ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr
Türk sinemasının, Türk tiyatrosunun ve dizilerin en "baba" karakteri, içinde bulunduğu tüm projelerin yıldızı, usta oyuncu Erdal Özyağcılar TRT 1 ekranlarında Balkan Ninnisi'nin ardından şimdilerde Benim Güzel Ailem dizisi ile seyirci karşısına çıkıyor. Yer aldığı her iş onunla ve oyunculuğuyla birlikte dikkat çekiyor, yükseliyor ve zirveye oturuyor. Öyle ki kendisi de "Oyunculuk benim için göklerde uçmak gibi" diyor. Usta oyuncuyla hem geçmişini hem de oyunculuğu konuştuk. Buyurun Özyağcılar'ın içten yanıtlarına...
TÜRKİYE'DEN UMUT KESMEDİM
Erdal Bey öncelikle nasılsınız, şu ara kafanızı neler meşgul ediyor?
Yıllardır bu işi yapıyorum. Sadece oyuncu olarak kamera karşısında değil de o işin bütünüyle ilgilenen biri olmayı alışkanlık haline getirdim, ta Bizimkiler'den bu yana. Senaryo çalışıyorum, sağ olsun senarist arkadaşlarla diyaloglarımız iyi, notluyorum, sahneleri nasıl oynayacağımı düşünüyorum. Geçen gün hesapladım, tam bir yıldır bir gün bile ara vermeden çalışmışım, hiç durmadan. Açıkçası kafam yandı diyebilirim, tabii ki bunlar beni geceleri düşündürüyor, diğer dünyevi ve toplumsal konularla gibi. Yaşamım boyunca bugüne kadar üç tane ihtilal geçirdim ve hiçbir zaman Türkiye adına umudumu kaybetmedim.
OYUNCULUK BENİM İÇİN GÖKLERDE UÇMAK GİBİ
Oyunculuk ve oynamak hali sizin için ne demek?
Oyunculuk benim aşkım. Paraşütle atlamak, göklerde uçmak gibi bir şey. Bir karakteri seyirciye kabul ettirmek, o rolün renklerini kafamda bulmak, senaryonun içine yerleştirmek, yönetmen tarafından onun doğru bir şekilde aktarıldığını görmek bunların hepsi benim için adrenalin kaynağı. Kutsal meslekler vardır, oyunculuk da öyle geliyor bana. İnsanları mutlu etmek, insanlara bir hikâyenin içinde bir rolü anlatmak ve sevdirmek, sanki o insan varmış gibi o heyecanla o duyguyu paylaşmak benim için çok büyük mutluluk. Oyunculuk anında kafamda flaşlar patlıyor.
Peki hangi biçimsel formatta kendinizi daha mutlu hissediyorsunuz?
Hiçbir biçimsel format beni bozmaz. Her türlü formatı oynarım. Belki bir müzikal film olsa orada oynamayabilirim çünkü detoneyim. Dans konusunda kendime güveniyorum ama şarkı konusunda değil. Onun dışında benim için format fark etmez. Hepsi ayrı bir renk, skalam geniştir.
ÇALIŞMADAN DURAMIYORUM
Peki bu özgüven ya da kendini bilme hali yılların birikimiyle mi ilgili?
Açıkçası "Ben bu işi biliyorum" diye bir şey olmaz. Bir insan bir meslek edinmek istiyorsa, önce o mesleğin Türkiye'deki eğitim durumuna bakmalı. Ben ne yapacağım, oyuncu olmayı çok istiyorum, ne var, konservatuar var veya bir usta var, onun yanına gireyim, onun yanında çömezlik yapayım, küçük roller oynayayım, bu da olur. Ama her şeyin başında bir eğitim süreci var. Ben de bu eğitim sürecini konservatuardan yana kullandım. Hatta hukuk fakültesinde okuyordum ikinci sınıfa kadar gelmiştim ama içimde oyunculuk olduğu için bıraktım. Ailem de çok saygı duydu bu kararıma. Beni devamlı desteklediler. Daha konservatuardayken Yıldız Hoca'nın oyunlarında oynamaya başladım. Özel tiyatrolar, filmler, sinema derken bu serüven başlamış oldu. Bu böyle devam ederken Bizimkiler patladı, derken bu süreç durmadan devam etti. Ben çalışmadan duramıyorum. Öte yandan bir de benim proje tasarımlarım var, birkaç tanesi hayata geçti. İşim olmadığı zaman küçük küçük hikâyeciklerim var, onları yazıyorum, çiziyorum. Arada boş kaldığım zamanda bunlarla uğraşıyorum, kütüphanemden çıkarıp onların başına oturuyorum.
TÜRKİYE'YE BİR ÇİVİ ÇAKAN BENİM İÇİN MÜBAREKTİR
Oyuncuların belli yükseliş dönemleri olur. Ama siz hep zirvedesiniz. Bunu nasıl mümkün oldu?
Çünkü bu benim için bir yaşam biçimi. Bu meslek senin oturman, kalkman, içmen, yatman, her şeyinle ilintili. Aile ilişkilerinden tut sosyal yapına kadar; duruşun, dünya görüşün, hoşgörün hepsi birer etken. Öte yandan ben tüm siyasi yapılara eşit mesafedeyim daima. Hiçbir zaman mesafemi bozmadım. Türkiye'ye bir çivi çakan benim için mübarektir. Ama çakmayana da "Niye çakmıyorsun?" demem. Bu onun sorunudur. Zaten halkımız görüyor her şeyi. Kısacası oyuncu olmak bir yaşam biçimi. Ailemiz de buna senkron olduğu zaman istikrarlı bir ivme ortaya çıkmış oluyor. Bir de şanslıyımdır ben. Bu da bir etken. Ne olursa olsun bir oyuncunun tüm aksaklıklara rağmen işini devam ettirmesi lâzım. Bu meslekte geri dönüş yok. Daima önüne bakacaksın. Şans da sizinle olursa bir yere gelebiliyorsunuz.
EN ACISINDAN EN TATLISINA KADAR ÇOK MUTLUYUM
Peki, siz geçmişe baktığınızda bu yolculuğunuzdan mutlu musunuz?
Evet, çok mutluyum. En acısından en tatlısına kadar mutluyum. Şehir Tiyatrolarına girdik, yevmiyeli oynadık, zaman zaman paralarımızı alamadık, kadroya giremedik, ihtilaller oldu, 1402'lik olduk, tiyatrodan kovulduk, iki, üç sene hiçbir iş yapamadık; ama tüm bunları mesleğim için yaşadım. Evet, parasız pulsuz kaldık, baba ocağına döndük, iş olunca geldik ama bunları gene olsa gene yaşarım çünkü işimi çok seviyorum. Çünkü benim yaptığım iş doğru bir iş. Ben insana, insanı anlatmaya çalışıyorum. Bu benim en büyük mutluluğum; tiyatrom, insanlar ve bütün canlılar. Bu nedenle hiçbir şeyden pişman değilim, gene bu hayata gelsem gene tıkır tıkır yaşarım.
BİR OYUNCUDA ZEKÂ ÇOK ÖNEMLİ
İyi bir oyuncu olmak için eğitim önemli bir ölçüt, değil mi?
Ben doğuştan olaylara pek inanmıyorum. Doğuştan elbette bazı şeyler gelir ama sadece yeteneği var diye hiç çalışmayan biri oyuncu olamaz. Böyle insan dünyada ya beş tanedir ya da 10. Bence yetenekten çok zekâ olacak bir oyuncuda. Konservatuara alınacak talebeyi, IQ testine sokun. Akıl çok önemli. Bir oyuncu zeki olacak, zekâ önemli bir olay. Çünkü bu insanların eğitimi, algılama biçimi çok farklı oluyor. Zekâ düşük olunca eğitimi değerlendirme süreci uzayabiliyor. Öte yandan oyuncu dinlemeyi bilmeli. Her zaman, her yerde dinlemeyi bilecek; kim konuşursa konuşsun. Diğer yandan kendine hiçbir zaman insaflı davranmayacaksın. Eleştiriye her zaman açık olacaksın, özellikle çok yakınlarından gelen eleştirilere. Örneğin ben her rolümde kendi ailemle konuşurum ve beni acımasızca eleştirirler. Kısaca bir sanatçı herkesi dinlemeli, öğrenmesini ve senaryoyla kol kola girmeyi bilmeli.
SEKTÖRÜN EN BÜYÜK EKSİĞİ SAYGI
Şu an sektörde en çok eleştirdiğiniz şey nedir?
Saygı. Sevgi ayrı bir şey, bir zaman ve kazanılma işi. Ama saygı bir rütbe. Bir insan bir meslekte rütbeli ise sen ona saygı duymak zorundasın. Saygı çok önemli, özellikle bizim meslekte. Ama bizim sektörde bunun eksik olduğunu düşünüyorum. Eskiden de bu eksiklik vardı ama biz onları yaşamadık. Mesleğin ustalarına saygıyı, oturup kalkmayı biz okulda ve tiyatrolarda ustaların yanında öğrendik. Saygı bir incelik... Bu teknolojik çağda, ne yazık ki yeni kuşaklar sadece klavye ve telefon başında olduğu sürece saygı çok zor. Çünkü saygı yaşanarak öğrenilen bir şey. Birilerinin anlatması lazım size...
Oyuncu olmak isteyenler kendilerinde önce hangi sorulara yanıt vermeliler?
Bu işi ya seveceksin ya âşık olacaksın ya kara sevdalısı olacaksın. Bunun dışında ben hiçbir şey söylemiyorum. Olay bu. Zaten bu üç olay olduktan sonra seni her tarafa götürebilir.
DUAYEN DEĞİL USTA OYUNCU DENİR
Bundan sonrası için kaygınız nedir, merak ediyorum?
Bizim mesleğin zirvesi yok. Bunlar çok görece şeyler. Oyunculuk açısından da öyle. Mesela duayen oyuncu diyorlar. Ben bunu sevmiyorum. Oyunculuğun bilimsel boyutta araştırmasını yapıp, kitap yoluyla veya bir tez yoluyla ortaya koyan birine denir duayen. Usta denebilir ama duayen denmez. Ayrıca iyi oynamanın da bir ölçüsü yok.
TRT 1'de yer alan Benim Güzel Ailem dizisi nasıl gidiyor?
Dizide baba rolündeyim. Çok güzel bir setimiz var, tüm oyuncu arkadaşlarımla gerçekten çok güzel bir cast yapılmış. Benim Güzel Ailem bir Kore dizisinden uyarlama. Baykut Badem senaristimiz, çok güzel yapıyor işini. Kendisi diyalogları Türkçe'ye çevirmiyor. Resmen hikâyeyi Türkçeleştiriyor. Bu bakımdan da çok başarılıyız. Reytinglerimiz de iyi, daha da iyi olacak inşallah. Set ortamımız çok iyi, hikâye çok güzel akıyor, daha güzel bölümler de olacak ileride. Gerçekten çok mutluyum.
FOTOĞRAFLAR: ÇAĞRI ÇAPIK