Ebeveyn doğulur mu olunur mu?

KADEM tarafından bu yıl 6.'sı düzenlenen Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi “Değişen Dünyada Ebeveynlik” başlığıyla İstanbul'da toplandı. İstanbul, Fatih Sultan Mehmet Vakıf, İbn Haldun, İstanbul Medeniyet ve Marmara Üniversitelerinin de katkıda bulunduğu kongrede gelenek-gelecek bağlamında dikkat çekici sunumlar vardı.

Zeynep Türkoğlu

Medyadan kültüre, oradan sanata, edebiyata, güvenliğe, dine geniş bir yelpazede uzmanlar hem araştırmalarını, hem analiz ve kanaatlerini paylaştı. Açılış panelinin moderatörlüğünü üstlenen KADEM Başkanı Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu, kültürel değerlerin korunup gelecek nesillere aktarılmasında ailenin etkin bir rol üstlendiğini, sağlıklı aile yapısının kişisel mutluluk kadar toplumsal huzurun da teminatı olduğunu söyledi.

EBEVEYNLİĞİN EĞİTİMİ OLUR MU?

Her şeyin mektebi, kursu, semineri, dersi ve bütün bunların sonunda bir diploması, bir sertifikası var, Ebeveynliğin yok! Olmalı mı, olmamalı mı? Kongrenin konuşmacılarından Prof. Dr. Medaim Yanık “Ebeveynliğin eğitimi olur mu?” gibi temel bir soruyu ortaya attı. Üstelik devamı da var; gerçekten de bir insanın dünyaya gelişine vesile olmak anne baba olmayı da kendiliğinden sağlar mı? Yoksa anne- baba olmak öğrenilmesi gereken bir şey mi? Eğer öğreniliyorsa, kişinin ebeveynliği sadece kendi anne babasından öğrenmesi yeterli mi?

Yanık’ın tüm bu sorulara cevabı “Ebeveynlik eğitimine ihtiyaç vardır” şeklinde. Üstelik kurumsallaştırılıp toplum düzeyinde yaygınlaşması gerek. Yanık’ın bu alanda bir çalışması da mevcut; “Anne Babalık Atölyesi”. Atölyenin temelde iki amacı var, biri çocuğu travmatik yaşantıdan korumak, ikincisi çocuğa pozitif anı oluşturacak yaşantılar oluşturmak.

ZAMANE BABASI

İyi ebeveyn olabilmek için hemen her konuda olduğu gibi; eğitim şart! Seminerler, atölyeler olmalı, evet. Bununla beraber, insanların anne babalık gelişimleri kendi anne babalarından geçen tecrübeye de bağlı. SETA Eğitim Ve Sosyal Politikalar Direktörü Prof. Dr. Atilla Arkan kongrede yaptıkları araştırmanın sonucu paylaşırken öncelikle hedeflerini anlattı. Buna göre maksat değişen babalık pratiklerini ortaya koymak. Üstelik bunu sadece babalardan değil, onlara ebeveynlikte refakat eden eşlerinden de dinlemek istemişler ve yapmışlar. Sonuç; bugünün babaları özellikle çocuklarıyla iletişimde geçmişteki babalara göre daha iyi bir noktada. Çocukken babalarında memnun olmadıkları davranışlarını, kendi çocuklarına tekrarlamamak için çaba sarf ediyorlar. Bir başka değişiklik ev içi sorumlukların paylaşımında gözleniyor.

İNSTAMOMLAR NEREYE KOŞUYOR?

Ailenin dinamik bir kurum olduğu vurgusu, belki her salonda, her oturumda, hemen her konuşmacı tarafından dile getirildi. Ne demek bu? Aile bütün dünyada, her inanç ve kültürde en yaygın ve yerleşik kurumdur. Evet, bu böyle, ancak günümüzün değişen iletişim imkânları, kültür kodları aileyi ve ebeveynleri etkiliyor, olumlu ve olumsuz biçimlerde değiştiriyor. Üstelik bu değişim o kadar hızlı yaşanıyor ki, birbirine eklenmiş üç neslin arasında bugün adeta asırlar var. Halkla ilişkiler alanından iki akademisyen, Mikail Batu ve Onur Tos tam da bu konuda çalışmış iki isim. X ve Y kuşaklarının mahremiyet algıları da bireysellik anlayışları da birbirinden farklı. Bu da kuşaklar arası çatışmayı körükleyen bir durum.

Kongrenin yine pek çok oturumunda sözün dolanıp durup geldiği nokta “instamom”lardı. İster dijitalleşme, ister çocuk hakları, ister mahremiyet, ister bireyselleşme, ister reklamcılık; hangisini konuşursanız konuşun yolunuz bu kavşakta birleşiyor. Bir akım var. Anneliği uzmanlık alanına çevirmiş, işin ucunda bir şekilde üretime, oradan reklama, pazara, bununla veya bunsuz şöhrete, popülerliğe yürüyen bir akım. İdeolojisi, inancı, ritüeli, hayat tarzı farklı olsa da ortak bir dili var üstelik bu akımın. Ancak şu da var, aile kariyerini sosyal medya üzerinden yürüten ebeveynin çocukları, yarınlarda nasıl yetişkinler olacak? Bugün rızası alınmayan çocukluk paylaşımları yarın hukuki, ahlaki bir çekişmeye dönüşecek mi? 

“İHMALLERİN SEBEBİ SORUMLULUĞU BİLMEMEK”

Çocuk hakları konusuna dini perspektiften yaklaşan Kocaeli Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Süleyman Gümrükçüoğlu da Doğu ve Batı medeniyetlerinin insan ve çocuk konusundaki anlam farklılıklarını mukayese etti: “Batı toplumlarında insanın değerini pragmatizm belirler. Batı’da güçlü ve sağlam fiziksel yetenekler erkek çocuklarını diğerlerinden ayırırken güçsüzlük ve özürlülük toplum dışına itilme nedeni olarak algılanmaktadır. Ortaçağda kilisenin oluşturduğu ilk günah algısının yarattığı olumsuz çocuk imajı tüm çağı etkilemiştir. Çocukların bu dönemde tıpkı yetişkinler gibi içki içme, cinsel eylemde bulunma, suçlu bulunduğunda idam edilme gibi yetişkin dünyasına ait uygulamalara maruz kaldığı bilinmektedir. İslam’ın ortaya koyduğu ergenlik yaşına kadar çocuğun mükellef sayılmaması, çocukluk döneminin dini, hukuki ve ahlaki olarak ayrı bir inceleme alanı olmasını beraberinde getirmiştir. Böylece Kur’an ve hadislerin belirlediği normlar çocuğa sosyo-kültürel ve hukuki bir kimlik kazandırmıştır. Günümüzde çocuk yetiştirilmesi hususunda yapılan ihmal ve yanlışların en temel sebebi ebeveynin çocuklarına karşı hak ve sorumluluklarının yeterince farkında olmamasıdır.”

YÜKÜMLÜLÜĞÜN İHLALİ VE ÇOCUĞUN İHMALİ

Kongrede konuşan isimlerden Polis akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Seda Öz Yıldız şunlara dikkat çekti:

“Genel olarak çocuğun ihmali, istismar kapsamında ele alınsa da ihmal ve istismar farklı kavramlardır. En genel tanımıyla çocuğun ihmali, çocuğa bakmakla yükümlü kimselerin çocuğun beslenme, giyinme, barınma, eğitim, sağlık ve sevgi gibi temel gereksinimlerini karşılamada ihmal göstermesidir. Son üç yılı incelediğimiz çalışmanın sonundaki temel bulgular, Türkiye’de ebeveynliğin ihmali suçunun giderek arttığına işaret ediyor. İhmal edilen çocukların yarıdan fazlası 0-6 döneminden. Önemli bir bölümünü erkek çocukların oluşturması da dikkat çekici. Şikayet dosyalarına göre çoğunun ihmalinin gerçekleştiği ailelerin ekonomik düzeyi düşük. Boşanmış ailelerin tek ebeveynli çocukları ise daha fazla ihmale uğruyor.”