GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Gazze'de devam eden korkunç soykırım zaman zaman insanları umutsuzluğa sürüklese de zulme karşı duran herkes vicdanın çığlığını yükseltmek için yollar arıyor. Hem akademik anlamda hem de sahada tiyatro alanında önemli çalışmalara imza atan Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı başkanı Prof. Dr. Bünyamin Aydemir de 7 Ekim sonrası Filistin'i konu alan Caniler ve Ötekiler ile Filistin Battaniyesi adlı iki oyun yazdı. Çizgi Kitabevi tarafından kitaplaştırılan iki oyunun yakın zamanda sahnelenmesi de planlanıyor. Uluslararası Sanat Platformu (USAP) Derneği'nin başkanlığını görevini de sürdüren Prof. Aydemir ile tiyatroda Filistin temasını ve yazdığı oyunları konuştuk.
Filistin'i konu alan iki oyun yazdınız ve kitaplaştırdınız. Neden Filistin ile ilgili oyun yazma ihtiyacı duydunuz?
Bütün bir dünya olarak yaklaşık beş aydır insanlık tarihinde görülmemiş türden soykırıma, barbarlığa, vahşiliklere, katliamlar silsilesine şahitlik ediyoruz. Dilin, kalemin veya başka herhangi bir şeyin anlatamayacağı türden acılar yaşanıyor; kan ve gözyaşı deryasına dönmüş bir coğrafyada feryatlar, figanlar, ağıtlar, haykırışlar, dualar, beddualar birbirine karışmış durumda. 30 bini aşkın insan ve bunlardan 14 bini bebek ve çocuk vahşice katledildi. Böyle olunca neden yazmayayım ki? Böyle bir durumda nasıl yazılmasın ki?
İnsan derdini anlatır, acısını, yarasını dillendirir. Sanırım, beni yazmaya iten temel itki bu. Sorumluluk duygusu. Bir başka deyişle insan olmamın gereği.
İkinci sebep, bu kitabın, bu oyunların olup biteni durdurmaya doğrudan bir katkısı olmayacağını bilsem de vicdanen insan kalabildiğimi kendime göstermek adına yazmış olabilirim. Süregelen bu delirtici katliamın insanlığımı aşındırmasına izin vermemek, insan kalabilmek, ayık ve merhametli olabilmek için, dünya insanlığımı tüketmesin diye bütün çabam. Sesiz kaldıkça onlar gibi olur, onlara dönüşürüz, bu doğanın kanunu!
HERKES KENDİ ALANINDA AKSİYON ALMALI
Bu noktada şu eleştiriyi de yapmak lazım. Maalesef genel anlamda Müslüman kitleler korkunç bir hissizlik girdabında. Apati denilen psikolojik açmazın içinde debelenip duruyoruz. Sadece ülkemizde değil tüm dünya Müslümanları böyle. Konfor alanı dışına çıkıp da bu meseleyle ilgili bir varlık gösterisinde bulunmayan hissiz, sorumsuz insanlara dönüştük. Sadece dua ile yetinip, bir de boykot yaptık mı, tamamdır! Bununla yetinilir mi? Herkesin kendi alanında, kendi yetenekleri ölçüsünde bir şeyler yapması, bir şeyler üretmesi, bir şeyler ortaya koyması gerek. Sadece sözlü dua ile olsaydı, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) oturduğu yerden kalkmazdı. Oysa Efendimiz (s.a.v.) tarihin en aksiyoner kişisi; tarihin en etkin şahsiyetidir.
Üçüncü sebebe gelirsek, masum ve mazlum Filistin halkının, yani aziz Gazzeliler'in destansı direnişlerindeki onurlarından, haysiyetlerinden nasiplenmek için kalem oynattım diyebilirim. Malum, onların her biri haysiyetin, şerefin, onurun, insan olmanın ve insan kalmanın destansı mücadelesini veren, sadece bugün değil yarın da tüm bir insanlığa rol model olabilecek saygın kişilikler. Dördüncü sebep, Filistinliler'in sesi olmak, onların hikâyelerini hem gündemde tutmak hem de bu hikâyeleri edebiyatın, sanatın, tiyatronun tarihinde kalıcı hale getirmek. Orta ve uzun vadede böyle bir katkıya imza atacak olmak onur verici.
Beşinci ve en önemli sebebe gelirsek, genelde sanatın özelde ise tiyatronun çok önemli ve değerli bir etkileme gücü var. En güçlü manipüle araçlarının başında geliyor. İnsanları, kitleleri yönlendirmede, biçimlendirmede, değiştirmede, dönüştürmede, kanaat oluşturmada, kontrol etmede, bir şeylere kanalize etmede sanat ve tiyatro her daim kullanılmış, tarih boyunca erklerin amaçları doğrultusunda etkin bir bir silah olarak araçsallaştırılmıştır. Bu noktada Siyonizmin ve kapitalist hegemonyanın sanatı en etkin şekilde kullanan güç odakları olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Edebiyattan sinemaya, tiyatrodan plastik sanatlara, sanatın her alanında piyasaya sürdükleri filmlerle, romanlarla, şiirlerle, tiyatro oyunlarıyla kendisini hep haklı, masum ve mağdur göstererek kitleleri manipüle etti. Oysa hakikat başka.
Artık kendi hikâyelerimizi, kendi sözümüzü sanatsal yollarla kitlelere duyurmak zorundayız. Bunlar insanlık tarihinin en vahşi, en barbar, en faşist yaratıkları. Hakikat bu. Nacizane yazdığım bu iki oyun işte bu hakikate ışık tutmak, bu hakikate ayna olmak için kaleme alındı.
Dünya tiyatrosunda ve Türk tiyatrosunda tema olarak çok işlenen bir konu değil Filistin. Akademisyen olarak bu oyunları yazım sürecinde kim, ne yazmış diye bakma imkânınız oldu mu?
Çok sağlam bir literatür taraması yapmış değilim. Fakat özellikle Türkçe ve İngilizce oyun literatürüne hâkim olduğumu söyleyebilirim. Maalesef elle tutulur bir şeyler yok. Çok nitelikli filmler, hikâyeler, romanlar ve şiirler var ama tiyatro oyunu yok maalesef.
Caniler ve Ötekiler ile Filistin Battaniyesi teatral anlamda nasıl oyunlar? Seyirci nasıl bir düzlemde izleyecek olup bitenleri? Nasıl bir izlek içinde ilerliyor olaylar?
Kısaca özetlersem, siyonizmin, evanjelizmin ve kapitalist güç odaklarının Ortadoğu'daki barbarlıklarını, soykırımını, vahşetini anlatıyor. Ve aynı zamanda Filistin halkının derin trajedisine de ayna tutuyor. Biri büyük oyun diğer kısa oyun. Caniler ve Ötekiler adlı büyük oyun iki perdeden oluşuyor. İlk perdede bir sığınakta yaşam mücadelesi veren insanların savaş ortamındaki trajik durumları ve hikâyeleri tiyatral bir dille yansıtılıyor. Burası aynı zamanda direniş hareketinin yürütüldüğü merkezlerden biri. Bu açıdan direnişe dair mücadele çabalarına da tanıklık ediyoruz. İkinci perde ise ilk perdedeki olayların artık tam bir kriz haline dönüştüğü, tansiyonun ve aksiyonun olabildiğince arttığı, trajik ve dramatik etkinin en yükseğe çıktığı bir bölümden ibaret. Etkili insan hikâyelerinin yanı sıra belgesel tadı taşıyan bir yanı da var. Filistin Battaniyesi ise daha metaforik. Filistinli yaşlı bir çift dondurucu soğuğa dayanabilmek için bir barakada, bir battaniyenin altında ısınarak yaşamaya çalışmaktadırlar. Barakaya bir Yahudi gelir, donmak üzeredir. Battaniyeyi onunla da paylaşırlar. Gece, üçü birlikte battaniyenin altında oturarak uyurlarken Yahudi zaman ilerledikçe, usul usul, çaktırmadan battaniyen tamamını kendi üzerine alır. Sabah uyandığımızda diğer uçtaki yaşlı kadın üzeri açıldığı için donmuştur. Oyun Yahudinin kadının ölmüş haline tüm duygusuzluğuyla bakışları altında biter. Filistinlilerin topraklarının ellerinden alınış hikâyesini ve serüvenini battaniye metaforu üzerinden anlatmaya çalıştım.
Caniler ve Ötekiler alt metni, metaforları çok güçlü bir oyun. Seçilen isimler, oyunun kurgusu, kahramanların fiziksel özellikleri bile hep bir anlam içeriyor. Neden bu kadar referans ve gönderme ile beslediniz oyunu, muradınız neydi?
Her iki oyun da olabildiğince metaforlar, semboller ve alıntılarla örülü. Bununla özellikle okuyucu kitlesini hem metinler arası ilişkiler bağlamında bir seyahate çıkarmak hem tarihe ve tarihi gerçekliklere yönlendirmek istedim. Bazı alıntıları kullanma amacım da aslında ironi yapmaktı. Mesela Yahudi yazar George Tabori'nin Kavgam adlı oyununda Hitler'e söylettiği bazı replikleri kendi oyunumda kullanarak Yahudi-faşist bir komutana söylettim. Eleştirdikleri, şeytanlaştırdıkları, canavarlaştırdıkları şeye dönüştüklerini mimleyen bir ironi.
Kitaplaştırdığınız bu oyunların sahnelenmesi planlanıyor mu?
Tabi ki. Birkaç özel tiyatro ve şehir tiyatrosu sözlü olarak oyunları sahnelemek istediklerini belirttiler. Sağ olsunlar. Fakat aslolan daha profesyonel ekiplerin daha profesyonel imkânlarla bu türden hikâyeleri, oyunları sahnelemeleri. Bu noktada sizler aracılığıyla, özellikle Devlet Tiyatrosu yetkililerine çağrıda bulunuyor, bu türden oyunlara daha da önem vermelerini diliyor ve bekliyorum. Duyarlılıklarımızı artık bu hikâyelere odaklamamız gerek.
SLOGAN ATAN OYUNLAR ETKİLİ OLMAZ
Ülkemizde öteden beri sloganik oyunlarla ele alınıyor Filistin teması. Hatta 28 Şubat sürecinde tankların yürümesine yol açan bir oyun bile olmuştu. O oyunları izleme şansınız oldu mu?
Bazılarını, evet. Özellikle Türkiye'deki muhafazakar kesimin estetikle alakalı; estetiğin üretimi, yansıtılışı, estetiğin alımlanması alanlarında ciddi çapakları var. Sanat demek, 'estetize edilmiş bir anlatım oluğu' demek. Estetiği olmayan bir üretimin sanat olması mümkün değildir. Buradan baktığımızda, slogan atan, bağıran, bir şeyi doğrudan söyleyen, kör göze parmak misali, anlatılan şeyleri didaktik ve kitabi bir teknikle aktaran üretimlere sanat eseri diyemiyoruz. Maalesef Türkiye'de belli bir kesim söylemek istediği şeyleri bu tarzla söylüyor. Oysa sanat ne söylediğinden ziyade nasıl söylediğindir. Bağıra bağıra bir şeyler anlatırsan bu etkili olmaz. Dünyanın en doğru şeyini söyleyebilirsin, fakat güzel ve etkili söylemezsen hiçbir karşılığı olmayacaktır. Sanat bizi bağırmadan, usul usul besler, biçimlendirir, değiştirir, dönüştürür. Maalesef bahsettiğiniz oyunların çoğunda bu türden sorunlar mevcut.