Ekrem Aral Tuna: Doktor olmak değil doktoru oynamak istedim

Oyuncu, klinik psikolog ve yazar Ekrem Aral Tuna: ''Oyunculuk aslında insana dair merak diye bahsettiğim yerden yakaladı beni. Herkes olabilmek, benim için gerçekten oyun oynamak gibi. Hiçbir zaman doktor olmak istemedim ama bir gün bir doktoru oynayacağım zaman benim için yepyeni bir arayış ve empati kanalı açılmış olacak mesela. Hiçbir zaman olmayacağım kişiler olmak, yapmayacağım şeyleri yapıyor olmak... Sınırsız, uçsuz bucaksız bir derya gibi.''

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Oyuncu Ekrem Aral Tuna, setlerdeki başarısını edebiyat dünyasına taşıdı. Şu sıralarda Kanal 7'de yayınlanan ve dünyanın dört bir yanından da izlenen Kan Çiçekleri dizisinde Cevdet Demir karakterine hayat veren Tuna, Ayrıkotu Kitap'tan çıkan "Aşkın Patolojisi" romanı ile okurlarıyla buluştu. Performansıyla ekran başındakilerin kısa sürede ilgisini kazanan oyuncu aynı zamanda klinik psikolog. Yazarlık, oyunculuk ve klinik psikologluk gibi birden fazla unvanı bulunan Aral ile Akşam Cumartesi için keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

GÜNDÜZ ÇİKOLATACIDA İŞ, AKŞAM DA DERS

Sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?

Bursa Gemlik doğumluyum. Üniversiteye başlayana kadar Bursa'da yaşadım. Daha sonra hep hayalini kurduğum Psikoloji bölümü için tam başarı bursu ile İstanbul'a taşındım. Bahçeşehir Üniversitesi'nde lisans sürecime devam ederken amatör tiyatro kulüpleri sayesinde oyunculukla tanıştım. Bir yandan psikoloji ve stajları, bir yandan başta Çevre Tiyatrosu (Semaver Kumpanya) olmak üzere param, imkânım yettiğince oyunculuk dersleri, bir yandan da her fırsatta senaryo, öykü ve diyalog üzerine yazım çalışmaları derken 4 senelik lisans sürecimi tamamladım. Bu süre zarfında yedi, sekiz reklam filminde oynadım. Oyunculuk iyice işlemeye başladı her hücreme. Zaman geçtikçe daha da bağlanmaya ve keyif almaya başladım. Psikolojiden mezun olduktan sonra İleri Oyunculuk yüksek lisans programına da burslu bir şekilde girmeye hak kazandım. Ali Düşenkalkar, Devrim Yakut, Cihan Yöntem gibi isimler hocalarımdı. Gündüz Moda'da bir tatlıcıda çikolata yaptığım, akşam da oradan çıkıp derslere yetiştiğim bir dönemdi. Çok değerli, kıymeti tartışılmaz bir zaman dilimi geçirdim fakat özel sebeplerden dolayı yarım bırakmak zorunda kaldım. Klinik Psikoloji yüksek lisansını da tamamladıktan sonra danışan görmeye başladım. 2019'dan itibaren klinik psikolog olarak mesleğimi devam ettirdim. Tabi bunlar olurken oyunculuk durmadı. Bugüne kadar Vatanım Sensin, Baraj, Alparslan Büyük Selçuklu, Baba ve Gibi dizilerinde yer aldım. Bölüm işleriydi ama çok şey öğrendim. Şu anda da Kan Çiçekleri dizisinde Cevdet karakterini canlandırıyorum. Çok yakında ikinci sezonuyla geri döneceğiz ekranlara. Dünyanın dört bir yanından izleyenlerimiz, takipçilerimiz var. Bu kadar büyüyeceğini, ilgi göreceğini tahmin etmiyorsun başlarken. Bu yüzden çok keyifliyim açıkçası.

Neden psikoloji alanında eğitim aldınız?

Başka hiçbir şeye olmadığı kadar yüksek bir ilgim vardı Psikoloji bilimine. Gözlem yapmaya, insanları anlamaya çalışmaya, kısacası insan olmaya dair bir zaafım vardı hep. İnsan doğasını, davranışlarının motivasyonlarını hep çok merak eder ve irdelerdim. Oyunculuk sevdası çok sonradan dahil oldu hayatıma ama insana dair merak hep vardı içimde. İnsanlar mesleklere özenir, birilerine imrenir ve o olmak ister çoğu zaman. Benim öyle bir durumum olmadı hiç. Doktor, mühendis, mimar, avukat olmak istemedim mesela. İçimdeki bu merak ve ilgiyi nasıl doyuracağım, sorularıma cevapları nasıl bulurum diye düşünmekle, hep arayışla geçti lise hayatım.

OYUNCULUK MERAKIMDAN YAKALADI BENİ

Oyunculuk ve oynamak sizin için ne anlam ifade ediyor?

Oyunculuk aslında insana dair merak diye bahsettiğim yerden yakaladı beni. Herkes olabilmek, benim için gerçekten oyun oynamak gibi. Hiçbir zaman doktor olmak istemedim ama bir gün bir doktoru oynayacağım zaman benim için yepyeni bir arayış ve empati kanalı açılmış olacak mesela. Hiçbir zaman olmayacağım kişiler olmak, yapmayacağım şeyleri yapmak... Sınırsız, uçsuz bucaksız bir derya gibi. O yüzden ben oyuncuyum ya da oyunculuk yapıyorum değil de ben oyun oynarım demeye bayılıyorum.

PSİKOLOJİ BANA EMPATİ YETENEĞİ KAZANDIRDI

Hem psikologluk hem de oyunculuk yapmaya devam ediyorsunuz. Sizce bu iki alan birbirini besliyor mu?

Kesinlikle besliyor. Önüme bir karakter geldiğinde belli başlı şeyler haricinde karakter hakkında bana verilen analiz yazılarında sıkışmıyorum mesela. Senaryoya, bir metne baktığım zaman söz konusu hikâyeyi ve karakteri bir bütün haliyle daha iyi analiz edebildiğimi düşünüyorum. İnsan yol aldıkça evriliyor, değişiyor. Bu yolda psikolojinin bana keskin bir empati yeteneği verdiğine inanıyorum. İnsan davranışları üzerine yıllarca eğitim görüp, okuyup, vakalar görüp takip edince ister istemez genele nazaran daha geniş bir perspektifin oluyor. Her şeyden önce doğru soruları sorabiliyorsunuz. Bir hocam lisans döneminde söylemişti: "Yanlış soruların doğru cevapları olmaz". Çok severim bu cümleyi. Karakterlerime çalışırken, onları anlamaya çabalarken psikoloji kesinlikle bir yoldaş, hatta rehber oluyor benim için. Doğru soruları sormak daha da kolaylaşıyor diyelim.

EN ÖNEMLİ BEKLENTİM ZORLANACAĞIM ROLLER

Bundan sonraki kaygınız, planınız nedir, kariyerinize dair paylaşır mısınız?

Yazdıklarımı, heybemde biriktirdiklerimi artık daha sık paylaşmaktan yanayım. Önümüzdeki seneye ikinci romanımın da raflarda olmasını istiyorum. Ayrıca Aşkın Patolojisi'nin film olmasını çok istiyorum açıkçası. Bu konuda somut adımlarım olacak ileride. Oyunculuk da devam edecek tabii. Neticede bana nefes veren, oyun oynamama izin veren eşsiz bir alan. Yeni karakterleri, kendi şahsımdan olabildiğince uzak ve bana yabancı varoluşları canlandırmak, oyunculukta son raddeye kadar zorlanmak sanırım en önemli beklentilerimden biri.

AŞKIN PATOLOJİSİ KENDİNE YALAN SÖYLEMEYENLERİN ÖDÜLÜ

Kitabınızın çıkış noktası ne oldu, yazı yolculuğunuz nasıl başladı?

Hayatım boyunca yazdım. Yazmayı çok sevdim. Kendimi konuşmaktan ziyade yazarak çok daha iyi ifade edebiliyorum. Günlük gibi, düşünce yazıları gibi değil ama. Hatta hayatım boyunca hiç günlüğüm olmadı. Denedim gerçi bir süre ama sevemedim. Hep kurmaca yazdım. Öyküler kurdum, yıktım, bir daha kurdum. Karakterler yaratıp, onları anlatmayı çok severdim. Mesela lise zamanım çok enteresandı. Biraz asosyaldim. Sessiz bir çocuktum. Çevremi, insanları izler, hayatlarını hayal ederdim. Sonra onları yazardım kısa kısa öyküler halinde. Rahatlardım yazdıkça. O zamanlardan beri yazıyorum diyebilirim. Yazmak bana hep bir konfor verdi çünkü kelimeler sadece yazarken beni sevdi. Benim bu konudaki hissiyatım sanırım bu şekilde özetlenebilir. Roman yazmak belli bir noktadan sonra ihtiyaca dönüştü. Çünkü kendimi yazarak çok daha iyi ifade edebildiğimi söylerken, bir yandan da çok ketum yaklaştım paylaşma fikrine. Ta ki elzem bir ihtiyaca dönüşene kadar. Açıkçası roman değil öykü ya da şiir de olabilirdi ama ben her yazarın bir eğilimi olduğuna ve kendisini o türde güvende hissettiğine inanırım. Roman bana sınır çizmedikçe daha özgür hissetmeye başladım. Ve insanlara ulaşma, gerçek bir iletişim kurma ihtiyacı kendi başına bir motivasyona dönüşüverdi, cüret etme eşiğini tecrübe etmiş oldum. Edebiyat için serüven daha yeni başlıyor. Cüret devamında özgüven getiriyor çünkü. Artık paylaşmak istediğim çok şey var. Aşkın Patolojisi okuyucuyu Metin'le tanıştıracak ve onun sayesinde kendinle hesaplaşmanın, her şeyden önce kendine dürüst kalabilmenin değerini, yas dediğimiz sürecin ne kadar katmanlı ve kitaplarda yazıldığının aksine matematiğinin ne kadar karmaşık, sahibine has olduğunu, gerçeklik dediğimiz şeyin o kadar da matah bir şey olmadığını sorgulayacağız. Kısa bir roman Aşkın Patolojisi. Bir hap gibi yutup sonrasında sindirecek okuyucu. Aşkın Patolojisi kendine yalan söylemeyenlerin ödülü, söyleyenlerin de panzehri olacak. Naçizane...