GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Medyanın doğrudan dinin içeriğini belirlediğini kaydeden Şimşek, “Bu din günü kurtarmaya dönük, asla kişinin hayatında köklü bir değişikliğe sebep olmuyor, suya sabuna dokunmuyor. Medyatik din kendi sembollerini kendi ritüellerini oluşturuyor.” tesbitinde bulunuyor. İsmihan Şimşek’e pop star vaizlik kavramını ve dinin popülerleşmesinde medyanın rolünü sorduk.
Hem ilahiyatçı hem iletişimci olarak dinin ekranda ‘rating’ malzemesi olarak görülmesine nasıl bakıyorsunuz?
Bu soruya iki perspektiften yaklaşabiliriz. Bir popüler kültür açısından bir de hakikat yani olması gereken açısından. Popüler kültür açısından baktığımızda gayet normal karşılıyorum. Çünkü medya özünde ticari bir platform olduğu için eline aldığı her şeyi metalaştırır. Aslolan para kazanmaktır medya için. Ürün gün gelir spor olur, gün gelir izdivaç programı olur, gün gelir din olur. Medyanın kendine has karakteri sunduğu her şeyi dönüştürür. Hiçbir şey saf hali ile kalamaz. Hakikat odaklı baktığımızda ise din metalaştırılacak bir ürün değildir. Hatta tam tersi metalaştırmayı putlaştırmaya giden bir yol olarak görür. Önceden dini bilgi verme amacıyla tematik kanallarda başlayan dini programlar bugün imajın ve reytingin anlatının önüne geçtiği bir şova dönüştü.
KEMALİST DİNDARLIK TUTMADI
Medyanın dine ilgi duymasının ve bu kadar alan açmasının nedeni nedir?
Tabi ki tek sebep ticari. Din algısının oluşumunda medyanın ön plana çıkmasında; toplumun önemli bir kesiminde asıl kaynaktan dinî bilgilenmenin azalması ve dinin öğrenilmesi bakımından hizip, grup ve cemaat adına yanlı öğretiler ile boşluğun doldurulma çabası yatıyor. Bu boşluğu medya çok iyi kullanıyor. Medya 15-20 yıl öncesine kadar dinin reyting getiren bir şey olduğunun farkında değildi. Tematik kanalların dini programlarla aldığı reytingler sonrası merkez medyada dini programlar görmeye başladık. Özellikle de gündüz kuşağı programlarında gördük. Bir diğer neden -ki bana göre en önemli olan nokta bu- dini sembollerin aşağılanmadığı, dinden bahsetmenin yobazlık sayılmadığı bir Türkiye var artık.
Ekranda dini programların artışı özellikle 28 Şubat sonrası yaşanıyor. Bu anlamda medyada dini içeriklerin artışında siyasi değişimin etkisi söz konusu mu?
Kesinlikle etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu programlarda bahsedilen konuları 28 Şubat ve öncesi dönemde konuşsaydınız linç edilirdiniz, yaftalanırdınız. Hatırlarsanız o dönemlerde Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk gibi resmi ideolojinin ve Kemalist dindarlığın izin verdiği figürler dışında ekranlarda kimseleri göremiyorduk. Bugün popstar vaizlerden biri çok izlenen bir gündüz kuşağı programında “Başörtü takmak farzdır, takmayana da Allah nasip etsin” diyebiliyor ve alkış alıyor. 28 Şubat sürecini yaşayan biri için bu bir devrimdir. 2000’li yılların devamında ülkenin değişen sistem anlayışı ve İslâmi duyarlılığa sahip yöneticilerin varlığı, televizyon programlarının içeriklerinin değişmesini ve dini programların daha geniş süreyle yayınlanmasını sağladı. Siyasal ve kamusal alanda eskiye oranla çok daha yoğun dinsel söylemlerle karşı karşıya kalındı. Hükümetin değişimi ile TRT de resmi din ideolojisinden zamanla sıyrıldı. Dayatılmaya çalışılan Kemalist dindarlığın halk tabanında bir karşılığı olmadığı da görüldü.
EKRAN HOCALARI POPSTAR GİBİ
Popstar Vaizler kitabınızda tv ekranına taşınan ‘din’e dair konuların rating kaygısıyla popülerleştirildiğini söylüyorsunuz. Ancak kitapta konuşan ekran vaizleri kendi yaptıkları iş açısından niteliği koruduklarını söylüyorlar. Peki kim bu popstar vaizler?
Popstar Vaizler kavramı Prof. Nihat Hatipoğlu ile yaptığım röportaj sırasında aklıma gelmişti. Nihat Hoca gittiği tüm şehirlerde büyük bir kalabalıkla karşılandığını, insanların ondan imza ve fotoğraf çektirmek istediğini hatta kimi takipçilerinin onunla karşılaşınca gözyaşlarını tutamadığını, büyük bir sevgi seli gördüğünü söylemişti. Birden “aynı popstarlar gibi” diye mırıldandım. Sonrasında araştırmamda derinleştikçe belli özellikler ön plana çıkmaya başladı. Popstar Vaizlerin en önemli özelliği medyanın dilini çözmüş olmaları, bu aynı zamanda TV izleyicisinin de damarını yakaladıkları anlamına geliyor. Medya dili dediğimiz şey insanları ekranda tutabilme becerisi. İlginç olan ne kadar konu varsa onu daha da ilgi çekici hale getirerek duygu patlamasına sebep olmak. Şaşırtmak, hüzünlendirmek, korkutmak, metafizik ve parapsikolojik konularda yoğunlaşmak gibi… Ayrıca bu vaizler ünlü olmanın getirdiği tüm özellikleri taşıyorlar. Hayranları, takipçileri var. Anlattıklarından ziyade kendi imajları ön planda. İnsanlar falanca konuyu dinlemek için değil falanca hocayı dinlemek için ekran başına oturuyor. Bir nevi kendi cemaatlerini medya üzerinden oluşturuyorlar. Program konukluğu ile başlayan medya serüvenleri kimilerinin program sahibi, sunucusu olması ile sonuçlanıyor.
Toplum ekrana çıkan ilahiyatçılara nasıl bir rol yüklüyor? Seyircinin beklentisine vaizler nasıl karşılık veriyor?
Toplum ekrana çıkan hocaya sonuna kadar güveniyor. Özellikle dini eğitim almamış ya da anne babasından gördüğü dini eğitim dışında dinle özel bir bağ kurmamış kişiler için ekrana çıkan hoca mutlak hakikatin kapısı gibi. Böylece televizyon Diyanet’in yerine geçmiş oluyor. İzleyici dinle ilgili sorusunun cevabını cami hocası ya da Alo Fetva hattından değil canlı yayına bağlanarak hayranı olduğu hocadan almak istiyor. Çünkü onunla duygusal bir bağ kuruyor, aileden biri gibi görüyor. Öyle gördüğü için de milyonlarca kişinin izlediği bir programda en mahremini paylaşmaktan sakınmıyor. Günahlarını anlatıp vicdanını rahatlatıyor ve “Benim cezam ne olur ya da ne yapmalıyım hocam” diyerek yargı bekliyor. Vaizler tüm sorulara sabırla cevap veriyor, seyircinin teveccühünü geri çevirmiyor. Ama birçok kez sorularla zor durumlarda kaldıklarına da şahit oluyoruz.
BİREYSEL DİNDARLIK ANLATILIYOR
Dini programlar toplumun din anlayışını nasıl etkiliyor?
Ekranda yoğunlukla bireysel dindarlık anlatılıyor. İbadetlerinizi nasıl yapacağınızı anlatır, aile içi ilişkilere dair sorularınıza cevap verir, ahiret hayatı ya da diğer alemler hakkında bilgi verir, ahlaklı insan olmaya dair kıssalar anlatır. Ama toplumsal konulara çok nadiren değinilir. Faiz, savaşlar, kadın hakları gibi meseleler pek gündeme gelmez. İzleyicide de dinin sadece birtakım ritüeller ve kalp temizliğinden ibaret olduğu algısı oluşturur. Halbuki din hayatınızın her anına nüfuz eder. Belli zamanlara ve ritüellere hapsedemezsiniz. Bir diğer mesele ise farklı ekollere mensup hocaların ekranlardaki tartışma programlarındaki kavgalarının izleyicide oluşturduğu kafa karışıklığı… Bu kavgaları izleyen birçok kişi “Şimdi kime inanalım, bu dinin kaç doğrusu var” diye bakıyor mevzuya. Dine yaklaştıralım derken dinden soğutulabiliyor insanlar.
Din ve medya pek çok noktada çelişiyor. Size göre din mi medyayı dönüştürüyor, medya mı din anlayışını ?
Medyanın dinin magazinleşmesine katkı sağladığı ve dini ticarileştirdiği apaçık ortada. Medya yeni bir din tanımı ortaya koyuyor. Doğrudan dinin içeriğini belirliyor ve o da din değil medyanın ürünü oluyor. Bu din günü kurtarmaya dönük bir din, asla kişinin hayatında köklü bir değişikliğe sebep olmuyor, suya sabuna dokunmuyor. Medyatik din kendi sembollerini kendi ritüellerini oluşturuyor. Kandillerde izlediğimiz mevlitlere ve ekrandan yapılan Cuma dualarına evden eşlik etme bu ritüellerden biri…
DİNLE İLGİLİ TARTIŞMA PROGRAMLARI KAFA KARIŞTIRIYOR
Dünyadaki televanjelikler ile ülkemizdeki ekran vaizleri arasındaki farklar neler?
Dünyadaki televaizler Hristiyan misyonerliğini belli bir ülke ile sınırlandırılmayıp, daha fazla insana ulaşma gayreti içindeler. Vaazlarında tüm dünyaya hitap ediyorlar, bunun için özel TV kanalları var. Özellikle ABD’de kiliselerin TV kanalları var. Ayrıca saldırgan ve şovenist davranışlar çok ön planda. Batıdaki vaizler İslam’ı kötüleyerek taraftar topluyor. Türkiye’deki televaizler ise vaazlarında kendi ülkesine öncelik veriyor ve diğer dinlere karşı saldırgan bir tutuma asla girilmiyor.
Görüşme yaptığınız ilahiyatçılar içinde bulundukları medya ortamı için öz eleştiride bulunuyorlar mı? Bu anlamda en çok rahatsız oldukları şeyler neler?
Açıkçası bir öz eleştiri yapana rastlamadım. Zaten hepsi medyanın kurallarını kabul ederek ekrana çıkıyorlar. Bu kuralların ve seyirciyi ekranda tutmak gerektiğinin farkındalar. Kendi çizgilerinden çıkmadan bunu başarabilmenin dengesini kurduklarını düşünüyorlar. Onlar için absürt bir durum yok ortada. Kendi ilkelerine uymayan bir durumla karşılaştıklarında bunu geri püskürtebiliyorlar. Zaten hocalar kendilerini zor duruma sokabilecek bir saygısızlıkla karşılaşmadıklarını ifade ediyor. Hem TV çalışanları hem izleyiciler hocalara oldukça saygılı. Bazı hocalar tartışma programlarını eleştiriyor. Bu programların insanlara hiçbir fayda sağlamadığını gereksiz kafa karışıklığı yarattığını düşünüyor ve o tür yayınlara katılmıyor.