Endişe ve korku yerini tedbire bırakmalı

Asrın felaketi psikolojik olarak hepimizi etkilerken birçok kişide endişe ve korku oluştu. Depreme ekranlardan şahitlik edip ikincil travma yaşayanlar için önerilerde bulunan profesyonel koç Müge Çevik, ''Endişeyi yok sayarsak çok daha büyür. Endişe ile yüzleşip onunla ilgili planlar yaptığımızda kontrolün kendimizde olduğunu göreceğiz. Çaresizliğin ve endişenin panzehiri kontroldür.'' diyor.

MERVE YILMAZ ORUÇ / merve.oruc@aksam.com.tr

Ülke olarak zor günler geçiriyoruz. Sadece deprem bölgesinde olan vatandaşlar değil olaya ekranlardan şahitlik edenler de afetten psikolojik olarak etkilendi. Deprem bölgesinde olan vatandaşların psikolojik açıdan işin uzmanından destek alması gerektiğinin altını çizen Profesyonel Koç Müge Çevik, olaya uzaktan şahitlik edenler için bazı tavsiyelerde bulundu.

Bir koç olarak "sağlıklı insan"la çalıştıklarını dile getiren ve asıl görevlerini "insanların yaşam kalitesini artırmak ya da varmak istediği yolda onlara yardımcı olmak" şeklinde tanımlayan Çevik, "Bugünlerde yaşadığımız travmalar göz önüne alındığında birinci dereceden o bölgede acıyı yaşamış insanlar gerçek uzmandan terapi almalı. Ben bu duruma medyadan şahitlik etmiş ve endişeleri hortlamış, iyi oluşları etkilenmiş kişiler için bir şeyler söyleyebilirim." diyor ve ekliyor: "Olaya şahitlik eden ve bundan etkilenip endişeye kapılan geniş bir kitle var. Normalleşme kavramı üzerine çok tartışıyoruz. Ben de 'normalleşmeyelim' diyordum ama bunu söylemeye cesaretim yoktu. Geçtiğimiz günlerde Psikiyatrist Gülcan Özer, 'Birinci dereceden olayı yaşayanlar hariç normalleşmek için terapi almak isteyenlere kapım kapalı. Normalleşmeyin çünkü artık toplum olarak akıllanmalı ve tedbir alarak bu olaydan çıkmalıyız' minvalinde bir paylaşım yaptı. Dolayısıyla normalleşmek ders almadan günlük hayata dönmek olarak anlaşılmasın. Ben de bir terapist olarak bunun parçası olmak istemiyoruma getirdi konuşmasını. Baktığınızda elbette normalleşeceğiz. Hayat çok güçlü bizi içine çekiyor. Bu noktada bireysel olarak güçlenip bunları atlatmaya odaklanalım.

BAŞKALARINA FAYDA SAĞLAMAK BİZE ŞİFA OLUR

Endişe yerini tedbire bırakmalı. 'Bana bişey olmaz' kafasından çıkmalıyız. Görüyoruzki bu herkesin başına gelebilir. Yaşanılan durumdan dolayı endişeliysek bunu yönetmenin en önemli yolu tedbir geliştirmek. Yapabileceğimiz şeyler var. Deprem çantası hazırlayabiliriz; kaldığımız evlerden çalıştığımız iş yerlerine, çocuklarımızın okullarından girdiğimiz kamu kurumlarına ait yerlerle ilgili soruşturmalar yapabiliriz; bireysel afet senaryoları hazırlayabiliriz, gece olursa böyle hareket edeceğiz, gündüz olursa böyle gibi eşimizle ailemizle konuşmalıyız. Endişeyi yok sayarsak çok daha büyür. Endişe ile yüzleşip onunla ilgili planlar yaptığımızda kontrolün kendimizde olduğunu göreceğiz. Çaresizliğin, endişenin panzehiri kontroldür. Bunlar dışında aile ritüelleri, dost ortamları bize iyi gelebilir bu süreçte. Yargılanmadan her türlü duyguyu yaşayabileceğimiz konumlarda yer alabiliriz. Bir işin ucundan tutabiliriz. Maddi anlamda yaptığımız yardımlardan ziyade fiziksel olarak gönüllü bir şeyler yapılabilir. Başkaları için fayda yaratmaya çalışmak kendimize en büyük şifadır. Biz çok vefalı ve zor zamanda kenetlenen bir toplumuz. Bu günlerde olduğumuzdan daha sevecen, güler yüzlü ve kapısı açık olmakta fayda var."

Bu süreçten ve tüm olumsuzluklardan psikolojik sermayesi yerinde olanların daha güçlü çıkacağına ve iyi oluş süreçlerinin daha hızlı gerçekleşeceğinin altını çizen Çevik, tam da bu noktada "iyi oluş" ve "psikolojik sermaye" kavramlarına dikkat çekerek 21. yüzyılın bu en önemli kavramlarını anlattı.

OLUMSUZLUKLARDAN GÜÇLENEREK ÇIKMALIYIZ

İyi oluş ve psikolojik sermaye aynı şey değil. İyi oluş yani well-being bir ana çatı. Bireyin hayatındaki amaçların farkında olup olmamasını, potansiyeli konusunda farkındalığını ve diğer bireylerle ilişkisinin niteliğini ifade eder. Ben bunu aslında Türkçe'ye esenlik olarak çeviriyorum. Esenlik, sağlık ve mutluluk içinde bulunma durumu. Psikolojik iyi oluş düzeyi artan insan kendi yaşamını da pozitif olarak değerlendirmeye başlar. İyi oluşun duygusal, zihinsel ve sosyal olarak birkaç boyutu var. Bu alanların hepsinde asgari düzeyde iyi olmaktan bahsediyoruz. Duygusal olarak iyi olmak her zaman mutlu olmak demek değildir. Yaşadığımız ve başımıza gelen olayla orantılı bir şekilde sağlıklı duygular üretebilme kapasitesi. Üzülmemiz gerektiğinde üzülüp, mutlu olmamız gerektiğinde mutlu olabiliyor muyuz? Duygu paletimiz ne kadar geniş? Hayat bize iyi şeyler getirdiği kadar hayal kırıklıkları da getirecek. Önemli olan yaşadıklarını sağlıklı bir kaldıraç yapıp kendi adına daha işlevsel hale getirebilmek. Hepimiz üzüleceğiz, mutsuz olacağız, haksızlığa uğrayacağız. Bizi mutsuz eden aslında mutsuzluğun ta kendisi.

Mutsuz olmayı kaldıramıyoruz. Oysa bu, hayatın doğal akışında var. Kötü hissedebilme kapasitemizi artırmalıyız. Şunu bilmeliyiz ki her şey geçer, hayatın içinde insanın başına her şey gelebilir. Yaşadıklarımızla baş etmede; inanç sistemleri, aile gibi sosyal kurumlara sahip olmak iyi gelecek. Zihinsel iyi oluşun temelinde ise zihinsel esneklik yatıyor. Zihinsel esneklik zihnin kendi kendini yeniden yapılandırmasıdır. Bundan 20 yıl önce verdiğimiz bir kararın bugün işimize yaramadığını farkedip bunu değiştirebilme becerisine sahip olmalıyız. Alışkanlıklar, değer yargıları, ezberleri değiştirebilmeden bahsediyoruz. En temelde sabit zihniyetten öğrenebilme zihniyetine geçmek. Bu bize daha az endişe getirir.

Zihinsel iyi oluşun en önemli parçalarından biri zaman ve mekanda yolculuğuna şahitlik edebilmek geliyor. Kendi kendine şahitlik edebilen tek varlık, insandır. Bu yeti aslında bilinç. Siz beden olarak bir yerdeyken aklınız çocuğun okuluna gider, akşam yapacağınız yemeğe gider, iş yerindeki işlere gider. Aslında beden ile bilincin aynı yerde olduğu zamanı artırabilmek de iyi oluştur.

TEDBİR ALMAK ENDİŞEYİ BİTİRİR

Zihinsel iyi oluşun basamaklarından biri de geçmiş ile geleceğe gittiğimizde oradaki negatif olaylardan bugüne ne taşıyoruz? Burada da geçmişteki kötü olaylardan ders çıkarmak ya da gelecekteki endişelere tedbir almak zihinsel iyi oluşu destekler. Mesela gelecekte İstanbul depremi olacak mı, olacak. Bu yüzden ya endişeye kapılıp kendi kendimizi bitireceğiz ya da tedbir alıp hayatımıza devam edeceğiz. Tedbir almak bizi güçlendirir. Diğer bir zihinsel sağlık birleşeni iyimserlik. Ama gerçekçi iyimserlik. Son olarak sosyal boyuttaki iyi oluşa baktığımızda ise yaşamda sahip olduğumuz ilişkilerden razı mıyız? sorusu karşımıza çıkıyor. Eşin, iş arkadaşın, dostunla asgari düzeyde bir ilişkin var mı? Ve bu ilişki sırasında kendin misin? Sosyal ortamlar kişinin iyi oluşunu da etkiler. Bu duygusal, zihinsel ve sosyal boyut birbiri ile hayat içinde aslında çok iç içe. İyi oluş için psikolojik sermaye çok önemli. Çünkü her şey yolundayken zaten mutlusun, ilişkilerin iyi, bazı olumsuzlukları görmezsin, endişe duymazsın ve zihnin olumsuz düşünceleri bertaraf eder. Ama tatsız bir şey yaşadığında bugünlerdeki gibi üzücü yıkımlarda tekrar ayağa kalkmak için duygusal bir dayanıklılık gerekiyor. Bu noktada psikolojik sermaye işin içine giriyor.

21. YÜZYILIN EN ÖNEMLİ YATIRIMI: PSİKOLOJİK SERMAYE

Psikolojik sermayenin tanımını ben şöyle yapıyorum; Hayat, var oluşumuzdan, iyi oluşumuzdan yemeğe başladığında tekrar ayağa kalkabilecek iç gücü kendimizde bulabilmek. Bilim bunun adına 'umut' diyor. Psikolojik sermayeyi üç başlıkta inceleyebiliriz. Bunlardan biri iyimser olmak ve gelip geçiciliğe inanmak. Bu da bitecek ve kötü günler geçecek. Diğeri birileri bunları benden önce yaşadı ve dolayısıyla ilk yaşayan ben değilim düşüncesi ile ayağa kalmak. Son olarak da elimden geleni yapayım/yaptım diyebilmek.

Dünyayı değil kendi hayatınızı değiştirmeye çalışmaktan bahsediyorum. Elinizden gelmeyen şeyler için endişelenmeyi bırakmalısınız. Duygusal dayanıklılık psikolojik sermayenin temel birleşeni. Tekrar ayağa kalkabilme becerisi çok önemli. Başımıza gelen zorluklara farklı tepkiler verebiliyoruz. Ya ona alışıyoruz ya telafi etmeye çalışıyoruz ya da o işten güçlenerek, olgunlaşarak çıkıyoruz. Önemli olan güçlenerek çıkmak. İlk günkü gibi yaşadığımız hiçbir acı yok.

HER ZORLUĞU İLAÇLA AŞMAYA ÇALIŞIYORUZ

Psikolojik sermaye kavramının bugünlerde konuşulmasının nedeni ise aslında bu sermayenin insanlarda düşmüş olması. 1980'lerden itibaren bir antidepresan ilaç patlaması yaşandı. Gerçekten hasta olanları bunun dışında tutuyorum ama sınavdan başarız olan ilaç alıyor, sevgilisinden ayrıldı ilaç içiyor. Şu an sokağa çıkıp sorsak herkes birkaç tane antidepresan ilacı sayar. Önceden anneannelerimiz, dedelerimiz bu ilaçları bilir miydi? Hayır! Peki onlar bizim yaşadıklarımızdan daha mı az şey yaşadı? Hayır! Daha fazla zorluğa göğüs gerdiler. Şimdi insanoğlu her sıkıştığında ilaca başvuruyor. Antidepresan kullanmak senin psikolojik sermayen yok demektir. Başına gelen şeylerle tek başına mücadele edemiyorsun bunun yerine ilaçla onu uyuştuyorsun ya da unutuyorsun. Bir de yine benim görüşüm, insan biricik olduğuna inandığından beri daha az yeterli hissediyor kendini. İnsanlığı o kadar değerli hale getirdik ki karşımıza çıkacak zorlukları beklemez oldu. Öyle bir jenerasyon varki yaşamın hiçbir zorluğunu görmemiş ve yaşamamış. Bunlar herhangi bir zorlukta anında çuvallıyorlar. Eskiler daha çabuk ayağa kalkabiliyor. Çünkü hayatın içinde birçok zorluk aşılanmış onlara. Bunlarla baş edebilecek bir açıklama bulmuşlar kendilerine. Biz çocukları fanusta yetiştiriyoruz. Gelişim süreçlerinde sağlıklı olarak reddedilme duygusunu yaşamıyor. Ve asla psikolojik sermayaleri olmayacak. Ona dışarda kimse anne, babası gibi davranmayacak. O yüzden de ilk olumsuzlukta dağılıyorlar. Bu açıdan bakıldığında kötülük ediyoruz onlara. Biraz acı çekme kapasitelerini geliştirmelerine izin vermeliyiz.

HAYATIN ANLAMINI BULMAK GÜCÜMÜZÜ ARTIRIR

Psikolojik sermayeyi tüketen iki önemli başlık var. Biri yanlış sosyal referanslar. Ya da daha tehlikelisi sosyal medyada görüp kendimize referans aldığımız kişiler. Acayip bir iletişim dönemindeyiz ve ergenlikler artık 40 yaşında bitiyor. Dayatılan bir okul, iş, evlilik, ev ve araba alma gibi bir süreçten sonra bakıyorsun 40 yaşına gelmişssin. Mutlu musun? Kimin hayatını yaşıyorsun? O onu yapmış, bu bunu yapmış ben de yapayım ile olmuyor. Bu bizim psikolojik sermayemizi ciddi anlamda azaltır. Belli bir yaşa kadar anlam ve amaç üzerine düşünmüyoruz. Yaşamı anlamlandırma sistematiğine ihtiyacımız var. Ben buradayım geldim ve gidiyorum ama bu araya ne koyacağım? Burada maneviyat işin içine giriyor. Bu hayatın içinde olumsuzluklar var ama bunun bir de nedeni var. Bu nedeni kendine açıklayabilirsen zorluklarda devrilmezsin."Bu böyle oldu ama yaşanması gerekiyordu" sözü kuvvetli bir kaldıraç. Bu anlamı bulanlar hayatın acılarını kendileri lehine çevirirler. Mesela LÖSEV'de bu acıyı yaşayan ya da evlatlarını kaybetmiş ebeveynler çalışıyor. Kendi acılarını başkalarına destek olarak dindirmeye çalışıyorlar. Çünkü bu acıya bir açıklama getirmiş. Acıyı kaldıraç yapıp hayatın içinde anlamlı bir şeye dönüştürmüş. Dolayısıyla psikolojik sermayemizi tüketen temel şeylerden biri de bu anlam ve amacı bulmamak.