Gençler anlaşılmayı hak ediyor

''Hep Z Kuşağı diye yaftaladığımız gençlik için ben ''İbrahimî Nesil'' demeyi daha doğru buluyorum. Onlar İbrahim peygamberin sünnetini ifa ediyor, soruyor, putları yıkmak için uğraşıyorlar. Bu sebeple anlaşılmayı ve bir şeylerin anlatılmasını en çok da onlar hak ediyor.'' diyen eğitimci- yazar Şule Kala, yeni kitabı Şifa'nın Aynası'nı Akşam Cumartesi'ye anlattı.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

İlk gençlik romanları önemlidir. Onları sorularından, soru işaretlerinden yakalayıp bambaşka istikametlere çekebilir. Gençlerin doğru sorular sorup anlamlı cevaplar bulmasını sağlayabilecek bir roman okurla buluştu bugünlerde. Eğitimci-yazar ve televizyon programcısı Şule Kala Şifa'nın Aynası kafası karışık gençlerin duygularına tercüman oluyor. Kala'ya yeni kitabını ve yazı serüvenini sorduk.

Çocuklar ve gençler için yazan bir eğitimcisiniz. Kafama Takıldı kitabınız çok ilgi görmüştü. Şimdi bir gençlik romanı ile okur karşısındasınız. Nasıl oldu bu? Şifa nasıl doğdu, büyüdü?

Biliyor musunuz, çocuklar ve gençler için yazan bir yazar olmak hedeflerim arasında değildi. Yazar olmayı çok küçükken hayal ediyordum. Ama sanırım çocukluğumuzda elle tutulur bir "çocuk kitabı" bulamamış olmamdan yazar olmayı yalnızca yetişkinlere hitap edebileceğim bir mecra olarak düşünüyordum. Çocukken yazmaya karar verdiğimde asıl amacım "çocukça" hislerimi yetişkinlere bağıra bağıra anlatmaktı. Büyüdükçe anladım bazı şeyleri. Meğer çocukça konuşmak beylik laflar etmekten çok daha önemliymiş.

Yazları memlekete gittiğimizde dedemin emekli maaşını çekmek için ayda bir kez bankaya uğrardık. Her ay yeni bir çocuk dergisi çıkardı ve bankaya gelen çocuklara bu dergiden hediye ederlerdi. Sanırım en çok da bu yüzden memlekete gitmek isterdim. Bir sonraki ay gelene kadar çevire çevire okurdum o dergiyi. Çocuklar için pek de bir şeylerin yapılmadığı bir çağda algıları açık bir çocuk olarak muhatap alındığımı hissetmek, çizimler arasında duygularımı anlayan renklere denk gelmek bana büyük keyif verirdi.

Küçücük bir çocukken bulabildiğim ne varsa -evdeki ansiklopediler, yetişkin romanları, tarih kitapları- okurdum. Okumayı seven bir çocuk için her şey okunabilir. Ama her şey aynı lezzeti vermez. Bunu anlamam ise ortaokuldayken oldu. İngilizce öğretmenimin bana hediye ettiği "Bir Genç Kızın Gizli Defteri" diye bir kitap vardı. Bugün o kitabın içeriğine dair neredeyse hiçbir şey hatırlamama rağmen bana şunu fark ettirdiğini hatırlıyorum. "Ben bir gencim, keyif aldığım dünyevî bazı şeyler var, daha anlaşılır bir dille daha anlaşılır şeyler okumak istiyorum.

Zamanla hayata, inanca ve anlama dair sorularım oluşmaya başladı. Birçoğu cevapsız kalan sorulardı. Cevap bulduklarımla da mutmain olamıyordum. Hayatın cilvesi bu ya, öğretmen olarak buldum kendimi. Ben sorularımın yanıtsız kalmasını kanıksamış bir halde yoluma devam ederken minicik kafaların sorduğu kocaman sorulara çarptım. Onlara verebileceğim bir cevabım yoktu çoğu zaman. Soruları not etmeye başladım. Peki nasıl anlatacaktım? Küçük ve soru makinesi Şule'yi karşıma aldım. Onunla sohbet eder gibi düşünmenin bana iyi geldiğini fark ettim. Bu süreç beni Kafama Takıldı kitabını yazan sürece götürdü. Ama benim asıl hayalim bütün bunları bir gencin dilinden anlatmaktı. Bir gencin iç çatışmaları, savruluşları, içindeki yangını hissettiren gerçek bir karakter anlatmalıydı bunları. Bu da ancak bir günlük ile olabilirdi. Çünkü yirmi yıldan fazla süre günlük yazmış biriydim. Günlük tuttuğum çocukluk ve gençlik hallerimi anımsamak hem bana iyi gelecekti hem de okura.

Eh tabi annesi olduğum iki yavrum ve beraberinde öğretmeni olduğum yüzlerce yavru talebem de olunca Şifa aslında hem küçük Şule'nin hem de bu yavruların hepsinin bir parçası oldu. İstedim ki hem örnek bir genç olsun Şifa hem de bir yönüyle herkes gibi sıradan... Umarım başarmışımdır.

Şifa nasıl bir genç kız? Soruları ve sorunları neler, zihin dünyasında neler dönüyor, arayışları neler? Şifa'nın Aynası'ndan bize neler yansıyor?

Şifa harbi ve delikanlı bir genç kız. Sıradan olduğu kadar sıradışı. Sığ olduğu kadar da derin. Kitaptaki Şifa "Yazmasam delirecektim" dediği bir halin içinde. Pandeminin vurduğu, sosyalleşemediği için mutsuz bir genç. Okul yok, misafirlik yok... Sanal olan hiçbir şeyin gerçek hayattaki lezzeti veremediğinin farkında. Bu yalnızlık ona kendini fark ettiriyor aslında. "Bir ben vardır benden içeri" diyeceği bir yolculuk için yazmaya, kendiyle dertleşmeye başlıyor. Belki de kimseye soramayacaklarını dile getiriyor. Yazmanın iyileştirici gücünü fark ediyor. Ama hepsinden de önemlisi adeta vurgun yediği olaylarla karşılaşıyor. Bu anlarda ona bazen bir öğretmeni bazen öğretmeninin okuttuğu bir şiir ya da dinlettiği bir şarkı eşlik ediyor. Hayatı anlamlandırmanın yollarını keşfediyor Şifa. Sormanın güzelliğini... Ergen kafasıyla kendini soyutladığı anne-babasının, dedesinin ve kardeşlerinin hayatında var olmasının güzelliğini görebiliyor. Bir ölüme şahitlik ediyor. O yaşına kadar hep falancanın filancası öldü, diye düşünen bir çocukken ölümün herkese ne kadar yakın olduğunu görebilen bir gence dönüşüyor. Ölümü, kulluğu, ibadetleri ve hatta âşık olmayı sorguluyor. Bazen kendi kendine buluyor cevapları bazen de umulmadık kapılardan girerek hasbelkader buluyor.

Şifa'nın Aynası'ndan bize yansıyanlar aslında bizim de ruhumuzda var olan ama üstünü örttüğümüz şeyler.

Gençlerle iletişim konusunda yetişkinlerin tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu anlamda Şifa'nın yetişkinlerle ilişkileri okura ne söylüyor?

Aslına bakarsanız yazdığım her metinde öncelikle ebeveynlere ve eğitimcilere seslenmek niyetindeyim. Bir zamanlar çocuk ya da genç olduğumuzu unutan koca koca insanlar olan bizlerin idealist dünyaları altında ezilmesin yavrularımız diye uğraşıyorum.

Hep Z Kuşağı diye yaftaladığımız gençlik için ben "İbrahimî Nesil" demeyi daha doğru buluyorum. Onlar İbrahim peygamberin sünnetini ifa ediyor, soruyor, putları yıkmak için uğraşıyorlar. Bu sebeple anlaşılmayı ve bir şeylerin anlatılmasını en çok da onlar hak ediyor.

Kitabı okuyanlar arasında en çok etkilenilen sahne Şifa'nın babasıyla iletişim kurabildiği an. Okurlar genelde "o kısmı okurken ağladım" diyorlar. Biliyor musunuz bir gencin Allah ile bağlarının güçlü olmasını sağlayan en önemli etken babasıyla ya da evdeki baba figürüyle kurduğu bağdır. Çünkü bir çocuk için otorite demek baba demektir. Onun zayıflığı ya da aşırı baskınlığı bireyin hayatındaki anlam halkalarını zayıflatır, birbirine karıştırır ya da dozu güzel ayarlanmışsa güçlü şekilde birbirine bağlar. Bu sebeple belirtmek isterim ki Şifa ne yalnızca kızların okuyacağı bir kitap ne de yalnızca bir gençlik kitabı.

Şifa'nın Aynası'nı yazarken çok dua ettim; "Öyle bir kitap olsun ki Allah'ım, kendisine önyargısız bakan herkesin kendisinden yansımalar olsun bu aynada." diye. Bence duam kabul edildi. ��

Kitabın içinde okuru bekleyen bazı karekodlar var. İşaret edilen şiirler ve şarkılar var. Bu tercihinizin özel bir sebebi var mı?

Evet elbette var. �� Aslında interaktif bir kitap olmasını arzu ettik. Kitabın çizimlerinin gençler için cazibeli olması için de epey uğraştık. Görselliğin ön planda olduğu bir çağda öncelikle çizim ve grafik tasarım, ardından da interaktif erişimin olması çok önemli. Kitabımızın çizeri Osman Büyükmutlu ve editörü Sevim Sarıçam ile Erdem Yayın grubunun çok değerli ekibiyle verdiğimiz bir karardı bu. (Böylece onlara da teşekkürlerimi iletmiş olayım. ��) Gençlerin tanımalarını istediğimiz bazı sanatçıları işaret eden karekodlar ekledik. Yıllar evvel okulda yaptığım bir ankette "Barış Manço kimdir?" diye sormuş "Survivor yarışmacısı Doğukan Manço'nun babasıdır" cevabını almıştım. Hem de hatrı sayılır şekilde çok defa. Aşık Veysel'i, Neşet Ertaş'ı tanısınlar, derinliklerini fark etsinler istedim. Hikâyenin kurgusu içinde yayınevimizle böyle bir karara vardık.

Şifa'nın Aynası bir günlük. Bu, bizim kuşaklara ait bir alışkanlık. Şimdilerde günlük tutan gençler var mı? Yeni medyadaki mecraları bu anlamda gençlerin günlüğü olarak görebilir miyiz?

Şimdilerde günlük tutmak eskiden beri günlük tutanlar için bile hiç kolay bir şey değil. Defter, kalem neredeyse tamamen çıktı gündemimizden. Yerini telefon ekranı ve sanal klavyeler aldı. Yeni medyadaki mecralar elbette gençler ya da bizler için birer günlük olarak değerlendirilebilir. Ama deftere yazılan günlüğün bir mahremiyeti vardı. Odamızın kapısındaki kilit gibiydi defter kapağı. Şimdi mahremiyet algılarımız da değişti, bozuldu.

Yine de insanın kendini keşfetmesi için yazmanın, kalemle ya da klavye fark etmeksizin yazmanın çok değerli olduğunu düşünüyorum. Bu, değerli bir maden bulmak için yapılan kazı ya da ruhsal bir sağaltım yaşamak için gidilen terapi gibi. Yalnızca gençlere değil sözüm, kendi içindeki cevheri keşfetmek isteyen herkes mutlaka ama mutlaka yazmalı.

Hem eğitimci hem iletişimci hem de yazar olarak bu çağın gençleri hakkında neler söylersiniz?

Tek kelimeyle harikalar. Ama bir o kadar da zorlar. Alışık olmadığımız tarzda bir zihin yapıları var. Kendilerine güvenmeleri elbette şahane ama dozu biraz fazla. Bu da maalesef onlara zarar verebilecek bir hale dönüşebiliyor çoğu zaman. Neticede her çağın çeldiricisi de imkânları da imtihanları da başka. Onların payına düşen de bu oldu.