Fotoğrafçılık maalesef savaşı durduramıyor

UYGAR TAYLAN

uygartaylan@gmail.com

Elli yılı aşkın süredir 5 kıtada çektiği fotoğraflarla dünyada yankı uyandıran Bruno Barbey, yeni sergisi ‘My Morocco’ için İstanbul’daydı. Magnum Ajans’ın ünlü fotoğrafçısıyla eski dostu Ara Güler’i ve tarihe damga vuran fotoğraf geçmişini konuştuk.

Bruno Barbey, elli yılı aşkın süredir 5 kıtada hayatı kadrajlamış bir fotoğrafçı. Fas doğumlu Barbey, 1964 yılında Magnum Fotoğraf Ajansı için deklanşöre basmaya başlamış. Nijerya, Kamboçya, Vietnam, Bangladeş, Kuzey İrlanda, Irak ve Kuveyt’teki savaş ve çatışmaları ele aldığı fotoğrafları tüm dünyada yankı uyandırsa da o hiçbir zaman kendini bir savaş fotoğrafçısı olarak görmemiş. “Fotoğrafçılık maalesef savaşı durduramıyor” diyen Magnum Ajans’ın ünlü fotoğrafçısı Bruno Barbey’le Leica Gallery’de buluşup yeni sergisi My Morocco’yu, eski dostu Ara Güler’i ve tarihe damga vuran fotoğrafçılık geçmişini konuştuk. 

Fas’ta geçen çocukluğunuz fotoğrafçılığınızı nasıl etkiledi?

12 yaşıma kadar Fas’taydım. Tabii ki çocukken bazı şeyler hafızanızda daha çok yer ediyor. Özellikle Fas kültürel açıdan özel bir ülke. Öyle bir yer ki aynı gün içerisinde birbirinden farklı iklim ve coğrafyaları deneyimleyebiliyorsunuz. Akdeniz’e yakın 4 bin metre yükseklikte dağlar bulunuyor. Aynı gün Karlı dağa da çıkabiliyor, Sahra Çölü’ne de gidebiliyorsunuz. Marakeş gibi eski şehirlerde çok ilginç manzaralara şahit oluyorsunuz. Bu yüzden Fas benim için çok özel.

Sokağa çıktığınızda en çok nelerden ilham alıyorsunuz?

Öncelikle insanlarla ilgileniyorum ama en çok onların bulundukları ortamları gözlemlemeyi seviyorum. O yüzden insanları portrelemek yerine bulundukları yerle olan ilişkilerini yakalamaya çalışıyorum. Bunlar çoğu zaman şehrin mimarisi ya da manzarası olabiliyor. 

İSTANBUL'DA RAHAT HİSSEDİYORUM

İstanbul’da birçok kez bulundunuz değil mi?

20 senedir İstanbul’a gelip gidiyorum. Birçok kez İstanbul’da sergim oldu. 10 sene önce yine bir sergi için İstanbul’a geldiğimde şehrin bir sürü fotoğrafını çekme fırsatı buldum. Ardından Yapı Kredi için bir sergi bir kitap projem oldu. Bursa Uluslararası Fotoğraf Festivali için Bursa’da da bulundum. 

İstanbul size ne hissettiriyor?

Öncelikle şunu ifade etmeliyim, İstanbul’da kendimi oldukça rahat hissediyorum. Şu ana kadar fotoğraf çekerken hiçbir problemle karşılaşmadım. Daha önce bulunduğum bazı şehirlerde durum böyle olmadı maalesef. Mesela Çin’de şu an rahatlıkla fotoğraf çekebilirsiniz. Yabancı olduğunuz için insanlar bunu umursamıyor. Fakat Paris’te sokakta fotoğrafını çektiğiniz kişiler sizi dava edebileceklerini söylüyor. Şimdiye kadar İstanbul’da sadece bir defa buna benzer bir olayla karşılaştım. Beşiktaş maçında fotoğrafını çektiğim bir kişi benden para istemişti. (Gülüyor)

ARA'NIN LAKABI 'İSTANBUL'UN GÖZÜ'

İstanbul’a bu kadar hakim olduğunuz gibi  Ara Güler’le de samimi arkadaş olduğunuzu duydum... 

Biliyorsunuz ki Ara Güler de bir Magnum fotoğrafçısıydı. Bir sürü eseri hala Magnum arşivlerinde bulunuyor. 1961’de önce Henri-Cartier Bresson’la, ardından Magnum Fotoğraf Ajansı’ndaki bizlerle tanışmıştı. Ara Güler ve eşi Suna ile ilk karşılaşmamızı hatırlıyorum. Bundan 27 yıl önce, Editions Pacifique tarafından hazırlanan bir kolektif kitap için Endonezya’da buluşmuştuk. Ara, Türkiye’yi fotoğraflamakla kalmamış, dünyayı da gezmişti. Ne zaman Henri Cartier Bresson gibi ünlü bir Magnum fotoğrafçısı gelse Ara’yla buluşuyorduk. Biz ona ‘İstanbul’un Gözü’ lakabını takmıştık. (The eye of İstanbul). Ara Güler, bu şehrin ruhunu 1950’lerden bugüne en iyi yakalamış insanlardan biriydi. Fransa’da bu yüzden çok tanınıyordu. Paris’te, Londra ve New York’ta da tanınıyor...

Birlikte bir anınız var mı?

Bir seferinde Ayasofya’nın içindeki arkeoloji müzesini ziyaret edecektim. Muhteşemdir! Müze maalesef kapalıydı. Ara arabadan fırladı ve oradaki bekçiye “Hemen açın kapıyı” diye bağırmaya başladı. Gerekli gördüğü birkaç telefon konuşması yaptıktan sonra müze bir anda açıldı. Çok şaşırmıştık. Aynı şeyin Paris’te Louvre Müzesi’nde olduğunu düşünsenize. Bu imkansız! (Gülüyor)

Fotoğrafçılık kariyerinizde adınız ilk ne zaman duyuldu?

1968 Mayıs’ında Fransa ve Avrupa’daki öğrenci ayaklanmalarını çekiyordum. Öğrencilerin ayaklanmasının sebebiyse Vietnam’da ki savaştı. Amerika’nın Vietnam’a gönderdiği B52 bombardıman uçakları dünyayı ayağa kaldırmıştı. Paris’te başlayıp bütün dünyayı saran bir ayaklanma hareketiydi...

Gördükleriniz sizi insanlıktan uzaklaştırıyor

Savaş bölgelerinde fotoğraf çektiniz ama kendinizi bir savaş fotoğrafçısı olarak görmüyorsunuz. Neden?

İlk başlarda Magnum Ajans’a projeler çekiyordum. Fakat bazen meydana gelen savaş ya da politik durumları da ele almak istiyordum. Savaş fotoğrafçısı değilim. Bazı insanlar savaş fotoğrafı çekmeyi seviyor. Ben Kuveyt, Afrika ve Kuzey İrlanda gibi 5 ya da 6 savaşı çektim. Ama maalesef bana göre olduğunu söyleyemem. Çünkü gördüğünüz şeyler sizi biraz insanlıktan uzaklaştırıyor.  Çekilen fotoğraflar maalesef savaşı durduramıyor. Mesela dünyadaki hemen hemen herkes Bodrum sahilindeki küçük Suriyeli çocuğun fotoğrafını biliyor. Ama bu güçlü fotoğraf bile kaçak göçmenliğe engel olamıyor.