Fatih Al: Oyunculuk bende giderek büyüyen bir tebessüm

Rol aldığı son film, bu yıl İstanbul Film Festivali'nde yarışan başarılı oyuncu Fatih Al oynamayı çok sevdiğini, oynarken dünyanın öyle ve o kadar olduğunu sandığını söylüyor: “Dünyayı konsantre halde sıkıştırıp, burası ve bu kadar zannediyoruz oynarken. Seyircileri ve kamerayı asla unutmadan ama onları da o dünyaya dahil ederek… Ben bunun içinde devinme hissini seviyorum.”

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

İstanbul Film Festivali, Ulusal Yarışma bölümünde yer alan ve gösterimi dün yapılan filmlerden biri de Hacı Orman’ın yazıp yönettiği Körleşme adlı film. Filmin başrol oyuncusu ise Sinan karakteriyle, Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Sofra Sırları, Kanatsız Kuşlar, Daire, Hazan Mevsimi ve Muhteşem Yüzyıl gibi birçok film ve diziden tanıdığımız başarılı oyuncu Fatih Al. Kendisi Körleşme’de kör bir şairi canlandırıyor. Üç yaşındayken görme duyusunu kaybeden Sinan, bir ameliyat ile 40 yıl aradan sonra yeniden görmeye başlar ama bir müddet sonra tuhaf uyum karmaşaları baş gösterir. Sinan’ın eşi Nilgün, yaşanan kaosun körlükten kalma alışkanlıklarla ilgili olduğuna inanır ve görme dünyasına uyum sağlaması için Sinan’ın üzerindeki baskısını arttırır. Bu gerilim, birbirlerinin kişiliklerini sorguladıkları trajik bir hesaplaşmaya doğru ilerler. Tam da bu süreçte doktor, ikinci bir ameliyat olmadığı takdirde Sinan’ın eskisi gibi kör olacağını açıklar. Biz de Fatih Al ile Körleşme’yi hem de oyunculuk hayatını konuştuk. İşte sohbetimizden öne çıkan başlıklar…

17 YAŞINDA OYUNCULUKTAN PARA KAZANMAYA BAŞLADIM

Üniversitede oyunculuk eğitimi alan Fatih Al bu tercihe giden yolu şöyle anlatıyor: “Bazı süreçler vardır ya siz mi onu tercih ettiniz, o mu sizi tercih etti… Bu çok belli değil. Vaktiyle kısa bir dönem de olsa benim babam da Yeşilçam’da figürasyon yapmış. Ayrıca çocukluktan beri kız kardeşimle birlikte seyrettiğimiz filmleri ezberleyerek ve karşılıklı oynayarak büyüdüm. Yapacağım buydu herhalde, ben de bunu yapayım dedim. Eğitimim sırasında ise okulda oyunculuk pratiğini bir şekilde sürdürdüm. Ama bu süreçte okul dışında da özel tiyatrolarda çalışıyordum. Okula 19 yaşında girdim, tiyatrodan para kazanarak oynamaya 17 yaşında başladım. Her zaman bir şekilde oynamaya devam ettim. 28 yıldır da bu böyle…”

‘BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ’ BENİ SEKTÖRE KABUL ETTİRDİ

Fatih Al’ın oyunculuğuyla dikkat çektiği ilk film ise genç yaşında geçirdiği trafik kazasıyla hayatını kaybeden Seyfi Teoman’ın yönettiği Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı film. Al bu filmin kendisindeki karşılığından şöyle bahsediyor: “Sinemada, ‘Peki, bu kişi de oynayabilir. Evet bu bir sinema oyuncusu olabilir’ diye sektör tarafından kabul görmemi sağlayan filmdir. Benim için ilginç ve güzel bir deneyimdi. Neler hatırlıyorum… Titizlik hatırlıyorum. Rahmetli Seyfi çok titiz bir insandı. Mesela sahnelerimizi çekip, ‘evet bu benim için tamamdır’ demesine rağmen evin balkonuna çıkıp sahneyi hâlâ kendi kendimize oynadığımızı hatırlıyorum. Çekildi, bitti sahne ama öyle bir titizliğin yarattığı doyumsuzluk da vardı onda: Mutlaka daha iyisi vardır, mutlaka başka türlüsü vardır… Her daim yokluyordu Seyfi. Keşke yaşasaydı denir ya, işte o insanlardan biri Seyfi Teoman’dır…”

OYNARKEN DÜNYAYI ORASI VE O KADAR ZANNEDİYORUM

Sohbetimiz sırasında oyunculuğun hayatındaki yerini de konuşuyoruz Fatih Al ile: “Özetle oynamayı seviyorum. Bu anlamda şanslı bir insanım. Sevdiğim işi yapıyorum. Hem sevdiğim işi yapıyorum hem de para kazanıyorum. Sorduğunuz sorunun bendeki cevabı bir tebessüm. Giderek büyüyen bir tebessüm.” Peki ‘oynamayı seviyorum’ ne demek? Başarılı oyuncu şöyle açıklıyor: “Galiba bu sorunun cevabına yaklaştığım anlardan biriydi şu an aklıma gelen hatıra. Bunu hiçbir zaman unutmuyorum. Sahnedeyim, o sırada oyun devam ediyor ve bir anda şöyle bir cümle geçti aklımdan: Şu anda dünyayı burası ve bu kadar zannediyorsun değil mi? Evet orası ve o kadar… Dünyayı buraya konsantre halde sıkıştırıp, burası ve bu kadar zannediyoruz. Seyircileri ve kamerayı asla unutmadan ama onları da o dünyaya dahil ederek, onun içinde devinmek hissini seviyorum. Yani gündelik hayatımda rastlantısal olarak karşılaşma ihtimalim çok düşük koşullarla, o koşulların oluşturulmuş hali içinde karşılaşmak… Ve bir oyuncu her akşam temsilinin sonunda ölüyor, biz hayatımız boyunca bir kere ölüyoruz düşünün... Sanırım Camus söylüyordu bunu. Her akşam ölüm deneyimini tekrar yaşamak, elbette birebir yaşamak olmasa da o deneyimi tekrar tekrar başka koşullarda yaşamayı seviyorum…”

İFADEYE SIĞINABİLMEYİ SEVİYORUM

Başarılı oyuncu tiyatroda açık biçim sevdiğini yani seyircinin varlığını seyirciye bildiren bir tarzdan hoşlandığını, sinema ve dizide ise kamera karşısında küçülebilmeyi sevdiğini söylüyor: “Tiyatrodaki hareket karşılığının küçülebilmesini, daha çok ifadeye sığınabilmeyi ve buna olanak sağlayan rolleri seviyorum. Her zaman söylerim, bu açıdan Daire filmi ve Atıl İnanç ile olan deneyim benim için çok önemlidir.”

ŞARKI SÖYLEMEKTEN, GİTAR ÇALMAKTAN KEYİF ALIYORUM

Al’ın hayatında müzik de önemli bir yer tutuyor. Söz yazıyor, beste yapıyor, çalıyor, söylüyor ve Youtube kanalında yayınlıyor. Sesini çok sevdiğinden ya da çok yetenekli olduğunu düşündüğünden değil: “Tek karşılığı keyif. Şarkı söylemekten keyif alıyorum. Canım şunu söylemek istiyor, söyleyebileceğimden değil illa. Enstrümanı kucaklayıp onunla beraber olmak… Keyif bu. Benim ilkokul 1 ve 2’yi Almanya’da okuduğum bir dönem var. O dönemde babam bana nota dersi aldırdı. Ve bana yaptığı en büyük iyiliklerden biriydi bu. O zaman flüt üzerine notayı öğrendim sonra gitar oldu, bağlama oldu, yan flüt oldu… Enstrümanlar da bir refleks. ‘Burada trompet çalınsa ne güzel olur’ dedi biri oyunda, ‘Evet bu oyunda trompet çalabilmek için kim bana trompet öğretecek’ diye trompet öğrenmek istedim. Ve bir oyunda çaldım. Böyle işte…”

KÖRLEŞME: GÖRMEK ÇOK KİŞİSEL BİR ŞEY

Başarılı oyuncu Körleşme’den de şöyle bahsediyor: “Hacı Orman’ın uzun zamandır üzerinde çalıştığı bir senaryo imiş, anlatmak istediği şeyi ve dilini sevdim. Fiziksel olarak benim için farklı bir deneyim olacaktı. Bu film içinde kendime yer bulacağımı hissettim ve kabul ettim. Denemek ve oynamak istedim. Daha önce duyusu olmayan birini hiç oynamamıştım. Bu süreçte tanıştığım kör bir hanımefendi bana şöyle demişti: ‘Ben hiç mavi görmedim ama ben sana bir mavi anlatırım, sen de onu göremezsin.’ Muhtemelen filmi buna benzer bir şey üzerinden özetleyebilirim. Görmek zor ve çok kişisel bir şey. Görmenin o kadar çok farklı biçimleri var ki… Öte yandan Hem sette hem de setten önce kör birini oynama konusunda alıştırmalar yaptım. Bazı sahneleri defalarca oynadık. İnandırıcı olması için elimizden geleni yaptık. Hacı Orman bana rehber etmesi ve gözlemleyebilmem için sete kör insanlar getirdi. Onlarla bolca vakit geçirdim, sohbet ettim. Onlar anlattılar hayatlarını ben dinledim. Mesela bir hanımefendi her gün nasıl uyumlu giyinebildiğini anlattı. Çünkü renklerine göre kumaşlarını seçiyormuş. O kumaş o renk anlamında… Bu beni çok etkilemişti…”