harmanlayarak hepimizi tek bir bayrağın altında toplamayı başardı. O da insaniyet, barış ve empati bayrağıydı.
ANNEM RUS, BABAM UKRAYNALI
Marina Nazarova: "Annem Rus, babam Ukraynalı. Çocukluğumun çok erken dönemlerinden beri önce hayvanlara, sonra da insanlara yardım etmeyi severdim. Gönüllü faaliyetlere katıldım. Onkoloji hastalarıyla, çocuklarla, aile krizi desteğinde; düşük gelirli insanlarla, çocuk yetimhaneleriyle çalıştım. Mykolayiv'deki Sukhomlinov Üniversitesi'nden psikolog ve sosyal pedagog olarak mezun oldum. Bu sıralar cephede Ukrayna'yı savunan askerleri destekleyen bir gönüllü olarak çalışıyorum. Çocuklarla da çalışıyorum. Sanat ve beden hareket terapisi yapıyorum. Farkındalık, eleştirel düşünme, özdenetimlerini geliştirmek için seanslar düzenliyorum. Çocukların gelecekteki mesleklerini seçmelerine, yollarını bulmalarına, yeteneklerini ve kapasitelerini geliştirmelerine, başka bir deyişle kendi iç dünyalarını tanımalarına ve anlamalarına yardımcı oluyorum. Bu projeye katılmayı, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırganlığı ve Ukrayna halkının içinde bulunduğu korkunç durumu tüm dünyaya hatırlatmak için bir başka fırsat olarak gördüm. Ayrıca şu ya da bu nedenle ülkelerini terk etmek zorunda kalan ama yine de yaratıcı faaliyetlerden vazgeçmeyen diğer insanlarla dayanışma içindeyim ve onları destekleme şerefine nail oldum. Umutsuzluğa kapılmamak, umudunuzu kaybetmemek, sesinizi duyurmak ve dünyada değişimi başlatmak için sanat yapmak çok önemli."
HENÜZ YAPILMAMIŞ BİR ŞARKIYIM
Ali Bonyadi: "Ben belki de henüz yapılmamış bir şarkıyım. Çocukluğumdan beri İran şarkılarını dinlemeye aşık oldum ve kendimi hep dünyanın en büyük sahnesinde gördüm! Bu çılgınlığın özeti olarak, birkaç şarkı çalındı ve birkaç albüm kaydedilmedi. Şarkı söylemeyi, öğretmeyi seviyorum ve bunu yapmak benim için çok zevkli, özellikle de öğrencilerimin parladığını gördüğümde. Evet, ben Ali Bonyadi, bir şarkıcı ve besteciyim ve bazen de bir ses eğitmeni. İlkler her zaman güzeldir. Burak Safa'yı tanıdıktan sonra yazmayı hatırladım. Kendimi hatırlamama ve kaybettiklerimi bulmama yardımcı oldu. Başka bir ülkede bu alandaki ilk sanatsal faaliyetim olarak bu anı benim için unutulmaz olacak. Kendimi daha iyi hissetmeme yardımcı olan bir anı. Bu faaliyetin benim için anlamı tek kelimeyle özetlenebilir: Ağrı. Ülkemin insanları asgari talepleri için yerlerde sürüklenip kana bulanırken! Ben tüm acılarıma rağmen İran'ı terk etmişken! Dünya kamuoyunun ortak acılarını haykıran bir ses olmak dileğiyle... Umarım bunu hak ediyorumdur..."