GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Ramazan ayının kültür ve gelenekle ilgili boyutunda ilk akla gelen unsurlardan biri Gölge Oyunu. Karagöz ve Hacivat'ın tatlı atışmaları, perdede görünen ve kaybolan karakteristik özelliklere sahip her milletten tipleri ile bu sanat iki boyutlu bir seyirlik içinde hayal dünyamızı alabildiğine özgür bırakıyor. Ancak ne yazık ki Gölge Oyunu mevsimlik ürün gibi senede bir görünüp kayboluyor. Oysa üzerine inşa edildiği manevi anlam dünyası, asırlar geçse de her nesilde etkisini sürdüren iletişim diliyle bugün belki de en çok sahip çıkmamız gereken gösteri türlerinden biri. Gölge Oyunu'nun dünü ve bugününü genç temsilcilerinden Usame Varol ile konuştuk.
Karagöz niye hâlâ sadece Ramazan'a ait bir seyirlik gibi düşünülüyor?
Kültürümüzde orta oyununun da, sinemanın da başlangıcı olarak Karagöz'ü görüyoruz. Gölge Oyunu hiciv ve taşlama özelliği, muhalif yapısı ile ortaya çıkmış. İlk dönemlerde bu çocuk oyunudur, yetişkin oyunudur ya da Ramazan seyirliğidir diye ayrılmamış. Kim izliyorsa onun oyunu olmuş. Bugün dijital medya bizim için neyse o gün de Gölge Oyunu o işlevi görüyor. Kahvelerden tekkelere, paşaların konaklarından yer altı dünyasına her yerde Karagöz oynanmış. Padişahın huzurunda da Karagöz oynatılıyor. Böylelikle padişah halkın gündemini, sıkıntısını Karagöz'den öğreniyor. Kahvedeki halk da kendi dertlerini, tasalarını perde üzerinde gördüğünde mutlu oluyor. Karagözü Hayâli dediğimiz kişiler oynatmış. Ve kim oynatırsa içeriği de onun hayaline göre şekillenmiş.
Osmanlı'da istibdat döneminde baskılarla beraber iyice çocuk oyunu hâlini almış ve 'Hadi Ramazan'da yapılsın'a dönmüş. Keşke Ramazan'a sıkıştırılmakla kalsaydı. Cumhuriyet sonrası ve daha yakın zamanlarda, 1990'larda perde olayı da yavaş yavaş bitirilmiş ve artık canlı Karagöz Hacivatlar başlamış. Karagöz ucuz güldürü mantığında bir gösteriye dönüşmüş. Sadece Ramazan'da hatırlanan, belki reklam firmalarının reklam stratejisi olarak gördüğü bir şey olmuş.
Gölge Oyunu çok boyutlu, çok katmanlı halbuki. Tasavvufi arka planı da çok güçlü...
Tabi, ayna deriz mesela tasvirleri yansıttığımız o beyaz perdeye. Dünya hayatına bir aynadır ve dünya hayatını sembolize eder. Çünkü bizi de bir oynatan var. Perdenin dört köşeli olması şeriat, tarikat, hakikat, marifete işaret eder.
Karagöz'deki çok kimlikli karakterler de dikkat çekici değil mi?
Evet, milliyetle anılıyor tiplerin pek çoğu. Karagöz Hacivat, Çelebi, Zenne, Tiryaki'nin yanı sıra Arap, Arnavut, Yahudi var. Karagöz'de Yahudi satıcıdır; antikacıdır, tüccardır, pintidir çok para vermek istemez, olayları çok yanlış anlar, kendini çok yanlış aksettirir. Ama böyle temsil edilmiş olmaktan gocunmuyorlar hiçbir zaman. Biz orada temsil ediliyoruz diye bakıyorlar. O renkliliğin bir parçası ve hepsi güzel bir şekilde orada var olmuş, kimse ötekileştirilmemiş. Milletlerin karakteristik özellikleri alınmış ama ırklara atfedilen kötü özelliklere hiç yanaşmamışlar.
İnteraktif bir oyun olması avantaj mı dezavantaj mı?
Oyun oynarken reaksiyon alman gerekiyor ki oyun tatlansın. Aksi halde seni aşağı çekebilecek süreci başlatır. Sen onu rahatça ve keyif alarak oynatabilirsen izleyen de keyif alır. Karagöz oynatırken seyircilerden birini perdeye küstürmek enerjiyi ve alacağın reaksiyonu düşürmek demektir. Çünkü perde arkasından perde önünü görmüyorsunuz. Seyircinin tepkisini sesleriyle ölçüyorsunuz.
Hem oynatan hem izleyen ortak bir hayal üretiyorlar diyebilir miyiz?
Bu, Karagöz'ün oynatanın yani Hayâli'nin o anki seyircinin dünyasını az buçuk çözmesi ile ilgili diye düşünüyorum. Kitle yön veriyor oyuna. Çocuk oyunları da interaktiftir ama doğaçlamaya çok da gerek yoktur. Oradaki köşeler bellidir; çocukların neye çok coşacağını, hangi durumda çok heyecanlanacağını bilirsiniz ve artık gözü kapalı oynamaya başlarsınız. Ama yetişkin oyununda o dünyayı şöyle bir gözlemlemek gerekiyor. Bu tip neye güler? Gündeminde ne vardır? Onu bilirsen seyirciyi perdeye çekersin. O da artık o tiplerin yanında dolaşmaya başlar; iki boyutlu, ağzı yüzü oynamayan tasvirler de o hayal âleminde muazzam bir dünya canlandırır.
Peki Gölge Oyunu'nda belli kural ve kaideler var mı? Bunlar bahsettiğiniz hayal dünyasını sınırlamaz mı?
Hayal perdesi denilmiş adı üstünde. Hayale ket vurulamayacağı için sanata da ket vuramazsın. İşi usulünce yapmak istersen tasvirleri deriden işlersin, perdeni, ışığını kurarsın. Tiplerin özelliklerini belirlersin. Onun haricinde ister uzaylı Karagöz yap, ister kundakta Karagöz yap. Ama ben kundakta Karagöz yapsam ona yine sakal koyarım çünkü karakteristik özelliği odur. Kimse de niye böyle demez çünkü orası hayal perdesi. Şu da var; kişi kendini ne kadar perdeye bırakırsa orada Karagöz ve Hacivat çomağı eline alıp Hayâli'yi oynatmaya başlıyor.
USAME VAROL KİMDİR?
Çocukken, 9 yaşlarımda tiyatroya başladım. Ailemin elimden tutup Hasan Nail Canat'a götürmesi ile tiyatro serüvenim başladı. Çeşitli tiyatro eğitimleri, kamera deneyimleriyle bir hayat geçirdim. Hep bu alanlarda kalmak istedim. 2015 yılında gerçek anlamda Gölge Oyunu ile tanıştım. Karagöz nedir ne değildir öğrendiğim zamanlarda bir yandan ritim, bir yandan resim dersi alıyordum. Birçok farklı disipline merakım, ilgim oldu. Bütün bunlar ne işe yarayacak diye bazen karamsarlığa düşsem de ilgilendiğim her şey ile besleniyormuşum. Karagöz'e karar verdiğimde fark ettim bunu. Çünkü işin içinde musiki, edebiyat, tiyatro, resim, el işçiliği gibi pek çok disiplin var. İBB'nin Gösteri Sanatları Atölyesi'nde ustam Cengiz Samsun ile iş arkadaşıydık. Çocukluğumdan beri Karagöz Hacivat'ı bilirdim pek çoğumuz gibi. Ama hiç perde oyunu izlememiştim açıkçası. Karagöz kültürü bana ulaşmış ama içeriği ulaşmamış. Daha sonra işin tezgâhı ile tasvir, perde kısmını öğrenmeye başladım. O dönem ustamın yanında oyunlara gittim, perde arkasında bulundum. Kimi zaman kenardan izledim, kimi zaman tasviri tuttum, kimi zaman da tef vurdum.
Sizi besleyen bu eğitimler miydi sadece?
Biraz da Doğu seyahatleri yaptım; İran, Hindistan ve savaştan önce Suriye'ye gitmiştim. Bu yolculuklarda vatan ve kültür kavramları ile derinlemesine tanıştım.
O bölgelerde Gölge Oyunu ya da benzer sanatlara rastladınız mı?
Hindistan'a gidiş amacım doğrudan gölge oyunu değildi ama ustam yanıma tasvirler vermişti. Metin And orada Gölge Oyunu ile ilgili bir üniversitesi olduğunu rivayet ediyordu. Onu bulmaya çalıştım. Çokça yol yaptım ama gölge oyunu bilen hiç kimseyle karşılaşmadım. Yol arkadaşımla beraber Blue City dedikleri Jodhpur'da meydanda tam bilmesem de el yordamıyla bir perde gerip gösteri yapmaya başladım. Bütün çarşının beni izlediğini düşünürken 3-5 çocuk dışında kimse yoktu. Çocukların dikkatini çekmek için rap eşliğinde Karagöz oynattım.
Hayâli olmaya yani Karagöz oynatmaya o zaman mı karar verdiniz?
Hindistan'da bir sorgulama gecem var. Hiçbir işe yaramadığımı, çabalarımın bir sonuç vermediğini düşünürken rahmetli Alev Alatlı'nın bir programı denk geldi, onu dinledim. Orada "Bu topraklara, topluma, kendimize dair bir şeyler yapmak lâzım. Hepimizin yapacağı bir şeyler var" minvalinde bir şeyler söylüyordu. Ben neler yapabilirim, animasyona mı başlasam derken gözüm Karagöz tasvirlerine ilişti. Dedim ki 'Animasyonun atası burada sen bu kadar denk gelmişsin, o sana denk gelmiş. Bunu yapmak farz oldu' gibi bir düşünceye kapıldım. Ramazan da yakındı, kendimi Ramazan'a ayarlayıp döndüm ve çıraklığa başladım.
KARAGÖZ'LE İLETİŞİM KURABİLİRSİNİZ
Perde arkasında unutamadığınız bir anınız vardır mutlaka...
Ankara'da ilk yetişkin oyunumu oynuyorum. Son dakika dört çocuk girdi içeri. Mekanın sahibine 'En küçüğü kim?' dedim. 'Zümra' dedi. Oyunda Zümra'ya sataşmaya başladım. O da bir açıldı maşallah, bırakmıyor ki oyunu icra edeyim. Hacivat'la 'Sevgili Zümracığım müsaade buyur da oyunumuzu icra edelim' diyorum ama Karagöz ile de 'Zümra'ya sansür uygulama' diye tokadı yapıştırıyorum. Zümra aslında çok utangaç bir çocukmuş, ağzını bıçak açmazmış. Orada Karagöz ile Zümra'nın şovu vardı. Çünkü hayal dünyasında sadece Karagöz ile o vardı, başka kimse yoktu. Çocuk dijital dünyada izlediği kahraman karşısında edilgen iken burada karşılıklı hemhâl olma durumu var. Bu bakımdan da Karagöz çok ciddi bir imkân.