GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Sinema ile şiiri buluşturan yepyeni bir kısa film festivali Berceste için başvurular başladı. Sinemayla ilgilenen, Eski Türk edebiyatı alanında yüksek lisans yapan bir edebiyat öğretmeni olan Ömer Dişbudak, başrollerinde şiirle sinemanın olduğu Berceste Kısa Film Festivali'ni Akşam Cumartesi'ye anlattı.
Son yıllarda takip etmekte zorlanacağımız kadar çok kısa film festivali yapılıyor. Ancak Berceste farklı bir konsept ile karşımıza çıktı. Berceste'yi diğer festivallerden ayıran özelliği nedir?
'Yapılmışı yapma, söylenmişi söyleme' der Yılmaz Erdoğan. Aslına bakarsanız cevabım sorunuzda gizli. Çok sayıda festival olduğu ve her geçen gün buna bir yenisinin eklendiğini görüyoruz. Ancak biz istedik ki bir şekilde benzerlerinden ayrışalım. Bu farklılığı kategori isimleriyle başarabileceğimiz düşüncesine kapıldık. Çünkü tüm festivaller filmleri türlerine göre ayırt ediyor ve türlerine göre yarıştırıyor. Kurmaca, Deneysel, Belgesel ve Animasyon filmler kendi içinde değerlendiriliyor. Oysa biz aynı meseleyi dert ve konu edinen iki ayrı türde filmi aynı kategoride değerlendirmeyi hedefliyoruz. Anlatım biçimi ve türü kuşkusuz çok önemli ama biz biçimden ziyade işlenen konu ve meseleyi önemsiyoruz. Dolayısıyla şöyle bir manzara çıkıyor ortaya. Örneğin "Hoşça bak zâtına kim dübde-i âlemsin sen" kategorisinde birinci olan film animasyon ikinci olan film kurmaca ya da belgesel türlerinde olabilecek.
Şiir ile kısa filmi buluşturma fikri nasıl ortaya çıktı?
İskender Pala yıllar önce çektiğim Yönetmen & Öğretmen isimli kısa filmimi izleyip bana bir mail atmıştı. Filme dair övgülerini sıraladıktan sonra şöyle devam etmişti:
Yıllardır bu tür çalışmaların eksikliğini dillendirir, görsel, işitsel, duyusal ve sanatsal çalışmalar yapılarak uzak şairleri yakınımıza getirebileceğimizi söyleyip durur, bir gün birilerinin bunu başaracağını umut ederdim. Sizin çalışmanız bana hediye gibi oldu, teşekkür ediyorum. Ve bilin ki, divan şiiri hakkındaki çalışmaların sınırsızlığı hakkındaki umudum, bir gün bir Baki veya Nedim beytini bilboardlarda göresiye kadar sürecektir. Çünkü onlar bu çağın bilboardlarını çoktan hak ettiler. Bu uğurda sizin, bizim ve diğer gönüllülerin başaracağı çok hedefler var; her birinde dimağları sarhoş edecek lezzetler olan hedefler...
Açıkçası üzerinden yıllar geçse de "uzak şairleri yakına getirmek ve beyitlerin bilboardlara taşınması" konusu zihnimi meşgul etti. Şairler hayata dair çok yakın ve derin sözler söylese de uzağımıza düşmüşlerdi. Sinemayla ilgilenen, Eski Türk edebiyatı alanında yüksek lisans yapan bir edebiyat öğretmeni olarak İskender Pala'dan gelen maili ilahî bir yönlendirme olarak görüp neler yapabileceğimi düşündüm. Konuyu Güngören Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğündeki yetkili arkadaşlara açtım. Son derece güzel ve heyecanla karşıladılar. Ve her türlü desteği vereceklerini söylediler.
Billboard meselesi de önemli. Zira bilboardlar bana hep modern çağın meczupları gibi gelmiştir. Hani sokakta dalgın dalgın yürürken bir anda bir meczup çıkar karşınıza ve yaşama ya da ölüme dair öyle bir cümle kurar ki irkilirsiniz. Söyledikleri sarsar sizi. Erzurum'da okurken vardı öyle bir meczup. Bir anda karşımıza çıkar öyle bir cümle kurardı ki üç beş gün o cümlenin etkisinden çıkamazdık. Evde sürekli o cümle konuşulurdu. Bu yönüyle festival, festival olmanın ötesinde aynı anda birden fazla kazanıma hizmet edecek. Berceste'nin beni de en çok heyecanlandıran yanı bu sanırım. Festivalimizin birinci yılında Güngören Belediyesi sınırları içindeki bilboardlara Şeyh Galip, Yunus Emre, Aşık Veysel, Mehmet Akif ve İsmet Özel misafir olacak. İnsanlar, Yunus'tan Şeyh Galip'ten bir fısıltı işitecekler. Berceste Kısa Film Festivali ile çağın insanını ansızın yakalayıp zihninin derinliklerine mis kokulu çiçekler ektiğimiz bir festival yapalım istiyoruz.
Şimdi uzak şairleri yakına getirmek ve beyitlerin bilboardlara taşınması meselelerini düşününce kim bilir belki de Berceste, İskender Pala'nın kabul olunan duasıdır. Bizler de o duanın ete kemiğe bürünmesinden sorumlu memurlarızdır. Kim bilir?
Kategorilerin hemen hepsi 'insan' olma halleri üzerine temalar içeriyor. Bu başlıkları seçmenizin nedeni neydi?
Gerek dünya sineması gerekse Türk sinemasına baktığımızda başarılı olmuş eserlerin tamamı insanı iyi anlamış ve anlatmayı başarabilmiş filmlerden oluşuyor. Örneğin Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da filmi insana dair evrensel meseleleri konu aldığı ve bunu iyi işlediği için başarılıdır gibi kabaca tanımlayabiliriz. Ya da bir diğer örnek ben şehirde doğup büyüdüm. Ama örneğin Semih Kaplanoğlu'nun Bağlılık Hasan filmi beni duvardan duvara çarptı. Orada bir köy insanının yaşama dair telaşları, zulümleri, ihanetleri, geç kalışları, sevinçleri ve bağlılıkları anlatılıyordu. Bir şehir insanı olarak beni de ziyadesiyle etkilemeyi başarmıştı çünkü insan davranışlarında mekâna dair küçük farklılıklar olsa da insan özü itibariyle her yerde insandı. Dolayısıyla bizler de festival komitesi olarak insan olmanın muhtelif yanlarına ışık tutmayı başaran filmleri önemsiyor ve önceliyoruz. Dizeleri bu bakış açısıyla özenle seçmeye gayret ettik. Hatta yeri gelmişken dizeleri de zikretmek isterim:
Hoşça Bak Zâtına Kim Zübde-i Âlemsin Sen Kategorisi (Şeyh Galip)
Benim Sadık Yârim Kara Topraktır Kategorisi (Aşık Veysel)
Zulmü Alkışlayamam, Zalimi Asla Sevemem Kategorisi (Mehmet Akif Ersoy)
Göçtü Kervan Kaldık Dağlar Başında Kategorisi (Yunus Emre)
Herkesin Bahanesi Var, Senin Yok Kategorisi (İsmet Özel)
DİJİTAL MEDYA SİNEMANIN ANLATI YANINI OLUMSUZ ETKİLİYOR
Hedef kitleniz özellikle genç sinemacılar ve sinemacı adayları. Siz de yıllardır gençlerle çalışıyorsunuz, atölyeler düzenliyorsunuz. Yeni neslin sinemaya ilgisi nasıl? Video ve dijital medya sinema duygusunu nasıl etkiliyor? Bu bağlamda bu tür festivaller nasıl bir imkân sağlıyor?
Evet, yaklaşık 10 yıldır sinema ile ilgileniyorum ve atölyeler düzenliyorum. Atölyelerde sinemaya dair ne biliyorsam gençlere de aktarmaya gayret ediyorum. Aynı zamanda onları gözlemliyorum. Yeni nesil elbette sinemaya çokça ilgili. Ancak zihinleri belli bir biçime kanalize olmuş durumda. Yani alışık oldukları daha doğrusu alıştırıldıkları bir sinema biçimi mevcut. Karşılarına çıkan film o biçimle uyuşmuyorsa o filmi ve ona benzeyen tüm filmleri olmamışlıkla itham edebiliyorlar. Bir anımı paylaşayım bu noktada. Atölye yapmaya başladığım ilk yıl bir film önerdim öğrencilerime. "Haftaya herkes Mecid Mecidi'nin Baran filmini izleyip gelsin üzerine konuşacağız" dedim. Bilirsiniz çok güçlü bir filmdir Baran. Güçlü ve şiirsel bir tavrı vardır. Üstelik öyle bohem, izlenmesi zor, tırnak içinde sanat filmi sınıfında da değildir. Yani izlerken çok seveceklerini düşünmüştüm. Ancak atölye günü yanıma gelip hocam "Filmin devamını ne zaman izleyeceğiz" diye soranların sayısı hiç de azımsanmayacak durumdaydı. Alışık oldukları film matematiğinde sevgililer kavuşur, katarsis yaşanır, oh be denilip rahatlanırdı. Bu matematiğe uymadığı için filmin bittiğine ikna olmadılar. Devamını izlemek istediler. Ben de iyi de gerçek hayatta sevgililer her zaman kavuşmaz ki diye savunmaya çalışsam da nafile bir çaba gibi geldi. Akabinde öğrencilerimin içine düştükleri o kuyudan çıkarmak sorumluluğunu hissederek benzer tarzdaki kısa ve uzun metraj filmleri karşılarına çıkarmaya çalıştım. Süreç içerisinde tabiri caizse zihinlerindeki sanat ve sinema algısının törpülenmeye muhtaç olduğunu idrak ettim ve bu minvalde işler yapmaya özen gösterdim. Berceste de bir nevi bu amacıma hizmet ediyor diye düşünüyorum.
Video ve dijital medya sinema duygusunu nasıl etkiliyor? sorusuna gelince üzülerek yine menfi bir cevap vereceğim. Hayatın sakin ritmi karşısında dijital dünyada hızla akan içerikler gençlerin gözlerini haz ve hıza endeksliyor. Bunu göremeyince çabucak sıkılıp esere ya da içeriğe gereken özeni gösteremiyorlar. Art house sinema dediğimiz sinemada kamera hareketleri daha yavaş akar. Aksiyona alışan göz, içeriğe bakmaksızın sıkılıyor. Bir diğer olumsuz yan bizim gözlerimiz yatay düzlemde var edilmiştir. Yan yanadır. Sinema perdesi de benzer şekilde yataydır ve iki gözün izlemesi için de idealdir. Oysa dijital dönüşümle birlikte biz içerikleri dikey formatta izlemeye başladık. Bu dönüşümün de biçimsel olarak sinemaya zarar verdiği kanısındayım. Özetle dijital medya, mimari ve muhteva açısından pek çok yeniliği beraberinde getirmiş olsa da sinsi bir virüs misali -derinden derine- sinemanın anlatı yanını olumsuz etkilediği kanaatindeyim.