ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr
Fotoğraf sanatçılarının özgün bir imza oluşturabilmeleri için hem teknik anlamda hem de konuları bağlamında bir üslup belirlemeleri çok önemli. Bu denli çok sayıda fotoğrafçının bulunduğu ve akıllı telefona sahip herkesin neredeyse fotoğraf alanında iddia sahibi olduğu bir alanda fark yaratmak neredeyse bir mecburiyet. Alper Tüydeş bu farkı çoktan yaratmış isimlerden biri.
BU ANLAR İÇİN FOTOĞRAFI BAHANE EDİYORUM
Fotoğraf ve fotoğrafçılık sizin için ne demek, neden bu alanı seçtiniz?
Fotoğraf benim için doğada olmanın ve bu esnada yaşayacağım zorlukların bahanesidir. Zira nadir bir türü fotoğraflamak için fırtınalı havalarda göl ve deniz kıyılarında olurum. Normalde böyle alanlarda yürüyüş için güzel, sakin hatta güneşli havaları seçer insanlar. Ben nadir bir tür görür müyüm, görürsem belgeler miyim hevesiyle bu alanlara alışılmadık zamanlarda gidiyorum. Hâl böyle olunca herkese nasip olmayan manzaralara tanık oluyorum. Fırtına sonrası bir anda durulan denizin rengine, çıkan gökkuşağına veya ötmeye başlayan kuşların senfonisine hayran kalıyorum. Ve bu anları yaşadıkça fotoğrafı bahane etmeyi daha çok seviyorum.
Peki kendi fotoğraf üslubunuzu nasıl tanımlıyorsunuz?
Genel manada kompozisyon fotoğraflar çekmeye özen gösteriyorum. Kuşun vesikalığını çekmekten öte onu çerçeve içerisinde bir yerlere saklamayı, habitatıyla bir detay haline getirmeyi seviyorum. O fotoğraf üzerinden çıkacak bir hikâye varsa o yazının bir özeti olmasına dikkat ediyorum.
YABAN HAYATI BENİM DOĞADAKİ HEDEFİM OLDU
Hayvanların hayatınızdaki yeri nedir? Onları sevdiğiniz için mi objektifinizi onlara yönlendirdiniz?
Küçüklüğümden beri bir tutku hayvanlar. Çatımızda güvercin, bahçemizde köpek hiç eksik olmadı. En sevdiğim çizgi film Uçan Kaz'dı. Dönem ödevlerimde bile hayvanları konu edinmeye çalışırdım. Çocukluktan gelen bir tutku bu bende. Çok seviyorum hepsini. Merakım hep vardı ama ilk fotoğraf makinesi ile onların yaban hayatına girince farklı bir boyuta evirildim. Sadece belgesellerde görmeye alıştığımız bir manzaraya yakın çevremizde de tanık olabileceğimizi anladım. Ve yaban hayatı doğadaki hedefim oldu. Kuşlar çıkış noktam olsa da bazen tilki bazen de geyik peşinde koşuyoruz. Kuş peşindeyken memelilere denk gelince kuşu bırakıp bugünün nasibi kuşlar değilmiş diyerek diğerlerine yöneliyoruz. Ama kuşların yeri ayrı. Habitatlara göre farklılık gösteriyorlar, her yerdeler. Mevsimden mevsime farklılaşıyorlar. Ötüyorlar, uçuyorlar, renk renkler... Kimi zıplıyor, kimi koşuyor, kimi de tırmanıyor. Onları çok seviyorum, görünce heyecanlanıyorum. Varlıklarından büyük keyif alıyorum.
KİTAPLARIMDA MASAL DEĞİL, GERÇEĞİ YAZIYORUM
Tüm ülke hem Adem Amca'yı hem de Yaren leyleği tanıyor. Bu hikâyeyi kitaplaştırma fikri nasıl doğdu, Adem Amca bu fikre nasıl baktı?
Bu benim 5. kitap projem. Bunlardan ikisi foto kitap şeklinde. Diğer ikisi ise Gerçek Doğa Hikayeleri formatında. Doğadaki olayları sadeleştirerek çocuklara veya onlar bahanesiyle girdiğim evlerde anne babalara aktarmayı amaçlıyorum. Hepsi doğadaki bir olayın sadeleştirilmiş ve küçük dokunuşlarla hikâyeye dökülmüş hali. Buna özen gösteriyorum; masal değil, gerçeği yazıyorum. İlk kitabım Kurumuş Ağaçlar çok sevilmişti. Ardından Mevsim Kuşları geldi. Tam düşündüğüm gibi bu kitapları çocuklarına okuyan ailelerden büyük bir ilgi ve olumlu dönüşler oldu. Bu da beni yeni hikâyelere sevk etti. Sıra nihayetinde Adem Amca ve Yaren'e geldi. Bundan sonra yine insanlara iyi gelecek, mutlu sonlu doğa hikâyeleri yazmaya devam edeceğim. Doğadaki döngüyü insanlara ve özellikle çocuklara keyifli bir üslupla anlatmanın peşindeyim. Doğaya yaptığım en büyük yatırım sanırım bu. Kitabı yazarken Adem Amca'nın açısından düşünmeye çalıştım hep. Ben bu hikâyenin 3. kişisiydim. Kitabı okuttuktan sonra Adem Amca "Ben yazsam bu kadar olurdu" demişti. Ben bir doğa gözlemcisiyim. Bu özelliğimi insanlarda da iyi kullanıyorum. Adem Amca'yı iyi gözlemlemişim ve duyguları da diğer insanlara doğru aktarmış olmalıyım ki kitabı okuduktan sonra duygulanıp ağladığını belirten de çok oldu.
YAPTIĞIM İŞLE ANILMAYI VE İNSANLARI ETKİLEMEYİ SEVİYORUM
Tüm Türkiye sayenizde Adem Amca ile Yaren'i bu kadar yakından tanıdı. Böylesi önemli bir hikâyeyi büyük kitlelere duyuran kişi olmak size ne hissettiriyor?
Ben yaptığım işle anılmayı ve insanları etkilemeyi seven birisiyim. Sanatçılar böyle değil midir? İnsanları duygulandırmayı, sevindirmeyi veya hüzünlendirmeyi amaçlarlar. Doğa fotoğrafçısı olduğum kadar görsel sanatla da uğraşıyorum. Çektiğim fotoğrafın çok beğenilmesi bu işin göstergesi ve bundan büyük haz duyuyorum. Aslında kamuoyunda yer edindiğim konulardan biri bu. Karacabey Longozu ve meteor yağmurlarıyla da anılan bir isim oldum. Zira 10 yıl önce kimsenin bilmediği bir ormandı Karacabey Longozu. Bugün milyonlar biliyor. Bu bilinirliğin artması için çok uğraştım. Bazen insanlar "Tanıtma, tanıttıkça kıymeti bilinmiyor" diyor. Buna katılmıyorum. İnsanlar bildikçe oraya yapılacak kötü bir hamleye tepki verecek kişi sayısı çoğalır. Kamuoyu oluşturmak daha kolaylaşır. O yüzden bu önemli. Öte yandan bu yıl meteor yağmuru gözlem etkinliğinde 15 bin kişiyle buluşup yıldızları izledik. İnsanların güvenini böyle kazanmış olmak, çağrıma uyan insanlara tanık olmak, bunun hissiyatı çok güzel. Bir o kadar da ağır sorumluluğu var. Hata yapmak daha riskli, güvenlerini boşa çıkarmamaya çalışmanın getirdiği stres de var. Ama yaşadığım mutluluk duygusunun da tarifi yok. Bir yerlerde Adem Amca ve Yaren konuşulunca elbette büyük mutluluk duyuyorum. Ama Karacabey Longozu'nun da adı geçtiğinde, farklı şehirlerde veya gruplarda meteor yağmuru izleme etkinliklerini görünce de aynı gururu yaşıyorum.
ADEM AMCA İLE BABA OĞULDAN FARKSIZIZ
Adem Amca ile diyaloğunuz devam ediyor mu? O bölgedeki sakinlerin size bakışı nedir? Yaren mart ayında inşallah yine gelecek. Muhtemelen siz de gideceksiniz...
Adem Amca ile baba – oğuldan farksızız aslında. Adem Amca'nın üç öz evladı var. Yaren ve ben ile birlikte beş oluyoruz toplamda. Hikâyenin geçtiği köyde elbette tanıyorum insanları. Ama sosyal medya ve diğer mecralara yansımaları bu kırsalda yaşayan ve belli bir yaş üstü insanların anlaması veya ayak uydurması zor olabiliyor bazen. Size bir itirafta bulunayım, yaşadığı köyde Adem Amca'ya da bana da "Leylek peşinde koşuyorlar amma abarttınız" diyenler olurdu. Zamanla köyde adeta Yaren turizmi başladı. Yaren'in geldiğini duyanlar hafta sonları köye akın etmeye başladı. Bizimle dalga geçen veya küçümseyenler bir anda kendilerini ürün satarken veya kayıt turu yaparak bu yoğunluktan nasiplenmeye çalışırken buldu. Ki bu köy yıllardır leylek şenlikleri ile turizm ataklarının hayata geçirilmeye çalışıldığı bir yerdi. 15 yılı aşkın süredir yılda bir kez festival yapılan bir köy iken Yaren hikâyesiyle son beş yıldır herkesi memnun eden bir turizm atağının yaşandığı köye döndü. Bunu okuyanlar şimdi diyeceklerdir, "İnsanlar çoğalınca leylekler etkilenmez mi?". Hayır bu yoğunluğun yararı daha fazla. En basit örneği, balıkçılar balık tutmak yerine insanları gölde gezdiriyor. İnsanlar doğaya hayran kalıyor hem de gölün balıkları daha az tutulmuş oluyor. Hem yerel kalkınmaya hem doğaya hem de bireysel farkındalığa çok katkısı olan bir süreç bu.
Fotoğrafçı olmak isteyen genç ve yeni kişilere ne söylemek istersiniz?
Bol pratik ve gözlem çok önemli. Gençlerin hevesleri var ama soyut düşünüyorlar. Bir kere gerçekçi olmalılar. Benim 12 yılı aşkın bir doğa fotoğrafçılığı geçmişim var. Hâlâ tek gelirim bu sektörden değil. Türkiye'de bu biraz zor maalesef. Bir işleri, eğitimleri olsun. Ama fotoğraf tutkuları da onlarla beraber olsun hep. Sürekli pratik, gözlem fotoğrafçılıkta hayat kurtarır. Ama işi gücü okulu bırakıp ben fotoğrafçı olacağım, belgesel çekeceğim diyen kaybeder.
Gelecek hedefleriniz nedir, nerede olmak, ne yapmak istiyorsunuz?
TV'de doğaya yönelik bir program yapmayı çok istiyorum. Kuş fotoğraflarından sanatsal bir foto kitap çalışması hedeflerim arasında. Sinema filmi hatta senaryosunda yer alma gibi düşüncelerim de var hep bir kenarda. Yaban hayatı fotoğrafçısıyım ve bu kimliğimi çok seviyorum. Yazdığım hikâyelerle daha çok çocuğa ulaşmak, yeni kitabı merakla beklenen bir yazar olmak da gelmek istediğim noktalardan biri.
DÜNYA HEPİMİZİN ORTAK EVİ
Hayvan hakları, hayvanları neden korumamız ve sevmemiz gerektiği konusu üzerinden bir şeyler söylemek ister misiniz?
Dünya hepimizin ortak evi ya da bahçesi diyelim. Biz kendimizi ev sahibi, doğadakileri de misafir gibi gördükçe kötüye gitmeye devam edeceğiz. Eğer kendimizi doğada misafir gibi görürsek ve misafir adabıyla bulunursak herkes mutlu olabilir. Hayvanlar ne insani ne de inançlar açısından zulmü hak etmiyor. Bunu konuşmaya bile gerek yok. Fobin olabilir, sevmeyebilirsin tamam ama saygı duymak ve onunla öyle ya da böyle bu dünyayı paylaşmak zorunda olduğumuzu bilmemiz lazım.